26 Kasım 2015

ÖZGÜR BAKAR ile RÖPORTAJ


Korku sinemasına gönül veren yerli/yabancı yönetmenler ve oyuncular ile yaptığım röportajlar serüveni son hızıyla devam ediyor. Yaptığım röportajlarda korku sineması adına, çok farklı düşüncelere sahip olan, bu işi çözmüş ya da yeni çözmeye başlayan, korku filmleri arasına yeni katılmış veya daha deneyimli isimlerle keyifli sohbetler yapıyorum. Bugünku konuğum ise, korku filmi işine kendini adamış, gerçek bir korku filmi izleyicisi ve takipçisi olan Özgür Bakar. Yaptığı tüm filmler, sıkı bir araştırmanın sonucunda ortaya çıkmış ve güzel eleştiriler almış yapımlar.

Kendisi hem Popüler Sinema’da, hem de sosyal medya ortamında yayınlamak üzere kendisine yönelttiğim soruları beni kırmayarak cevapladı.
Özgür Bakar’a  bize vakit ayırdığı için çok teşekkür ediyoruz.



KE- Filmografinize baktığımızda çektiğiniz korku filmlerinde, Türk korku sinemasında sıkça rastlanan cinler, hocalar, ayetler gibi ögelerin biraz dışında kalarak daha çok paranormal ve metafizik bağlantılı hikayelere yöneldiniz. Bu kalıpların dışına çıkmak ve farklılık yaratmak nereden aklınıza geldi? Etkilendiğiniz filmler oldu mu?

ÖB- Bir yerlerde farkediliyor olması sevindirici. Çünkü ne yaparsak yapalım “yine mi cin” ön yargısı ile fragmanlarımıza yaklaşılıyor. Cin ve onunla gelen dini motifli korku filmi yapmak gayet mantıklı, fakat bu dünyaya girince beraberinde gelen bir sürü ezoterik bilgiyle karşılaştık. Senaryoları oluşturduğumuz Alper Kıvılcım ile cennete düşmüş gibi olduk. Şimdi bunları mantıklı konseptler içerisinde temalarımıza yedirip görsele dökmeye çalışıyorum. Etkilendiğim filmler de genelde bunları çok iyi kullanmış ağırlıklı olarak hollywood yapımları.


KE-  Deccal filmi diğer filmlerinizden daha farklı bir yapıya sahip. Konusu itibariyle Deccal’in uluslararası standartlarda boy gösterebilecek şekilde tasarlandığını düşünüyorum. Deccal gerçekten korku sineması için sarsıcı ve ürkütücü bir olay, yani iyi bir malzeme. Sizde bu malzemeyi iyi kullandınız ve film gayet başarılı. Bu filmin ortaya çıkışı nasıl oldu?

ÖB- Cin dışında bir şey yaptım ve çok keyif aldım. Buna devam etmek istedim. Fakat dini altyapı atmosferi kurmama çok yardımcı oluyor. Çünkü inançlarla birlikte gelen mekanlar objeler çok derin ve çok renkli. Deccal ile ilgili bir tv programı izlemiştim. Alper'le paylaştım ki kendisi zaten benden daha fazla bilgiye sahipti Deccal hakkında. Ondan öğrendiklerimle birlikte senaryoyu harmanladık. İşin içinde Deccal'in olması diğer dinleri de katmamıza vesile oldu ve film hem görsel olarak hem de anlatım olarak uluslararası bir çizgiye oturdu. Bu sene Toronto Film Festivali'ni 1 hafta ile kaçırdık. Seneye iki filmle birlikte başvurup diğer festivallere yollayacağız.

KE- Devam filmi Deccal 2’nin çekimleri yakın zamanda başlayacak. Bize biraz hikayesi hakkında bilgi verir misiniz? Seyirciyi neler bekliyor Deccal 2’de?

ÖB- Aralık ayı içinde çekimlere başlamak için çalışmalarımız sürüyor. Deccal artık aramızda... Onu doğuran kurban kadınımız Duygu ölmüş. Çocuk yetimhane aracılığı ile bir aileye veriliyor. Sonrasında dehşet kaldığı yerden devam ediyor, çünkü Deccal'in bir yerlerde yaşadığını bilen büyük dinlerin derin yapıları da bebeği ortadan kaldırmak istiyor. Bakalım kim kazanacak?

KE- İlk filminiz Ammar’dan, Deccal’e kadar geçen zamanda neler değişti hayatınızda? Çektiğiniz filmlere gelen tepkiler nasıl oldu? Seyircinin en çok beğendiği ve inanarak izlediği film hangisi sizce?

ÖB- Komedi kökenli bir sinemacı olarak kendimdeki değişime şaşırıyorum. Çünkü gün geçtikçe korku kültürüne derinlemesine girmeye ve bundan zevk almaya başladım. Yaptığım filmler hep daha iyiye gidiyor gibi hissediyorum. Öyle olmazsa zaten çok mutsuz olurum. Fakat seyirci kendi profiline göre seçiyor en sevdiği filmimi. Geçen kendim bir anket yapayım dedim Twitter'da sonuç en sevdikleri Ammar çıktı. Ammar ilk filmim olduğu için bir ruhu var ve hep söylerim Ammar'ın son 20 dakikasını şu anda imkanı yok çekemem diye. Buna rağmen çoğu yerde izlerken gözümü kıstığım hatalarım mevcut. Gel, gör ki en çok onu seviyorlar. Fakat sinefiller Helak'ı çok seviyor mesela. En çok korktukları filmim Azazil. Karışık işler. :)

KE- Bu soruyu genel olarak soruyorum. Hem Türk, hem de yabancı korku filmlerini göz önünde bulundurarak cevaplarsanız sevinirim. Korku filmlerinde ses efektlerinin arkasına sığınıp, göz yoran hızlı çekimlerle ve bilgisayarla yapılmış inandırıcılığı pek olmayan makyajlarla seyirciyi korkutmaya çalışmak sizce ne kadar doğru bir iş? Bu konuda neler yapılması gerek doğrusu nedir?

ÖB- Samimi konuşmak gerekirse tamamı çöp. Bu ciddi anlamda karşılaştığım zaman üzüldüğüm kötü taklitler. Hasan Karacadağ bir stil yakaladı. Kendi yarattığı şeyin dokusunu ve timinglerini çok iyi biliyor. Seversiniz sevmezsiniz ama sonuç aldığı kesin. Ben çok ciddi saygı duyuyorum. Fakat alttan gelen en az 10 ayrı taklit sayabilirim ki,fragmanlarına kadar aynen taklit ediyorlar. Saçma sapan işler. Bu hatta sektörde yol olmaya başladı. Birçok yeni yapımcının da canını yaktılar. Bu kadar kolay olmamalı. Ben şahsen Alper Mestçi ve Hasan Karacadağ dışında kimseyi ciddiye alamıyorum. Hatta hepsini kötü niyetli buluyorum. Mesele, arapça bir isim bulalım sonuna da “cin bilmemnesi” diyelim çakar geçeriz meselesinin ötesinde. Eninde sonunda ciddi paralar harcanıyor. Yazık.

KE- Korku sinemasında The Thing, Evil Dead, Exorcist vb. gibi hala konuşulan ve bu filmlerden türeyen yüzlerce film var. Sadece Türkiye değil birçok ülkede bu filmlerin esintilerini görebiliyoruz. Türk korku filmlerinin (en azından bazılarının) yıllarca konuşulması ve kült bir film haline gelmesi için ne gibi bir yol izlenmeli?

ÖB- Saydığın filmlerden ben de çok etkilenmişimdir bilinçaltımda. Bu biraz üretme duyargasıyla birlikte geliyor bu. Baskın eserler her sanat dalında, altından gelen nesilleri her zaman etkilemiştir. Bunlar da baskın dağıtım ağının ve büyük prodüksiyon olanağının ürünleri. İyi yönetmenlerin ellerinden çıkmış işlere etkilenmemek elde değil Korcan. Kötü bir şey de değil. Çünkü sineması henüz emekleme döneminde olan bir ülkeyiz. Nitelikli bir iş yapmanın, çok fazla cezalandırıldığı bir ülke burası. Fakat elitist bakış açısı zaten burada bıçak sırtı bir yere dayanıyor. Yani bu halk kaliteli işten anlamaz deyip geçmek de yanlış. O yüzden popüler kültürün bize öğrettikleri imgelerle kendi kültürümüzü harmanlayarak bir iş yapmaya çalışıyorum. Kendimce böyle bir çıkış buldum. Hem izleyiciye, hem de sinemanın estetik tarafına dokunmak istiyorum.

KE- Türk seyircisinin korku filmlerimize karşı olan önyargıları artık yıkıldı diye düşünüyorum. ( En azından benim öyle). Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda, alıştılar mı bizim korku hikayelerine ve oyunculuklara?

ÖB- Kemik korku seyircisi... ki bu 80.000 kişi filan her koşulda şans veriyor. Bu film iyiyse katlanarak gidiyor. Fakat yukarıda bahsettiğim gibi, zekasına hakaret ettikleri zaman bu geçerli değil. İşini ciddiye alan kişiler, eğer ki izleyiciyle buluşurken, dağıtımcı, yapımcı, sosyal koşulla, vizyon takvimi ile ilgili bir talihsizlik yaşamadıysa mutlaka hak ettiği ilgiyi görüyor. Her zaman söylediğim gibi ağır önyargısı olanlar zaten hiç bir şekilde Türk korku filmlerine sinemada giden kitle değil. Ağzınızla kuş tutsanız da gitmeyecek kişiler.

KE-  Bir korku filmi yönetmeni olarak ileride ne gibi projeleriniz var? “Bu Bir Özgür Bakar Filmi” diyebileceğimiz farklı senaryolar çıkacak mı? Korku sinemasına devam mı, yoksa farklı türlere de geçmeyi düşünüyor musunuz?

ÖB- Korkuyu kendi içinde alt türlere bulaşarak ve yeni denemelerle zenginleştirerek devam etmek istiyorum. Slasher ve Gore tarzı gibi. Uzaylı gerilimi gibi projeler kafamda mevcut. İnşallah kısmet olur.

KE- Son zamanlarda Hollywood filmlerinden çok daha fazla ilgi gören yapımlar ortaya çıkaran İspanyol korku filmleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

ÖB- Muazzam işler. Fakat dediğim gibi bize ulaşıp ses getirdiğini düşünmemizde, doğru dağıtım olanakları da etkili. Biz de artık “Baskın-Karabasan” filmiyle beraber bu kanallara dokunmaya başladık. Türk korku sineması bence uluslararası ölçekte türün meraklılarının seveceği işler çıkarıyor.

KE- Eski dönemde geçen bir korku filmi çekmek ister miydiniz? Mesela Osmanlı döneminde geçen fantastik bir korku filmi gibi ?

ÖB-Tamamı için bir şey diyemem ama Deccal 2, 1666'da geçen bir intro ile açılıyor. Daha sonra film 2016'da devam ediyor. Yani hem dönem, hem bilim kurgu sayılır :)

KE- Çektiğiniz korku filmlerinin setlerinde yaşadığınız ilginç ya da komik olaylar olduysa birkaçını bizimle paylaşır mısınız?

ÖB- İlk filmimde gerçekten hem çok eğleniyor, hem de çok geriliyordum. Çünkü söz verdiğim bütçe ve iş gününde kalmak adına, şimdi düşününce manasız bir hırs yapmıştım. Mezarlık sahnesinde hep yağmur hayal etmiştim. Altını üstünü hesapladık ama hiç bir şekilde yapay yağmurlama için arazöz’e bütçe çıkaramadık. Çok üzüldüm.  Aklımdan tamamen çıkmıştı zaten. 10 gün kadar sonra o sahnenin çekileceği güne geldik. Gece oldu. Kayıt dedik. Yağmur yağdı. Nazar değmesin, kalbim çok temizdir.

KE- Çok korku filmi izler misiniz? Favoriniz olan 3 korku filmini yazar mısınız?

ÖB- Eskiden sinemayı ders alır gibi izlerdim. 2 yıldır bu huyumdan vazgeçtim. Dengeli bir şekilde her türden ve bir izleyici gibi zevk almak için film izler oldum. Kafa boşaltmak için Transformers’da izliyorum. Gerçekten boğazımda biraz sinema tortusu bıraksın diye Tarkovski de izliyorum. Jarmush'dan, Woody Allen'a hiç ayırt etmeksizin iyi kötü her şeyi izlerim. Korku filmi sıralaması yapmak gerçekten çok zor. Dehasına şapka çıkartacağın bir sürü yönetmen varken çok zor. Hitchcock, Polanski, Carpenter, Craven. Yenilerden James Wan. Her türlü seyirciyi koltuğa çivileyen atmosferleri ile insanı büyüleyen ustalar. Bunların filmleri deyip geçeyim.

Bu Yazım Popüler Sinema da yayınlanmıştır.

23 Kasım 2015

NATALIE VICTORIA ile RÖPORTAJ



Türk ve Yabancı korku filmi yönetmenleri / oyuncuları ile yaptığım röportaj serileri devam ediyor. Bu defa yakın zamanda piyasaya çıkan Last Shift filminin oyuncusu Natalie Victoria ile güzel bir röportaj yaptık. Lazarus Apocalypse ve Deadheads gibi zombi filmleri dahil olmak üzere birçok filmde yer alan Victoria, yaptığı işlerden çok keyif alan ve oyunculuğa aşık birisi. Last Shift filminin oyuncusu Natalie Victoria,  aynı zamanda filmin yönetmeni Anthony DiBlasi ile de nişanlı.

Kendisi hem Popüler Sinema’da, hem de sosyal medya ortamında yayınlamak üzere kendisine yönelttiğim soruları beni kırmayarak cevapladı.

Natalie Victoria 'a, bize vakit ayırdığı için çok teşekkür ediyoruz.


KE- Last Shift filminin yönetmeni Anthony DiBlasi ile ile nişanlısınız ve güzel bir birlikteliğiniz var. Beraber çalışmak nasıl bir duygu? Sette anlaşamadığınız zor anlar oluyor mu?

NV- Çok teşekkür ederim. Last Shift şimdiye kadar oynadığım gerçek anlamda korkutucu olan ilk korku filmidir. Anthony ile birlikte çalışmak harika bir şey! O gerçek bir oyuncu yönetmenidir, çünkü oyuncu olmanın ne kadar karmaşık ve kırılgan bir şey olduğunu bilir.  Anthony sizi yönetirken tam olarak size odaklanır ki, bu çok büyüleyici ve çok etkileyici bir şeydir. Sizi konforlu alanınızdan çıkartmak için çok zorlar ve bir taraftan da bunu yapmak için güvenli bölge yaratmaya çalışır. Bir aktris olarak "kendinizi kaybetmek" ve ekranda görülen o doğal karakteri yaratabilmek için tam da böyle bir güvene ihtiyaç duyarsınız.
Tabii ki her oyuncunun yaşadığı gibi benim de iyi ve kötü anlarım var. Sorunlar çıktığı zaman, direk tepki vermeden önce her zaman başkalarının dediklerini ve hissettiklerini dinlemeye, anlamaya ve içselleştirmeye çalışırım öncelikle. Bu sektörde egolar yüksektir, o yüzden “sabır” anahtar kelimedir. Genelde çok uzun saatler çalışılır ve oyuncular da set çalışanları da yorulur, bu yüzden çatışmaların çıkması normaldir. Sabırlı ve pozitif olup ileriye bakmak gerekir. Benim  şahsen oyunculuk kariyerimde sorun yaşadığım çok fazla set olmamıştır. Genelde şakaları yapan, tansiyonu düşüren, aptal saptal şeyler söyleyen benimdir :) Neden komediye yöneldiğimi anladın mı şimdi?

KE- Filmografinize baktığımızda aksiyon ve korku filmleri ile dolu bir kariyeriniz var. Korku filmlerinde oynamak ve o ürkütücü sette bulunmak sizi nasıl hissettiriyor? Yaşadığınız ilginç bir anınız var mı?

NV- Gerçekten mi ! ? !! Sanırım bu bir yanlış anlaşılma çünkü son bir kaç yıldır hep korku filmlerim için promosyon yaptığımdan filmografimde hep korku filmleri ağırlıkta  gibi görünüyor. Ama ister inan ister inanma hiç de öyle değil aslında. Komedi ve dram filmleri yapmaya başladım ve filmografimde artık bununu görmek mümkün olacak.
   12 Komedi filmi: 5 başrol, 4 yan rol,3 yardımcı rol
    6  Dram filmi: 4 başrol, 1 yan rol, 1 yardımcı rol
    4 Korku filmi: 3 başrol, 1 yan rol
    2  Gerilim filmi: 1 başrol, 1 yan rol
    2 Aksiyon filmi: 1 yan rol, 1 yardımcı rol

Ve tiyatrodaki rollerime (film yapmadan evvel ) bakarsak bunların % 60 dram % 40 komedi olduğunu görürüz. A tipi bir kişilik için nasıl ama? Hahaha. Ama cidden Korku camiasına çok müteşekkirim, çünkü bana kollarını açtılar ve beni bağırlarına bastılar !!! Ultra şanslıyım, çünkü korku filmleri hakkındaki bilgim eksik olduğu için hep kendimi bu camiaya biraz yabancı hissetmişimdir. Ama şimdiye kadar olağanüstü gitti her şey. Şunu belirtmeliyim ki, korku fanları gerçekten EN İYİSİDİR. Onlar tutku, hayat, neşe doludur ve ben onların enerjisine bayılıyorum !!!

Filmleri çekerken ürkütücü gelmiyor. Sadece izleyicinin gördüğü nihai şey ürkütücü ve korkunç ! Bütün olay montajda.Her şey montajda ;) Korku filmlerinde oynamak gerçekten çok keyifli çünkü oynarken normalde dram ya da komedide keşfetmek zorunda olmadığınız bir sürü duygusal seviyeyi keşfetmek durumunda kalıyorsunuz. Korku filmi bir oyuncu için zorlayıcı ve ben de kendime meydan okumayı seviyorum.

KE- Lazarus Apocalypse ve Deadheads gibi zombi filmlerinde rol aldınız. Zombi filmlerinde makyajların çok önemli bir yeri var. Sizi Deadheads’de bir zombi gelin rolünde izledik. Bu makyajlardan sonra kendinizi bir zombi olarak görmek nasıl bir his? Keyifli anlar geçirdiğinizi umduğum bu iki filmdeki rolünüzden biraz bahseder misiniz?

NV- Ben genellikle sevgili rolleri oynuyorum. Bu yüzden çok sık korkutucu makyaj yapılmıyor yani bir filmde hiç canavar olmadım. Benim rollerim genellikle oldukça bakımlı olmamı gerektiriyor. Deadheads filminde canlandırdığım Ellie de sevimli ve garip bir sevgili rolüydü ama Deadheads’de ayrıca oldukça korkunç bir flashback sahnesi vardı. Benim karakterim bu sahnede bir zombi gelin oluyordu ve o zaman bana çok korkunç bir zombi makyajı yapılmıştı. Kötüyü oynarken, insan etiyle beslenen canavarın kalbi göğsünden çıkıyordu ve bunun fotoğraflarını istedim çünkü korku filmi fanları böyle şeyleri çok seviyor ve ben onlara tapıyorum.
Çok sevdiğim Last Shift filmindeki rolüm Marigold, şimdiye kadar ekranda bu noktaya kadar yaptıklarımın üzerine çok şey ekledi. Çünkü ben bu filmde sevimli komşu kızı rollerini oynamayı bırakarak bir fahişeyi canlandırdım. Bu rol için kirli, yorgun ve dayak yemiş gibi görünmem gerekiyordu. Sokak yaşamını hissetmek için daha farklı kıyafetler giydim. Gerçek şu ki biri filmi görüp bana; karakterin bana ulaştı, rolün diğerlerinden çok farklı ama yine de bu gerçekten sensin ve bu yönüne bayıldım derse ki bu bence bir hayranımdan alabileceğim en iyi iltifat. Last Shift filminin bana bir oyuncu olarak kattıklarından sonsuza kadar minnettar olacağım.


KE- Yeni filminiz The Lookout sanırım tamamlandı. Korku filmlerinden sonra bu defa sizi bir suç dramasında göreceğiz. Bize The Lookout’dan ve filmdeki rolünüzden kısaca bahseder misiniz?

NV- The Lookout filmi aşk, kaybediş, çaresizlik, hatalar, pişmanlık, intikam, fedakârlık ve sonuçta kurtuluş hakkında çok güzel bir hikâye ve ben projenin bir parçası olduğum için gerçekten çok şanslıyım. Bir aşk üçgenini yönlendiren ve çevrelerini etkileyen bir dizi olayın karmaşık sonuçlarını gözler önüne seriyor. Ben filmin gösterime girmesi için çok heyecanlıyım artık sadece post-prodüksiyon aşamasının tamamlanmasını ve filmin pazarlanmasını bekliyorum.

KE- Bugüne kadar rol aldığınız filmlerin içinde en çok beğenilen karakter hangisiydi? Bu karakter ile ilgili İzleyenlerin tepkileri nasıl oldu?

NV- Hepsinden keyif aldım. Beni onlara çeken benzersiz, farklı bir şey vardı ve bildiğim kadarıyla söyleyebilirim ki, izleyiciler de bunu kesinlikle hissedecek. Ben seyircinin benim farklı rollerde ilerlediğimi görmek istediğine inanıyorum. Bir anket bile yapabilirim eminim ilginç sonuçlar çıkabilir. Aktrist olmak gerçekten bir ayrıcalık ve ben sadece farklı rollerde oynama fırsatı verilmesini seviyorum. Bundan dolayı da minnettarım.

KE- Nişanlınız Anthony DiBlasi ile beraber aklınızdan geçen yeni projeleriniz var mı? Yeniden birlikte çalışacak mısınız?

NV- Kesinlikle ! Anthony, aralıkta çekeceği bir film üzerine çalışıyor ve bir sürü projesi daha var . Ben de yazar/yapımcı/aktris olarak büyük bir ekiple beraber seneye çekimlerine başlayacağımız bir sürü proje üzerine çalışıyorum. Yani her zaman ikimizin yapacağı işler var ! Beraber çalışmanın yanı sıra, Last Shift tecrübesini sevdik! - birbirimizin bireysel çalışmalarına ve yeteneğine çok saygı duyuyor ve birbirimizi destekliyoruz ama beraber çalışacağımız kesin. Şu an birlikte bazı şeyler tasarlıyoruz. Gelecek bir kaç senede bizden hem bireysel olarak hem de birlikte çok şey bekleyin !


KE- Rol tekliflerinde karşınıza çıkan senaryolarda en çok neye dikkat edersiniz?

NV- 1.Hikaye. Her zaman asıl olanın oyuncu ya da başka şey değil senaryo olduğuna inanırım. Hikaye çok önemlidir ve de rolünüzün küçük ya da büyük olması bir şey ifade etmez. Siz elinizden geleni yapar ve yönetmenin hikayeyle ilgili vizyonunu desteklersiniz. Size büyük bir rol verilebilir ama hikaye kötüyse siz ne kadar kendinizi paralarsanız paralayın o iş tutmaz. Hikaye, seyircide yankı bulan ya da tam tersi seyirciyi tam bir boşluğa iten şeydir. Yani hikaye benim için fazlasıyla önemlidir. Film bir takım sporudur, bireysel bir iş değildir ve iyi bir hikaye de bunun somut göstergesidir. Hikayeyi  hayata geçirmek için herkesin birlikte çalışması gerekir ama nihayetinde işe iyi bir hikayeyle başlamak gerekir.

2. Yönetmen. İyi bir hikaye kadar hikayeyi senaryodan ekrana taşıyacak olan iyi bir yönetmen de önemlidir.Eskiden gözü dönmüş bir şekilde çok çalışırdım ve bir çok projeyi ilkin kimin yönettiğine ya da yaptığına bakmadan hemen kabul ederdim ki sonradan bunun çok yanlış bir şey olduğunu anladım. Özellikle bir projede, senaryo aşamasında okumuş olduğum çok güzel bir hikayenin ekrana ne kadar kötü yansıtıldığını görünce şok olmuştum. Ben bir aktris olarak elimden geleni yapmıştım ama sonuçta ortaya çıkan iş çok vasattı. Bu beni bir oyuncu olarak çok üzdü. Ama gözüm de açıldı ve her işe evet demek yerine, yönetmenin işi beceremeyeceğini hissettiğimde sanatsal bütünlüğe önem verip HAYIR demem için iyi bir işaret oldu. Artık kiminle çalıştığım benim için çok önemli. Aynı zamanda kendi projelerimi geliştirmeye çalışıyorum ki böylece iş baştan sona kontrolüm altında olsun.

3.Rol. Ben rolü okurken korkulması gerektiğini düşünüyorum. Daha önce büründüğüm her karakterde olduğu gibi yeni bir canlandırma yapacağım zaman farklı bir şeyler keşfetmek istiyorum ve bir oyuncu olarak yapılması gereken şey keşfedilmemiş sulara atlamaktır bence. Hayat kısa, neden aynı şeyleri tekrarlayalım. Korkusuz olun ve sadece kendinizi bırakın.

KE- En sevdiğiniz zombi filmi hangisi? Z Nation ve The Walking Dead gibi tv serileri hakkında ne düşünüyorsunuz? 

NV- Aman Tanrım. Evet! Ben zombileri çok çok seviyorum. Canavarları ve bilim-kurguyu da çok seviyorum.! Korku türünün o kısmı beni çok heyecanlandırıyor. Çok içgüdüsel "öl ya da öldür" zihniyeti var ve bu benim ilgimi fazlasıyla çekiyor. İnsan olarak en temel, ilkel duyguları ve içgüdüsel dürtüleri keşfetmek için zombi filmleri birçok yönden yaşam için bir metafor. Bizde böylece dıştan ve içten toplumun parçalanmasını nasıl idare edeceğimizi görüyoruz. Bence yeterince iyi ele alınamıyor ama sadece Robert Kirkman bunu yakalıyor ve o bence muhteşem bir yazar. Ben Walking Dead’a bayılıyorum. Yeni sezon başlamadan önce çizgi romanını okuyorum. Benim sevdiğim filmler; Dawn of the Dead, World War Z, Shawn of the Dead, Night of the Living Dead, 28 Days Later, 28 Weeks Later, Deadheads, Quarantine ve daha fazlası. Yani bu filmler inanılmaz bence. Bir oyuncu olmama rağmen bu türün çok sıkı fanatiğiyim. Nasıl olunmaz ki?


HÜDDAM



Türkiye’de çekilen gerilim ve gizem dolu hikayelere yer veren, aslında korkutmaktan çok insanı sonuna kadar merak içinde bıraktıran filmlerin hepsi Türk korku filmi adı altına yerleşmiş durumda. Aslında sadece bizde değil, tüm dünyada bu durum söz konusu. Korku adı çok büyük bir kavramı ifade ettiğinden dolayı izleyiciyi içine kolayca çekebiliyor. “… Filmi Sizi çok korkutacak”, şeklindeki pazarlama teknikleri ise, ister istemez seyirciyi büyük bir beklenti içine sokuyor. Film bittiğinde ise, “Bu mu korku” şeklinde yapılan yorumlar, bu defa filmin olumsuz eleştiriler almasına neden oluyor. Korku, kişiden kişiye değişir aslında ama, yapılması gereken şey doğru pazarlama tekniğidir. Hüddam filmi, bu tip reklamların biraz dışında kalarak, içerdiği konunun ana fikrini daha iyi kullanmayı becermiş ve sloganlarında Hüddam davetini ,ilmini ve gizemli bir film olduğunu da, üstüne basa basa kullanmış.
Can ve annesinin başından geçen bir olayın üzerine yazılan Hüddam, farklı bir musallat üzerinden ilerliyor. Anne Derya’nın bir anda hiç bilmediği bir dili kullanması ve duvara yazması üzerine oğlu Can, başlarına gelen bu davetsiz musallat vakasını çözmeye başlar. Olayları araştırmaya başladıkça kendisini annesinin doğup büyüdüğü köye kadar uzanan bir yolculuğun içinde bulur. Annesini ve en yakın arkadaşı Melih’i de yanına alarak köye giden Can, olayların hala devam etmesi üzerine Havas ve Hüddam ilmiyle uğraşan bu işin ustası olmuş Asaf ile tanışıp, kendisinden yardım ister.


Yönetmen Utku Uçar’ın ilk film deneyimi olan Hüddam, içerdiği birçok unsur ile diğer Türk korku filmlerinden kendisini sıyıran bir film olmuş. Her ne kadar “Kişiye musallat olma” gibi klişe bir olaya yer verse de, içinde bağırsakların, saç kesmelerin, kıl tüy gibi büyü objelerinin olmadığı bir film. Bunların tam tersine konusu gerçeklere dayalı bir ilmin üzerine odaklanmış. İçinde cinler aleminin en güçlü tarikatlarına kadar uzanan ürkütücü bir hikayeye sahip olan Hüddam, adeta dini bir belgesel havasında ilerliyor ve seyirciyi içine çekerek, bir ders niteliğinde sonuna kadar devam ediyor. Anadolu’nun ve köy geleneklerinin içine yerleşmiş olan büyücülük işine farklı bir yönden yaklaşan film, Arapça, İbranice ve Aramice konuşmalara fazlasıyla yer veriyor. Filmin bazı yerlerinde bu konuşmaların çok uzun sürmesi ve altyazısının eksik kalması, bu sahnelerin anlaşılmasını biraz zorlaştırıyor. Bunun yanı sıra kullanılan çekim tekniğinden dolayı film, adeta yaşanmış bir öykünün canlandırıldığı belgesel şekline dönüşmüş. Hüddam, found footage tekniğinde çekilen bir film olmadığından dolayı, iç mekan çekimlerinde yaratılan el kamerası havası işi biraz profesyonellikten uzaklaştırmış. Fakat olaylar her ne kadar kurmaca bir öyküye dayansa da, filmin atmosferindeki gerçekçi havayı asla bozmuyor. Zaten filmin esas temeli, korkutmaktan çok merak ettirme üzerine kurulu. Bu yüzden de korkutmaya yönelik ses efektleri, kan ve görsel kurmacalar yerine, sadece set ortamında yapılmış doğal sesler tercih edilmiş. Bu durumda Hüddam, bu tip ögelerin  kullanılmadan da bir korku/gerilim filmi yapılacağının bir örneğini sunmuş oluyor.

Türk korku sinemasının en çok tercih ettiği şey olan “tanınmamış isimlere yer verme” olayı Hüddam filmi için de geçerli. İlk başta gözüken 5-6 kişilik kadroyu saymazsak film, sonuna kadar toplam 4 kişi üzerinden ilerliyor. Zaten bu oyuncular da doğallıkları sayesinde izleyicinin filmden kopmasını engelliyor. En ön planda olan oyuncu başroldeki Derya karakterine hayat veren Fatma Hun, adeta oynamıyor, rolü yaşıyor. Oldukça başarılı bir performans sergileyen oyuncu, filmin en ürkütücü sahnelerinin altından bile kolayca sıyrılmış. Bunun yanı sıra Can karakterini oynayan Çağrı Duran, gergin bir evlat rolüne çok iyi hazırlanmış olsa gerek ki, o gerginliği birebir seyirciye yaşatıyor. Melih (Eray Logo) ve Asaf (Murat Özen) ise yan karakterler gibi gözükseler de, aslında finale doğru filmin en can alıcı yerlerine eşlik ediyorlar.

Hüddam, Türk korku sinemasında gerçeğe çok yakın çekilmiş, sade ve gizem dolu bir film. Aynı zamanda sonlara doğru seyircide biraz kafa karışıklığı yaşatan sürpriz finali ile de göz dolduruyor. “Korkudan öleceğiz, sabahlara kadar uyku yok" gibi beklentiyle giderseniz hayal kırıklığı yaşabilirsiniz. Fazla beklenti içine girmeden filmi dikkatle izlediğinizde, çıktıktan sonra bilmediğiniz bir çok şeyi öğrenmiş olacak ve de Hüddam’ın hikayesini seveceksiniz.

Bu Yazım Popüler Sinema da yayınlanmıştır.

19 Kasım 2015

UTKU UÇAR ile RÖPORTAJ



Korku filmleriyle ilgili röportajlarımın bu seferki konuğu genç yönetmen Utku Uçar. Korku sinemasına olan ilgisi ve yönetmenliğe geçiş hikayesi oldukça enteresan olan Utku Uçar’ın ilk uzun metrajlı filmi olan Hüddam, aynı zamanda birçok ilklere de imza atan bir yapım. Hüddam’ın yapım aşamasında yaşanan ve gerçek olaylara dayanan hikayesi de oldukça ilginç. Utku Uçar’la Kadıköy’de bir cafede buluşup, kendi filmi Hüddam ve korku sineması üzerine bol bol sohbet ettik.

Kendisi hem Popüler Sinema’da, hem de sosyal medya ortamında yayınlamak üzere kendisine yönelttiğim soruları beni kırmayarak cevapladı.
Utku Uçar’a  bize vakit ayırdığı için çok teşekkür ediyoruz.


KE- Müzisyenlikten yönetmenliğe yani sinema sektörüne geçiş nasıl oldu? Bize biraz bu aşamalardan bahseder misiniz?

UU- Aslında sinemaya olan ilgim, müzikten daha önce başlıyor. Hatta müzisyenliğim yok denebilir. Ben daha çok yazmayı, çizmeyi, anlatmayı, görüntü yaratmasını seven bir adamım. Kamera ışık ve kurgu programlarıyla olan haşır neşirliğim gitardan daha eski. Lise yıllarında harçlık çıkarabilmek için sinemalarda gişeci olarak çalışmaya başlamıştım. Hedefim makine dairesinde makinist olarak çalışmaktı. Gişeyi bunun için bir basamak olarak kullanmayı seçtim, öyle ufak planlarım vardı :) Neticesinde 3 ay sonra makine dairesine terfi ettim ve film oynatmaya başladım. Acaba bir gün benim filmde burada döner mi diye bakardım ufak camın arkasından. Uzun bir süre makinistlik yaptım. Eşkıya filminden kalan bir Erkan Oğur fanatikliğim vardır. Bir zamanlar İçerenköy pazarına gece attıkları portakal kasalarından kendime perdesiz bir gitar yapmıştım. Tam olmadı tabii ki. Konuyu araştırmak için tünele gittim ve beni Ekrem Özkarpata’ya yönlendirdiler. Ekrem abi gitar yapımcısıdır. İçeri girdiğimde Erkan Oğur’u gitar çalarken gördüm. Sonrası bende yok zaten. Ekrem abi elimde ki gitara baktı ve “bundan çok güzel saksı olur dedi” hiç unutmam. İşin açıkçası saksıyada benziyordu J  Ses çıkıyordu ama sonuçta. Sonra zaten o gitarı saksı yaptım ben J Makine dairesini bıraktım ve atölyede çalışmaya başladım. Müzik ile olan alakam buradan geliyor. Ekrem Özkarpat ve atölye, benim hayatımı değiştirmiştir. O yaşlarda düşebileceğim en şanslı yere düşmüştüm. Hatta bugün film çekebilmemin de ciddi bir sebebidir orası. Vefadan daha başka birşey hissettiğim duygu. İlgilendiğim asıl konunun sinema olduğunu bildikleri için beni sürekli desteklediler. Ekrem Özkarpat'ın abisi İbrahim Özkarpat zaten ışık şefiydi. Kendisinin çocukluk arkadaşı ve görüntü yönetmeni ise Mustafa Kuşçu’dur. Aradan 10 sene geçti ve filmimde yer aldılar.Bu benim için büyük bir mutluluk. Yazma, çizme, kısa film vs. derken son 3-4 yıldır uzun metraj hayalimdi. Artık daha fazla erteleyemeyeceğim dedim, bir cesaret çektik işte.

KE- Hüddam ilk sinema deneyiminiz. Neden ilk olarak bir korku filmi çekmeyi düşündünüz? Korku filmlerine ilginiz nereden geliyor?

UU- Ben daha çok eğlenceli şeyler yazmasını, anlatmasını seven birisiyim. Korku-gerilim hiç aklımda yoktu açıkçası. Komedi filmi çekmek istiyordum ama o dönem elimde gerçekten çekilir bu diyeceğim bitmiş, komik bir hikaye yoktu, yazamamıştım. Sadece bir filmim olsun hevesiyle yarım yamalak bir sulu komedi de çekmek istemedim açıkçası. Daha sonra uzun metraj film fikrimi Edremit'te yaşayan arkadaşlarım Murat ve Melih'e açtım. Murat benim gibi hayalperest birisidir. Hafta sonu işin yoksa bir aya seyahat yapalım desem, ciddi ciddi araştırır, imkanlarını zorlar ve gelebiliyorsa gelir. Melih bizim tam tersimiz, gerçekçidir ama Melih’ide bozduk tabii. Hafta sonu Edremit'te gezdiğimiz bir köy bizi çok etkilemişti. Hacıarslanlar köyü. Köy o kadar güzel resim veriyordu ki, kısa film vs. çekelim burada, zaman geçsin derken, birden Murat'la bakıştık. Murat'a korku çekelim dedim ve Murat 10 dakika sonra Edremit otogarının çay ocağında senaryo yazmaya başladı.  Melih korku-gerilim işine önceleri çok sıcak bakmadı ama baktı ki biz ciddi ciddi araştırıp yazıyoruz, kıyamadı bize ve o da dahil oldu. İlk filmimin korku olmasının sebebi aslında bir plana dayalı değildir. Köy çok etkileyiciydi ve aklımıza çok iyi bir hikaye gelmişti. Aniden gelişen şeyler
KE- Hüddam ne demek ? Kuran-ı Kerim tarafından yasaklanmış gizli bir öğretiyi konu alan filmin senaryosu Murat Özen ile size ait. Yaptığınız araştırmalardan biraz bahseder misiniz? Nasıl ortaya çıktı Hüddam?

UU-  Hüddam, hizmetkar edinmek demek aslında. Belli duaları okuyup, yine belli adımları gerçekleştirdikten sonra, size bahşedilen bir melek, Hüddam. Birisine birşeyin musallat olabilmesi için çok güçlü bir neden olması gerekiyordu. Yani film başlangıç noktasının cidden sıkı bir sebebi olması gerekti benim için. Birisi musallata uğrayacak ama neden? ve hangi yol ile? Alıştığımız sıradan büyüler vs. saç kesme, hayvan bağırsağı düğümleme, hayvan gözü oyma, vs. gibi şeyler artık hepimizin bildiği folklorik olmuş şeyler. Bizim Türk korkularının çoğu mezbaha gibi, sakatattan bol birşey yok. Sanarsın bütün büyücüler kasap. Filmin hikayesini kurmadan önce ciddi bir musallat sebebi bulmamız gerekiyordu. Ve Hüddam'ı buldum. Konu çok enteresan ve cidden ilmi geldi. Sadece Kuran-ı Kerim de geçmemesi, bütün dinlerin, kitapların konuya değinmesi de ilgimi arttırdı. Bu arada bütün kitaplarda da Hüddam öğreti diye geçer. Hüddam ile alakalı yaklaşık 4 ay epey bir yasaklı kitap edinip okudum. Yasaklanmalarının sebebi ise, konuya eğilip uygulamaya çalışan kişilerin belli bir süre sonra psikolojik sorunlar göstermesi. Ve kitapların basımı yasaklanıp, toplatılıyor. Bir Hüddam daveti ve neticeleri, filmin temel musallat sebebi olabilirdi bizim için. Çünkü içerisinde böbrek ve bağırsaktan ziyade cidden alfabe, matematik, fizik ve astroloji var. Önce Hüddam'ın ne olduğunu tam anlamıyla öğrenmekle başladı. Sonra bu kaynakları doğrulamak için birkaç yere başvurduk, bilgi ve öneri aldık. Çoğu kişi uğraşmamamız gerektiğini söyledi, hatta ihtiyacımız olan birkaç çeviriyi dahi yapmadılar. Tabi bir şekilde çeviri işini halettim ama filmde bazı Arapça ve İbranice konuşmaların alt yazılarını yayınlamadık. Zaten çok öğrenmek isteyen bir şekilde çevirttirir.

KE- Hüddam’ın bilgilerine baktığımızda iki gerçek dini ritüel ve çekim boyunca bir din görevlisinin ekibe eşlik etmesi vb. gibi birçok şeyin ilk defa bir Türk korku filminde kullanıldığı yazıyor. Bu ilkleri biraz anlatır mısınız? Neden bunlara ihtiyaç duydunuz?

UU-  Filmimiz de çok fazla Arapça, İbranice ve Aramice konuşma var. Konuşmaların telaffuzları iyi olmadığı zaman biraz zorlama duruyor. Arapça bilmeyen birisi bir sabah yatağından kalkıp Arapça konuşmaya başlıyor. Burada telafuz çok önemliydi. Komik durmaması gerekiyordu. Bu nedenle biz okuma provalarına bir hoca davet ettik ve sağolsun kendisi 3 ay provalar boyunca oyunculara Arapça dersi verdi. Daha sonra çekimlere davet ettim sağolsun kırmadı katıldı. 2 riskli davet yapmamız gerekiyordu. Onu bunu yazmayın, yapmayın sakın diyen hocaları da çok dinlemediğim için, ben harfi harfine bu daveti yapmak istedim. Ortamda ki gerilimin biraz düşmesi adına hoca da bize katıldı. Hocam çağırıyoruz, gelirse muhatap sensin demiştim, o da korkmuştu hatta :) Dualar eşliğinde çekimlere başladık ve bitirdik diyebilirim. Hoca da kendini filmin bir parçası gibi kabul etti. Filmin ilkleri çok aslında. Örneğin Antik Aramice'nin kullanıldığı ilk yerli film. Kadim dil ve kitaplardan yararlanmamız gerekiyordu. Çünkü Hüddam ilminin tarihi İslamiyet öncesi. Okuma provaları boyunca da oyuncuların gösterdiği azim için ayrıca teşekkür ediyorum. Çünkü kelime kelime çalıştık gerçekten. 

KE- Hüddam’ın  çekim sonrasında hiçbir sanal görsel efekt kullanılmamış. Sizce korku filmlerinde ses efektlerinin arkasına sığınıp, göz yoran hızlı çekimlerle ve bilgisayarla yapılmış inandırıcılığı pek olmayan makyajlarla seyirciyi korkutmaya çalışmak sizce ne kadar doğru bir iş? Bu konuda neler yapılması gerek doğrusu nedir?

UU-  Muhtemelen efektsiz ender korku-gerilim filmiyiz. Bunun nedeni eğer efekt yapsaydık, güzel olmayacaktı. Çünkü bunlar çok büyük bütçe gerektiren işler. Yani After Effect açayım, gölge, alev, şeytan yapayımla çok olmuyor o iş. Greenbox çekeceksen, Yüzüklerin Efendisi gibi olmalı. Yada hiç yapma. Kötü duruyor çünkü. After Effect eğitim sitelerinde, yok göz beyazlatma, göz karartma, ağızdan siyah duman- karınca çıkarma, yüz deformasyon derslerini izleyip izleyip birşeyler yapıyorlar. Birde bunları filmlere koyuyorlar. Bunları bende yaptım ama 20 yaşında. Bir uzun metraj filme koyulacak nitelikte visual fx istiyorsanız, çok paranız olmalı. Yada hiç bulaşmayın. Ben böyle düşünüyorum. Eğer ciddi bütçeleriniz varsa, tabiki visual fx kullanılarak şahaser yaratabilirsiniz. Ama dediğim gibi herşey bütçeden geçiyor. Bu tarz filmlerde atmosfer yaratmak çok önemli. Bunu da ancak görüntü ve ses ile yaratabilirsiniz. Herkesin anlatım dili farklı, kimi derdini yüksek seslerle anlatıyor, kimi başka bir yola başvuruyor. Biz bu gerginliği yaratabilmek için seslerden ziyade senaryoya başvurduk. Örneği gayet sessiz ve sakin geçen, ama cidden gerilmenizi sağlayacak karşılıklı dialoglar var. Bir sese ihtiyaç duymuyorlar. Cümlelerin kendisi gergin ve rahatsız edici zaten. Ses tasarımı gerçekten çok önemli. ama doğru yerde kullanılırsa. Çünkü seyirciyi ses ile sadece bir defa korkutup gerebilirsiniz. Bir daha kandıramazsınız.

KE- Hüddam’ın setinde yaşanan ilginç olaylar var mı? İlk yönetmenlik deneyiminizin bir korku filmi üzerine olması sizi zorladı mı?

UU-  Başımızdan enteresan bir olay geçmedi çok şükür. Zorlandığım bir yer de olmadı açıkçası çünkü görüntü yönetmeni Mustafa Kuşçu ile çalıştım. Daha 3 ay önce Alper Mestçi ile Siccin'i çekmişti. Sonra Hüddam için çalışmaya başladık. Benim için yüksek lisans oldu diyebilirim. Film ekibimiz A dan Z ye harika ve çok deneyimliydi. İlk yönetmenlik denemem olmasına rağmen büyük destek oldular. Herkes herşeyi yaptı diyebilirim.

KE- Hüddam yakın zamanda vizyona giriyor. Korku filmlerini dört gözle bekleyen bir seyirci kitlesi olduğunu biliyoruz. Ne gibi mesajlar vermek istersiniz yeni filminizle ilgili? Seyircileri neler bekliyor?

UU- Yine mi bir cin filmi diyenlere söyleyeceğim tek şey var, hayır. Tekrarın anlamı yok. İyi, kötü bütün örnekleri gördük zaten. İnsanlar Hüddam'ı beğenmeyebilirler, eleştirip yerden yere vurabilirler. Murat, Melih ve ben rahat insanlarız, atış serbest yani. Ancak yine izlediğimin aynısı diyen kişilere filmi tekrar izlemelerini öneririz. 2. bilet söz bizden. Hüddam, kesinlikle sadece bir cin filmi değildir. Yaptığımız özel gösterimlerde şuna dikkat ettim. İnsanlar filmden çıktıktan sonra, film üzerine konuşmaya başlıyorlar. Bu benim için çok özel bir durum. Bana sorular soruyorlar. Ben bu keyfi cidden beğendiğim filmlerden alabiliyorum. Bir filmden çıktıktan sonra o filmin kafası size 30 dakika sonra geliyor ve film üzerine düşünmeye, sorular sormaya başlıyorsanız, o güzel iştir. Filmi izleyenlerden bunu yakaladığımızı görüyorum. Biz iyi bir hikaye ve senaryo vaad ediyoruz. Öncelikle filmimiz bir bilgi bankası gibi. Büyü ve büyücülük ile alakalı bir takım şeyleri ilk defa Hüddam filminde görebilirler. Masalsı ve tarihsel bir durumumuz var. Söylediğim gibi intikam alma, ayırma büyüsü tarzı birşey değil bizim konumuz. İç içe geçmiş 2 hikaye anlatıyoruz. Birinci hikaye filmle birlikte başlıyor, diğeri 50. dakikada. O andan sonra film başka bir yere doğru gidiyor. İçinde ağır gizem barındırdığını ve cidden dikkatli izlenmesi gerektiğini önerebilirim. 

KE- Türk korku sineması, nereye gidiyor? Görüşlerinizi alabilir miyiz? Bir süre sonra cinlerden kurtulup başka konulara geçebilecek miyiz? Örneğin bir dönem fantastik/korku filmi yapılabilir mi Türkiye’de?

UU- Mesela bu yıl özellikle izlediğim Özkan Aksular'ın çektiği Münafık Filmi çok güzeldi. Her sahnesine çok özenilmiş, çok beğenmiştim. Yine aynı zamanda Özgür Bakar'ın Helak Kayıp Köy ayrı bir denemeydi. Fakat iki filmde gişe de başarılı olamadı. Aslında yeni birşeyler üretiliyor, deneniyor ancak bu sefer de yerine ulaşmıyor. Sinema pahalı bir uğraş. Yapımcılar para kazanamadığı projeden bir tane daha yapmak istemezler. Çünkü zararları büyük oluyor. Kimsenin de öyle tahmin ettiği gibi, üç kuruşa çekilmiş, 10 kuruş kazanıyorlar vs. gibi bir durumda yok. Yatırdığınızı alırsanız şanslısınız. Bunun için şu yine mi bir cin filmi diye yazan grubun bu filmlere gitmesi lazım. Çünkü onlar için yapılmış. Gitmesi lazım ki bunların devamı gelsin. O zaman yapımcılar, yönetmenler yeni türler geliştirebilir. Zaman para emek harcayabilir. Fantastik korku filmi bizim genlerimize ters. Fantastik birşey bizi korkutamaz, taşlarız onu biz. 

KE- Yeniden korku filmi çekmeye devam edecek misiniz? Yeni projeleriniz varsa kısaca anlatır mısınız?

UU-  Hüddam'ın ikincisini çekmeyi çok istiyorum çünkü bu hikayenin bir öncesi var. Filmi izleyenler bunu göreceklerdir. Film yeteri kadar ilgi alırsa, hikayenin geçmişini anlatmayı çok isterim. Hüddam 9 gibi bir planım kesinlikle yok ama. Hüddam'ın stüdyo işlemleri ile çok uzun zamandır ilgilendiğim için, hemen ardına tekrar bir korku-gerilim yapmak çok istemiyorum açıkçası. Filmi yaklaşık 1500 kere seyredince artık o başka birşey oluyor. Şu bahsettiğim komik olan ama yazamadığım hikayeyi yazabildim. Onu hayata geçirmek istiyorum. Çok komik bir film olacak o. Hem biraz eğlenmiş olurum. Sonra gerilirim yine o ayrı.

KE- Bugüne kadar sizi en çok etkileyen, favoriniz olan 2 yabancı korku filmini yazar mısınız? 

UU-  Hayvan Mezarlığı ve Shining

Bu Yazım Popüler Sinema da yayınlanmıştır.


ŞEYDA TERZİOĞLU ile RÖPORTAJ



Korku filmleri yönetmenleri/oyuncuları ile başladığım röportaj maceramın bu seferki  konuğu, Türk korku sinemasında iyi bir yer edinen Siccin serisinin oyuncusu Şeyda Terzioğlu. Kendisi ile Cihangir’de buluşarak keyifli bir söyleşi yaptık. Şeyda Terzioğlu, sinema, dizi sektöründe yer alan bir oyuncu ve aynı zamanda bir tiyatrocu.
Kendisi hem Popüler Sinemada, hem de sosyal medya ortamında yayınlamak üzere kendisine yönelttiğim soruları beni kırmayarak cevapladı.

Şeyda Terzioğlu’na bize vakit ayırdığı için çok teşekkür ediyoruz.


KE- Bize kısaca kendinizden ve oyunculuk kariyerinizden bahseder misiniz?
ŞT- Ben yaşama sevincini çok küçük yaşlarda tiyatroda bulmuş ve hayatını bu yolda devam ettirmeye çalışan bir oyuncuyum. Müjdat gezen konservatuarı tiyatro bölümü mezunuyum. 2005 yılından beri her yıl yeni bir tiyatroda sahneye çıkıyorum. 2009’ dan bu yana da sinema filmlerinde oynuyorum. Kariyerim tiyatro ve sinema merkezli ilerliyor.

KE- Oynadığınız farklı film türlerinden sonra korku sinemasına geçiş nasıl oldu? Korku sinemasına karşı olan ilginiz nereden geliyor?

ŞT-  ıkçası planlanmış bir şey değildi. Çok ufak yaşlarda babamla beraber korku filmi izlerdim. Babamın ilgi alanıdır aslında. Muhteşem Film’de bana böyle bir teklifte bulundu ve ilk filmlerinde oynadıktan sonar, ikinci filmlerinde ise başrolü teslim ettiler bende keyifle oynadım.

KE- Siccin 1’de Nilay ve Siccin 2’de ise Hicran karakterlerini canlandırdınız. Bu karakterlerle sizin aranızda benzer durumlar söz konusu mu? Zorlandığınız yerler oldu mu?

ŞT- Siccin1’de arkadaşını önemsediği için isteksiz de olsa hocaya büyü yaptırmaya giden sonra ise cinin musallat olduğu bir kızı canlandırıyordum. Yapılan makyajla macrup olmak insanın ruh halini değiştiriyor, güzel  bir deneyimdi. Fakat Siccin 2 de oynadığım Hicran karakteri benim için çok özel bir roldü. Ailesi için mücadele eden ,temiz kalpli ve ailesine yapılan büyülerden dolayı oğlunu ve eşini kaybeden, olayların gizemini çözmeye çalışan özel bir karakter. Hicran karakterinin modern hali olduğumu itiraf edebilirim.

KE- Korku filmi setlerinde kesinlikle ilginç olaylar yaşanır. Başınıza gelen enteresan anılarınız var mı?

ŞT- Sette değil, fakat senaryoyu okumaya başladıktan sonra, çekimlerin son gününe kadar belirli aralıklarla karabasanlar tarafından rahatsız edildim.

KE- Türk seyircisinin korku filmlerimize karşı olan önyargıları artık yıkıldı diye düşünüyorum. ( En azından benim öyle). Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda, alıştılar mı bizim korku hikayelerine ve oyunculuklara? 

ŞT-  Alışmak değil bu aslında, yönetmenlerin ve senaristlerin kendini geliştirmesiyle alakalı olduğunu düşünüyorum. Seyirci beğendikçe de yapımcılar bu işlere daha fazla ödenek ayırmaya başlıyor ve ortaya daha kaliteli işler çıkıyor. Böyle olunca da seyirciler daha fazla tatmin oluyor tabiiki.

KE- Türk Korku sinemasının cinler ve büyülerle dolu dünyası hakkında ne düşünüyorsunuz? Farklı konularda korku filmleri çekilecek mi sizce Türkiye’de?

ŞT- Türkiye’de gizemli ve ürkütücü bir durum bu. O nedenle de ilgi çekiyor. Ama ilgi çekiyor diye de herkes cinli filmler çekmeye başladı. Bu da seyirciyi bir sure sonar sıkmaya başlayacaktır diye düşünüyorum. Artık değiştirilmeli ve kolaya kaçılmayıp daha yaratıcı korku senaryoları çıkmalı.

KE- Korku sinemasına devam etmek ister misiniz? Yakın zamanda yeni projeleriniz var mı?

ŞT- ıkçası iki korku filmi teklifi aldım, fakat kabul etmedim. Ben sadece korku filminde oynamayı tercih eden bir oyuncu değilim. Pencerenin açılmasını istiyorum. Fakat kaliteli ve yaratıcı bir korku senaryosu gelirse neden olmasın? Yeter ki bana farklı bir deneyim yaşatsın.

KE- Yurtdışında tiyatrolarda korku veya gerilim içerikli oyunlar sergileniyor. Tiyatro kökenli bir oyuncu olarak, sizce Türkiye’de korku ya da gerilim içeren bir oyun sergilenme şansı var mı? Olursa ilgi görür mü?

ŞT- Neden olmasın,çok mantıklı ve yapılmalı. Tiyatro konusunda kendimizi gittikçe aşıyoruz ve yenilikçiyiz. İlgi göreceğini düşünüyorum. Şimdi korku evleri çıktı ve müthiş ilgi var. Tiyatroda da aynı ilgiyi görür diye düşünüyorum
.
KE- Korku filmleri izlemeyi sever misiniz? Korku filmlerine ait en sevdiğiniz yabancı 2 yönetmeni ve 2 filmi nedenleriyle birlikte yazar mısınız? 

ŞT-  Aslında korku filmi meraklısı biri değilim. Ama üç tane korku filminde oynadığım için son iki yıldır çok fazla korku filmi izledim. Çok etkilendiğim bir film var o da; Andrej Zulawski yönetmenliğindeki Possession 1981 filmidir ve olağanüstü güzeldir. Oyunculuklar ve senaryo, farklı bir kafanın ellerinden çıkmış diye düşünüyorum. Keşke çekilebilse ve ben oynasam, hayran kaldığım bir film oldu. Diğeri ise, Alejandro Amenabar yönetmenliğindeki The Others filmidir. Nicole Kidman’ın performansını beğendiğim için aklımda kalan bir filmdir.

Bu Yazım Popüler Sinema da yayınlanmıştır.