İlk kez 1984’de video döneminde karşılaşmıştım Terminator ile. Benim için sadece kapağındaki yarı robot resim bile eve koşarak gidip seyretmem için oldukça ikna ediciydi. Terminator, ilginç konusu ve barındırdığı bol aksiyonu ile, 80’lerin bilim-kurgu/macera konulu filmlerin arasında yerini en üst sıralara taşımış bir filmdir. İlk filmle beraber tadı damağımızda kalan Terminator, 1991 yılında çevrilen serinin ikinci filmi Judgment Day (Kıyamet Günü)’in sevenlerini fazlasıyla memnun eden başarısı sayesinde büyük bir fanatik kitlesi edinmiş oldu. Yönetmen James Cameron ilk filmdeki performansının ardından bu defa kendini aşmış ve tüm dünyada ilk kez kullandığı yeni görsel efektler sayesinde bizlere şenlik yaşatmıştı. Yaratılan teknoloji sayesinde Judgment Day’de tanıştığımız T-1000 denilen sıvı-metal alaşımlı her şekle girebilen Cyborg’un değişim geçirdiği her sahneyi hayretler içinde izlemiştik. Ardından gelen üçüncü film Rise of the Machines, serinin ilk iki filminin yanında pek sönük kalmış ve hayranlarını sadece senaryosu boş ama dolu bir aksiyonla baş başa bırakmıştı. Ve bana göre oldukça lüzumsuz olan Christian Bale’in bile kurtaramadığı 2009 yapımı Terminator:Salvation ise tamamen gereksiz bir yapımdı. Arnold’suz bir Terminator seyirciye pek bir şey veremediği gibi, sözüm ona yeni bir üçlemenin daha ilk filminde yaşadığı fiyaskosu ile kısa sürede unutuldu.
Yıllarca Arnold’un
valilik döneminin bitmesini bekleyen Terminator fanlarının içinde her zaman tekrardan
bu serinin canlanacağı yönünde bir umut vardı. Sonunda 2015 yılında Arnold
Schwarzenegger ne yaptı ne etti yeni bir üçlemenin ilk filmi olan Terminator:Genisys
ile nostaljik bir klasiği tekrardan canlandırmayı başardı. Thor: The Dark World
ile tanıdığımız yönetmen Alan Taylor eşliğinde hayat bulan Terminator: Genisys,
bu defa biraz daha farklı senaryosuyla bizleri geçmiş günlere götürüyor.
Hikayenin
başlangıcında yıl 2017: John Connor ve Kyle Reese eşliğinde yaratılmış direnişçi
grup Skynet’i dağıtmak üzere Cyborglara karşı mücadele ediyor. Savaşın
sonlanmasına yakın akıllı program Skynet’in geçmişteki Sarah Connor’ı (John
Connor’un annesi) yok etmesi için T-800’i (bizim eski ilk Arnold) zamanda
geriye yollaması üzerine, bunu fark eden John Connor’da tıpkı ilk filmde olduğu gibi
Kyle Reese’i T-800’ün peşinden annesini kurtarması için aynı yıla yani 1984’e
yolluyor. Yalnız bu defa Sarah Connor’un yanında çocukluğunda yanına gelmiş ve
hala kendisini korumakta olan yaşlanmış bir Arnold, yani T-800 bulunmakta. Bu
da bize Terminator:Genisys’de önümüze çıkacak olay döngüsünün eski filmlere
göre daha farklı olduğunu gösteriyor. Filmin giriş kısmında geçmiş ve gelecek
arasındaki bağı çok güzel şekilde birleştiren Alan Taylor, hız kesmeden
ilerleyen aksiyonla beraber seyirciyi, baş belası sıvı metal T-1000’le olan kapışmalarla
baş başa bırakıyor. Kısa süren kedi fare oyunundan sonra, yaşlı Arnold T-800’in
önderliğindeki zaman makinesiyle Sarah
Connor ve Kyle Reese, bu defa gelecekteki Skynet bağlantılı, dünyanın sonunu
getirecek bir proje olan Genisys’ı yok etmek için 2017’e giderler. Genisys projesi aslında
fazlasıyla akıllı ve güçlü bir tür işletim sistemi. Film boyunca insanoğlunun
sonunu getirecek olan bu geri sayım projesinin tüm sorumlusu olarak gösterilen,
teknolojik aletlere bağımlı olan ve sosyal medya ile iç içe yaşayan bizlere de
güzel bir gönderme yapılıyor.
Biraz da
filmdeki karakterlerden bahsedecek olursak eğer,ilk olarak gözümüze çarpan
oyuncu asla bir Linda Hamilton olamayacak kadar çelimsiz ve kısa boylu olan
Emilia Clarke. Kendisinin ne eline silah yakışmış, ne de aksiyon sahneleri, Jai
Courtney, benim asla ısınamadığım bir oyuncudur o ayrı, fakat nedendir ki ben
Kyle Reese rolüne de kendisini hiç mi hiç yakıştıramadım. Jai Courtney ve yanında çocuğu
gibi görünen Emilia Clarke’la beraber filme duygu anlamında hiçbir şey katmadan
sonuna kadar oradan oraya koşuşturuyorlar. Yeni T-1000’i oynayan koreli oyuncu kısa
süre gözükmesine rağmen sıvı metalin hakkını verirken, bu sene
Whiplash’deki aksi öğretmen rolüyle Oscar
alan J.K. Simmons ise kendisine verilen küçücük rolüne sahip çıkmayı
ustalıkla başarıyor. Filmin casting
açısından sınıfı geçen en sağlam oyuncusu ise, kesinlikle John Connor’u oynayan
donuk suratlı Jason Clarke. Gelelim sürekli moruk diye hitap edilen Arnold
Schwarzenegger’e. Yaşlanması dışında karizmasından ve oyunculuğundan bir şey kaybetmemiş
olan Arnold, esprili ve sempatik bir T-800 olarak filmi neredeyse tek başına
götürüyor. CGI destekli genç hali ile kapışma sahnesi ise gayet hoş bir sürpriz
olarak filme renk katmış.
Terminator:Genisys,
bana göre eski hayranlarını geçmişe götürerek harika bir nostalji yaşatıyor.
Karakter analizi yapmadan izlerseniz oldukça keyif almak mümkün. Yeni nesil
izleyenlerin ise bu konuya çok takılacağını düşünmüyorum. Fakat şunu
belirtmekte yarar var, Terminator hayatına ilk defa bu filmle
başlayanların bir an önce en azından ilk
iki filmi seyretmeleri şart. Yoksa film boyunca ne, nasıl yani gibi sorularla
boğuşup durursunuz. Filmi sonuna kadar taşıyan sarsıcı aksiyon sahneleri ise görsellik
bakımından eski filmleri aratmayacak kadar başarılı.
Sonuç
olarak,eski veya yeni kuşak fark etmeden tüm Terminator ve Arnold hayranlarının
mutlu olacağı Terminator:Genisys, zamanda yolculuk , geçmişi ve geleceği
değiştirme üzerine yazılmış ilginç senaryosu ile bana göre oldukça akıcı,
şaşırtmacalı ve eğlenceli bir film .
Not : Filmin
yazılar bittikten sonra gelecek film için
açık kapı bırakan minik bir sahnesi mevcut. Salonu herkes terk etse de
siz terk etmeyin !
Bu Yazım Popüler Sinema'da yayınlanmıştır.