Finaliyle
izleyeni sarsan film Incendies (İçimdeki Yangın), Prisoners ve Enemy gibi
çarpıcı filmlere imza atan yönetmen Denis
Villeneuve, bu kez farklı bir yapımla
karşımızda. Ağır yol alan, aksiyondan çok gerilime ve dramaya yönelmiş
bir film Sicario.
Güzel bir baskın sahnesiyle açılan
ve içinde Heat’deki kadar sıkı bir çatışma sahnesi barındıran Sicario,
seyirciyi ister istemez aksiyona yönelik beklenti içine soksa da, maalesef böyle
bir durum gerçekleşemiyor. Daha çok karakter odaklı bir film olmasından dolayı,
baştan sona kadar gergin kalmamıza değecek bir tempoyla da karşılaşamıyoruz.
Başroldeki kadın karakterimiz
Kate ( Emily Blunt), aşırı gergin geçen bu baskının ardından kaybettiği arkadaşlarının
acısından ve hırsından dolayı Meksika’daki uyuşturucu kartellerin başını yok
etmeye yönelik özel bir ekibe katılır. FBI ajanı olan Kate gönüllü olarak
katıldığı bu ekibin başında bulunan ağzından laf çıkmayan sadece emir veren
sevimsiz Matt ( Josh brolin)’e ve operasyonda yer alan gizemli bir kişiğe sahip
olan Alejandro( Benicio Del Toro) ‘ya istemeden de olsa katlanmak zorunda
kalır. Oldukça iyi planlanmış bir harekat doğrultusunda Meksika’ya doğru yola
çıkan ekibin içindeki Ajejandro’nun asıl göreve katılma amacı geçmişiyle ilgili
bir davayı sonuçlandırmaktır.
Sürekli kendini sorgulayan,
psikolojisi başındaki bu iki adam tarafından devamlı bozulan, idealleri için
uğraşıp duran Kate’in şaşkın şaşkın bakışlarıyla başlayan film, yine şaşkın bir
haliyle son buluyor. Devamlı içinde bulunduğu ortamla çatışan ve aradığı gibi
bir görevle karşılaşamayan Kate, ne yapacağını şaşırmış aksak bir FBI ajanı
olarak devamlı oradan oraya savrulup duruyor. Film boyunca ne yaptı, ne katkısı
oldu operasyona derseniz, cevap HİÇ. Kate’in bu kadar beceriksiz ve ezik
vaziyette bulundurulmasına neden olan bu operasyonun sırrı, sonlara doğru her ne
kadar açığa çıksa da bu durum, seyirciyle Kate’in arasındaki bağı asla
kuvvetlendiremiyor. Josh Brolin ve Del Toro filmin en güçlü iki rolünü
sırtlanmış bir vaziyette adeta döktürüyorlar. Matt’in ukala ve bilmiş
tavırlarını, Alejandro’nun ise sır perdesi şekline büründüğü tetikçi
karakterinin yarattığı gergin halleri, baştan sona dikkate alınır bir vaziyette
seyirciyi ele geçiriyor. Özellikle Del Toro, tetikçi rolü için biçilmiş bir
kaftan. Filmin başından sonuna kadar yarattığı gizemi, dikkatli bakışları,
ağzından çıkan az ama öz lafları ve özellikle en önemli final sahnesindeki
sarsıcı ve gerilim yüklü performansı ile Alejandro karakterinin kolay kolay
unutulmayacağı kesin.
Meksika’da bu tip kartel ve
uyuşturucu işlerinin nasıl yürüdüğünü, hükümet ve polisinde ne gibi işler
karıştırdığını açık seçik anlatarak bu konuya yönelik tonlarca mesajı içinde barındıran
Sicario, daha önce hiç işlenmemiş bir konuya sahip değil. Defalarca bu tip
senaryolarla karşılaşmış olmamıza rağmen bu kadar güçlü oyunculuklar, alacakaranlıkta
çekilmiş şiir gibi görüntüler ve arka plandaki şahane müzikler işin içine
girince Sicario, ister istemez hepsinden çok daha ön plana çıkıyor. Operasyon
sırasındaki gece görüşü-termal gözlüklerle çekilmiş sahnelere ve tüneldeki detaya
fazla girilmeden ortaya çıkan çatışma görüntülerine baktığımızda görüntü
yönetmenin çok iyi iş çıkarttığını görüyoruz.
Sonuç olarak Sicario
(Tetikçi anlamında), kirli işlerin ve geçmişte kalan hesaplaşmaların anlatıldığı,
neredeyse belgesel şekline bürünmüş bir suç draması. Benicio Del Toro’yu ön
plana çıkartarak filmografisinde güçlü bir yere taşıyan, düşük tempolu ve karakterler
üzerine kurulmuş olan Sicario, True Detective’in ağırlığına sahip fazla
abartılacak bir yanı olmayan normal düzeyde bir film.
Bu Yazım Popüler Sinema da yayınlanmıştır.