Rent
(Kira): Uyuşturucu bağımlılarının, Aids’li gençlerin,
eşcinsellerin, rock yıldızlarının ve dansçıların bohem hayatlarını ele alan
müzikal, Mark ve Roger adlı iki arkadaşın etrafında yaşanan olayları anlatır.
Mark; kız arkadaşından Aids virüsü kapmış bir gitarist, Roger ise; belgesel
çekmeye çalışan, amatör bir yönetmendir. İkili ve etrafındaki New York’lu arkadaş
grubu, yaşadıkları evin mal sahibine karşı bir yıldır ödemedikleri kiranın
savaşını verirler. Bizler de müzikal boyunca yaşadıkları bohem hayatın tüm
sıkıntılarını ve protesto şeklindeki bu savaşı, müzik ve danslar eşliğinde
izleriz.
West
Side Story (Batı Yakasının Hikayesi): Müzikalin hikayesi, 1950`li yıllarda New York`un batı yakasında göçmen nüfusunun yoğunlaştığı
bir dönemde geçer. Bu durumu kendilerine sindiremeyen bir grup Amerikalı genç,
The Jets adında bir çete kurarlar. Onların karşısında ise, Puerto Rico`lu gençlerden
oluşan diğer bir sokak çetesi olan The Sharks vardır. İki çetenin çatışmalarının
ve kavgalarının arasında, Tony ve Maria adlı iki genç birbirlerine aşık olurlar
ve bu çeteler arası savaşlar devam ederken, aşklarını sürdürmeye çalışırlar.
Hareketli kavga sahnelerinin ve karşılıklı dans atışmalarının yer aldığı
müzikal, oldukça eğlenceli ve adeta gençlere bir ders niteliğindedir.
Journey to
Broadway, işte bu iki müzikalin en güzel
sahnelerinden, şarkılarından ve danslarından oluşan bir karışıma sahip. İstanbul
Üniversitesi Devlet Konservatuvarı öğrencilerinin ve mezunlarının oluşturduğu,
neredeyse 30 kişilik bir kadroyla sahnelenen müzikali, gösterinin koreografisini
ve tüm yükünü üstlenen Malik Derin Küçümen’in daveti üzerine izleme fırsatı
buldum. Kozyy Avm’de yer alan Gazanfer-Ülkü tiyatro sahnesinde gösterilen
müzikal, yere iğne atsanız düşmeyecek kadar kalabalıktı. Genç yeteneklerden
oluşan, yarı profesyonel bu ekibin öğretmenleri, arkadaşları ve ailelerinin
heyecanına daha gösteri başlamadan birebir şahit oldum. Kimbilir perde
arkasındaki ekip neler yaşıyor o sırada, onları da birazdan göreceğim diye
düşünürken ışıklar söndü ve yanyana sıralı tüm kadro ortaya çıktı.
İlk perde; Rent müzikali üzerine kurulu ve Mark,
Roger, Mimi, Maureen, Joanne, Collins, Angel ve Benny gibi ana karakterlerin ön
planda olduğu bol şarkılı ve danslı bir bölüm. Başlarda çok heyecanlı
olduklarını hissettiğim ekibin, gördüğüm kadarı ile ilk perdenin yarısında
heyecanları çözüldü ve hafif detone olan seslerden, koreografideki
aksaklıklardan kısa bir süre sonra eser kalmadı. Gösteri ilerledikçe de harika
vokaller ve danslar eşliğinde tüm ekip, müzikaldeki hikayenin hakkını vermeye
başladı. Özellikle Rent‘de, bayan vokallerin erkeklerden çok daha güçlü
olduğunu söylemek gerek. Mimi rolündeki Simge Beşiz ve Joanne’yi oynayan Tuğçe
Ceylan’ın seslerinin müzikale çok uyması, aynı zamanda oyuncu seçiminin de
başarılı olduğunu gösteriyor. Gösterinin koreografisinden sorumlu olan Mark
rolündeki Malik Derin Küçümen ve arkadaşı Roger’ı canlandıran Mark Raymund ise,
ilk perdenin tüm kontrolünü ele almış vaziyette, ciddi ve başarılı şekilde
sonuna kadar kendilerini izlettiler. Rent müzikalinin en güzel ve akılda kalıcı
kısmı ise masaların üstünde dans ettikleri kısımdı. Şarkıların seçimleri çok
iyi, fakat kolonlardaki ses düzeyinin biraz fazla olması ve mikrofonların kısık
olması arasındaki teknik uyuşmazlık oyuncuların solo performanslarının
anlaşılabilirliğini azalttı. İlk perdenin diğer dikkat çekenleri ise; Noel Baba
kılıklı bir gay olan Angel’ı canlandıran Köksal Ünal ile lezbiyen çift Maureen &
Joanne’ ı oynayan Elif Mimaroğlu & Tuğçe Ceylan’ın harika performansları
idi. Seasons of Love (Aylardan Aşk) şarkısı ile açılan ilk perde, yine tüm
kadronun birlikte aynı parçayı tekrar seslendirmesi ile kapandı.
West Side Story ise müzikalin ikinci perdesi
idi. Bu defa, ilk perdedeki ufak aksaklıklar, heyecanlar, detone sesler yerini,
harika koreografilerle süslenmiş danslara ve şarkılara bırakıyordu. Sadece biz,
arada bir mikrofondan gelen nefes seslerinden ne kadar yorulduklarını
anlayabiliyorduk, o kadar da olsun artık. 20 küsür kişi atlayıp zıplıyorlar,
dans ediyorlar ve bir yandan da şarkı söylüyorlar, bunlar uzaktan görüldüğü
kadar kolay işler değil maalesef. İkinci perdedeki eğlence, danslardaki ustalık
ve tüm ekibin gösterdiği performans, ilk perdeye göre çok daha başarılıydı.
Maria ve Tony isimli iki aşık gencin olduğu kısımlarda yer alan şarkılar çok
güzeldi ve yine bayan vokalin gücü kendini gösterdi. Maria’yı canlandıran Cansu
Ortaç’ın etkileyici ve güçlü sesi, salonu yıkmayı başardı. Müzikalin
şarkılarını çevirenlerin arasında yer alan ve Tony rolünü başarıyla canlandıran
Ahmet Saruhan Şimşek ise, ikinci perdenin neredeyse başrolünü üstleniyordu. Gösterinin
arasında ve sonlarında çıkan dansları ve şarkılardaki solo başarısı ile gözüme
çarpan iki isim daha vardı; Tuğçe Ayar ve Didem Atasoy. Ayrıca Oya Küçümen’in
abisi, gitar profesörü Cem Küçümen de kısa ama dikkat çeken eğlenceli rolüyle müzikale
ayrı bir renk kattı.
Journey to Broadway’de adını yazmadığım yan
rollerde ve danslarda yer alan tüm oyuncuların da, ayrı ayrı müzikalin her
kısmında çok fazla emeği olduğunu düşünüyorum. Bu arada danslarda en çok
dikkatimi çeken ve mükemmel performansı
ile ön planda olduğunu düşündüğüm, fıldır fıldır dolanan, yerinde durmayan aynı
zamanda müzikalin reji asistanı ve çevirmeni olan, İlayda Türbedar’ı da ayrıca
tebrik etmek gerekiyor; ki çıkışta kuliste ettim J. Müzikalin her
ikisinde de yer alan kostümler çok başarılı, renk uyumları gayet iyi ki, en
azından bu durum sahnenin dekor eksikliğini biraz olsun kapatıyor. Ama eminim
ki, bu kadarı bile kısıtlı imkanlarla yaratıldı ve çok emek verildi. Fakat yine
de oyundaki eksik veya zayıf detayları bilmenin, ilerleyen zamanlardaki yeni
projelere çok katkısı olacaktır.
Her zaman usta oyuncuların yer aldığı
oyunları izlemek değil de, arada bir böyle yarı profesyonel diyebileceğimiz
yetenekli gençlerin oyunlarını, gösterilerini izlemek ve onlara da bir şans
vermek gerektiğini düşünüyorum. Ben şahsen beklediğimden çok daha güzel bir
müzikal izledim. Umarım kendilerini daha fazla geliştirerek, daha sıkı
çalışarak çok daha iyi oyunlar ve müzikaller ortaya çıkarırlar. Türkiye’nin
eksiği olan müzikal türüne de katkıda bulunurlar.
MÜZİK DİREKTÖRÜ: ÇELİK
KASAPOĞLU
PROJE SORUMLUSU: BERGÜZAR ÇELEBİ
KOREOGRAF: MALİK DERİN KÜÇÜMEN
YARDIMCI KOREOGRAF: DİDEM
ATASOY
REJİ:
BARIŞ ARMAN
REJİ ASİSTANI: İLAYDA TÜRBEDAR
IŞIK: ÖNDER ARIK
SES: LOOP PRODUCTION
KOSTÜM: CANSIN ÖNALAN
ÇEVİRİ: ÇELİK KASAPOĞLU, MALİK DERİN KÜÇÜMEN,MARK RAYMUND, İLAYDA TÜRBEDAR,ELİF DOĞAN,AHMET SARUHAN ŞİMŞEK
OYUNCULAR: AHMET
SARUHAN ŞİMŞEK, ATAKAN BÜYÜKBAŞ, AYMİLA TAŞÇI
BERK ALARCİN, CANSIN ÖNALAN, CANSU ORTAÇ, CEREN CAN, DİDEM ATASOY, DOĞANCAN
TURHAN, ELİF DOĞAN, ELİF MİMAROĞLU, İLAYDA TÜRBEDAR, KAAN BÜYÜKBAŞ, KÖKSAL
ÜNAL, LARA NARİN, MALİK DERİN KÜÇÜMEN, MARK RAYMUND, MÜGE OSKAY, OBEN ÖZKAL,
ORKUN ÖZCAN
OZAN FAKIOĞLU, PINAR ÖZBEK, SİMGE BEŞİZ, ŞEBNEM ŞEVİKTÜRK, TANER GÜNGÖR, TUĞÇE
AYAR, TUĞÇE CEYLAN, UMUT DURMUŞ
KONUK SANATÇI: CEM
KÜÇÜMEN
MALİK
DERİN KÜÇÜMEN
S1-
Journey to Broadway müzikali ile ilgili ne gibi çalışmalar yaptınız? Nereden
çıktı bu fikir? Müzikalin tüm organizasyon işini yüklenen birisi olarak, bize biraz
bahseder misiniz?
“Journey to Broadway”, İstanbul Üniversitesi Devlet
Konservatuvarı(İÜDK) Müzikal bölümü mezunlarından Selmin Artemiz’in kendisinin
ve benim de şan hocam olan “Bergüzar Çelebi’nin şan sınıfı konserleri için 2008
yılında bulduğu bir isim. Her sene AKM ve CKM dahil bir çok farklı sahnede
yapılan gösterilerin hepsi, müzikal tiyatro bölümümüzden sadece 10-15 kişilik
bir kadro olarak farklı müzikallerden 15-20 şarkı içeren danslı, birkaç büyük
ensemble parçasına sahip bir kolaj konser formatında sahneleniyordu.
Geçen seneki “Journey to Broadway” ile ilk müzikal
tasarım ve yönetim deneyimimi 2015 Şubat ayında 13 kişilik bir ekiple CKM büyük
sahnede yaşadım. Başarılı bir gösteriydi ama bir şeyler eksikti. Yaz dönemine
geldiğimizde aklımda sorular ve bu sorulara cevaplar oluşmaya başladı.
Bu cevapların birincisi, bir müzikal tiyatro öğrencisi
öncelikle oyuncudur. Güzel şarkı söyleyen ve güzel dans edebilen bir “oyuncu”.
Kolaj konserlerde biz sadece şarkı içinde mizansenler kuran şarkıcılar, bazen
de dansçılardık. Önceliğimiz buna bir çözüm bulmaktı. Fakat baştan sona bir
oyun yapmak bambaşka maddi zorluklara sahip olduğundan; kolaj ile tam oyun
formatlarını füzyonlayıp yeni bir formata imza attık: “Özet müzikaller”. En
unutulmaz şarkıları ve dansları, orijinal sahneleriyle, kostümler ve dekorlarla
birleştiren bir format. Aslında 3 müzikal olarak planlanan projemiz daha
sonrasında çeşitli dramaturjik zorluklardan, şarkılar ve danslar hazır olmasına
rağmen iki perde iki müzikal ve “sürpriz bis” haline dönüştü.(1.Perde Rent, 2.
Perde West Side Story ve Bis: Hairspray”)
İkincisi çeşitli maddi ve organizasyonel
imkansızlıklardan son beş senedir yapılamayan müzikal tiyatro bölüm projesi
(İÜDK tarafından tüm müzikal bölümü olarak yapılan baştan sona bir Broadway
müzikali) yine yapılmayacağı için biz Bergüzar Çelebi’nin şan öğrencileri hariç
koca bir bölüm sahneye çıkamıyordu. İsteğim bu sefer ayrıcalık olmadan tüm
arkadaşlarımla bir şey yapmaktı. Bergüzar hocam’ dan bununla ilgili izini aldım
ve aynı zamanda gösterinin müzik direktörü olan ensemble (koro) hocamız Çelik
Kasapoğlu’yla birlikte projeyi “audition” sistemi ile kaliteyi arttıracak bir
şekilde tüm okula açtık.
Sonuncu ve belki de en önemli soru ise bu proje hangi
dilde olmalıydı. Cevap aşikardı fakat tercümeler büyük bir emek ve zaman
gerektirecekti. Sahneleri, diyalogları tercüme etmek çok zor değildi fakat
şarkı sözlerini prozodiye uygun bir şekilde çevirmek… İşte bu noktada yapılan
iş belki de tüm sahne üstü işinden daha büyük. Başta Çelik Kasapoğlu ve sevgili
İlayda Türbedar olmak üzere kurduğumuz yaratıcı ekip ile günler, geceler
harcadık. Kim bilir belki de zamanında üzerine aylarca yıllarca düşünülmüş,
hepimizin ezbere bildiği, kemikleşmiş unutulmaz İngilizce sözleri Türkçeye
çevirdik. Fakat sonuç istediğimiz gibi oldu. Gerçekten şarkıları söylerken hem
büyük keyif aldık hem de seyirci ilk defa, şarkıları dinlerken sadece güzel
sesler çıktığı için değil, bir şeyler anlattığı için beğendi. Zaten bir müzikal
tiyatro oyunu için aksi kabul edilemez.
Provalarımız Aralık ayında başladı. Haftada 2-3 ile
başlayan provalar Mart ayında haftada 5-6’yı buldu. Belli roller için
mezunlarımızdan misafir oyuncular, başka konservatuarlardan misafir dansçı
arkadaşlarımızı çağırdık. Hatta West Side Story’ deki bir rolü İÜDK Gitar bölümünde
öğretim görevlisi olan babam Cem Küçümen oynadı. Ekibimiz yarı zamanlı bir
bölümden kurulduğundan herkesin başka işleri okulları var. Ben İTÜ’de Kimya
bölümü son sınıf öğrencisiyim. Ekipte doktor mühendis avukat ne ararsanız var.
Sonunda 27 kişilik ekibimiz ile gösteriyi hazırladık. Bu
noktada bazı önemli kişileri unutmamak lazım. Bize çeşitli prova mekanları,
dekorlar ve birçok başka yardımda bulunan, “Rent’teki rolü ile “Benny’miz
sevgili Oben Özkal’a; Işık tasarımında harikalar yaratan ve aslında kendisini
müthiş bir gitarist olarak tanıdığım sevgili Önder Arık’a, Konservatuardan eski
sınıf arkadaşım aynı zamanda “Kazan Dairesi” tiyatro ekibinin kurucusu
rejisörümüz Barış Arman’a çok teşekkür ederim. Sevgili şan hocam Bergüzar
Çelebi ve müzik direktörümüz Çelik Kasapoğlu zaten annem ve abim gibi, onlar
ile beraber yaptık bu projeyi. Son olarak da İstanbul Üniversitesi Devlet
Konservatuarı’na da teşekkürlerimizi unutmamamız lazım. Orası olmasa biz belki
de hiç tanışmayacaktık.
S2-
Neden müzikalde Rent ve West Side Story’ı seçtiniz? Özel bir nedeni var mı?
İşin bu kısmı tamamen, başta ben olmak üzere biz
müzikalcilerin hayalleri. Maalesef Türkiye de sergilenen ve içinde oynadığımız
oyunları biz seçmiyoruz, başkaları seçiyor ve sahneye koyuyor. Bizim oynamayı
hayal ettiğimiz ve bir müzikalcinin “Lifetime checklist”inde “Evet bu rol
oynandı” diye işaretleyeceği oyunlar ve roller.
Rent, gerçekten
müthiş besteleri olan bir oyun ama çok uğraştıran bir dramaturjiye sahip, West
Side Story ise müzikal tiyatro tarihinin en zor danslarına, şan partilerine
sahip bir klasik. Amaç kendimizi çeşitli açılardan zorlayarak geliştirmek ve
dürüst olmak gerekirse manevi açıdan tatmin etmek. Çünkü böyle bir projede
maddi bir tatmin söz konusu değil. Dolayısıyla seyirci değil kendimiz odaklı
bir seçim yaptık.
S3-
Bu kadar kalabalık bir ekibi toplamak ve müzikal konusunda ikna etmek sizi
yordu mu?
Yormak ne kelime perişan etti diyelim. İkna kısmı
kolaydı. Huzurlu ve keyifli çalışan bir grubumuz var, bu işlerle uğraşan ve müsait
zamanı olan herkes böyle bir şeyin parçası olmak ister herhalde. Önemli olan
sonuna kadar dayanmak, zorlu provaları ve hazırlıkları atlatmak. Bu noktada
işin organizasyon kısmı, kriz yönetimi üzerine doktora yapmak gibiydi benim
için. Hele ki işiniz sadece organizasyon değilken, her iki perdede de hatırı
sayılır rolünüz varken. Bir süre kendimi rollerimi ikinci plana atıyor, geri
kalan her şeyin yolunda gitmesini sağlamaya çalışıyordum. Ne aksaklıklar oldu;
önemli rollere sahip arkadaşlarımız bizi yarı yolda bıraktılar, projeyi terk
ettiler. Ama daha iyisini yapacak arkadaşlarımız varmış aramızda onlara fırsat
doğdu. Terör saldırılarından dolayı evlerden çıkamadık haftalarca prova
yapamadık. Koreografileri çalıştırırken sesimi “yüksek” kullandığımdan tabi ki
sonsuz defa sesim kısıldı. Neyse ki gösteriye kadar iyileştim. Geç biten
provalardan dolayı beraber yaşadığım ailemle uzun bir süre akşam yemeği
yiyemedim. Başka arkadaşlarımı, hobilerimi, İTÜ’deki kimya laboratuvarımı ihmal
ettim. Bana göre aldığım konservatuar eğitimimin bir bitirme projesi olmalıydı,
bunun için çeşitli şeylerden feragat etmem gerekti, sonunda da böyle bir
gösteri çıktı. Ama rahatlıkla hepsine değdi diyebilirim.
S4-
Dans provalarınızda başınıza gelen komik veya enteresan olaylar oldu mu?
Dans provaları benim için işin hep en eğlenceli kısmı
zaten. Yeni insanlarla çalışıyorsam çok daha güzel. Dışarda başka türlü
tanıdığınız insanlara kafanızda yarattığınız bir şeyi anlatmaya ve yaptırmaya
çalışıyorsunuz. Tabi genelde hemen anlayamayabiliyorlar, belki de siz düzgün
anlatamıyorsunuz ama sonunda her şey yoluna giriyor. Koreografi yapmak benim
için hep dans etmekten çok daha keyifli olmuştur. Çok çok iddialı değilim, bir
bale ya da dans diplomam yok ama özellikle müzikal tiyatroya has koreografiler
üzerine Türkiye şartlarında bir şeyler üretmeye çalışıyorum.
Özel bir anekdot isterseniz, dans provalarından değil ama
ensemble provalarımızdan birinde çok gülmüştük. Rent müzikalinden Bohem
Hayat(La vie Boheme) isimli parçayı tercüme ederken bir pasajda tıkanmıştık.
Kafiye yapmak için kelimeler uyduruyorduk. Biri Karadeniz(laz) ağzıyla bir şey
söyledi. Kelime kafiye olarak tam oturunca bir anda bütün şarkı karadeniz
parodisine dönüştü. Biri ağzıyla kemençe taklidi yapar, diğerleri horon teper.
Az kalsın tüm müzikali trabzonda geçen bir adaptasyona çeviriyorduk, Çelik
hocamız bizi durdurdu.
Aklımızda şu sözler kaldı: “Hamsi Tava, Hamsi Tava, o
çoktan kizardu, Haberuniz yok mi? Hamsi sezonu bittu”
Orijinali: “Bohem Hayat, Bohem Hayat o çoktan gömüldü,
Haberiniz yok mu? ‘La Boheme’ öldü”
S5-
Özellikle eksik olduğumuz Türkiye’deki müzikal kavramı hakkında ne söyleyeceksin?
Journey to Broadway’i daha geliştirmek ve devamını getirmek gibi bir projeniz
var mı?
Müzikal tiyatro, sayın Hıncal Uluç’un da dediği gibi
İngiltere ve Birleşik Devletler’de medyanın üzerinden gündem belirlediği, sanat
camiasının en yakından takip ettiği sektör iken Türkiye’de insanların çoğuna
sıkıcı gelen bir sanat formu olarak tanınıyor. Neredeyse herkes müzik dinler,
tiyatro ya da film izler ama nedense ikisini bir arada sevmiyor. Öbür yandan
yerli prodüksiyonlar bomboş seyircilere oynarken, Zorlu Center’ın getirdiği
Broadway ya da West End prodüksiyonları 250TL’lik biletlerle full çekiyor.
Buradan bir ders çıkarılması lazım.
Mevcut sorunların kısa listesi şu şekilde. Müzikal
tiyatroya göre sahne yok, ses sistemi yok, ışık yok, dekor yok, makyaj yok.
Daha doğrusu çok sınırlı yerlerde var.
İmkanlara sahip olanlar ise benim şahsi fikrime göre
yanlış seçilmiş prodüksyonlarda halkı dikkatini çekebilmek uğruna yanlış
oyuncuları oynatıyorlar. Eğitim şart dersem komik olacak ama gerçekten eğitim
şart. Bir müzikal tiyatro yıldızının opera, bale ve oyunculuk eğitimi olması
şart. Yoksa seviye vasatı geçemez. Biz sadece yarı zamanlı bir bölümüz ama şu
an İstanbul’daki tüm müzikal tiyatro işlerinin ensemble’ larında ağırlıklı
olarak bizim okulun mezunlarını görmeniz mümkün. Diğer taraftan yapılan işlerin
kalitesi ve prodüksyon seviyeleri Broadway, West End ve Zorlu’ya gelen yabancı
ekiplerden çok farklı bir boyutta. Sebep ülkedeki müzikal oyuncu kadrosu ve
teknik yetersizlikler.
Birinci öncelik tam zamanlı bir bölüm. Zamanında varmış,
mesela Halit Ergenç tam zamanlı bir müzikal mezunu. Özellikle doğru akademisyen
kadroları ile bütçesi olan okullar, her sene sonunda staj niteliği taşıyan
projeler, prodüksiyonlar yaparlarsa profesyonel seviyede oyunların da kalitesi
artacaktır. Buna bağlı olarak profesyonel ses firmaları ekipmanlarını müzikal
tiyatro ihtiyaçlarına göre genişletecektir. Sahneler farkı teknolojilere
yönelecektir. Her şey pozitif geribildirim ile kartopu gibi büyüyüp gelişir.
Müzikal tiyatro bence çağımızın sanat formu. Müzik dans
ve tiyatroyu, teknoloji ile birleştirip çılgın prodüksiyonları ortaya çıkartan
bir sanat. Müzikal tiyatronun “Oscar”ı olan “Tony” ödüllerini izleyip bir fikir
alabilirsiniz. İşler böyle olursa seyircinin sıkılmaya lüksü olmaz. Sahneler
dolar taşar.
Bana sorarsanız işler umut verici şekilde ilerlemekte.
Ben bu alanda profesyonel bir kariyer yapar mıyım bilmiyorum ama yaparsam
alacağım kıstas belli. Konservatuardan eski sınıf arkadaşlarımın Devlet
Tiyatrosu bünyesinde yaptıkları “Sidikli Kasabası” isimli Broadway müzikali
Türkiye de bu işe bir çıta koydu ve iki sene kapalı gişe oynayarak sorunun
seyircide olmadığını kanıtladı. Burada mesuliyet oyuncular ve prodüksiyonlarda.
Doğru yer ve zamanda doğru işi bulursanız seyirci gelir. Müzikallerin sayısı bu
günlerde oldukça arttı. Biz de buna Journey to Broadway ile katkıda bulunduk ve
konulan çıtaya yaklaşmaya çalıştık. Mayıs ayında iki gösteri daha yapmayı
planlıyoruz. Önümüzdeki sezon ise bu ekipten baştan sona bir Broadway müzikali
bekleyebilirsiniz.
Bu Yazım Popüler Sinema da yayınlanmıştır.