25 Mart 2017

Collide


Daha önce fazla duyulmamış Shifty ve Welcome to the Punch gibi sıradan filmlere imza atmış olan İngiliz yönetmen Eran Creevy, bu defa Collide (Otoban) ile aksiyonun sınırlarını zorlamayı deniyor. Nefes kesen araba sahneleriyle kaplı filmin arka planında gerçekten iyi bir ekibin yer aldığı aşikar. The Dark Knight Rises ve Inception'daki dublör koordinatörü Tom Struthers ile Skyfall ve Fast & Furious 6 filmlerinin araba sürüş dublörü Ben Collins bu sahnelerin en önemli liderleri.

İngiliz-Alman ortak yapımı olan Collide, klişe bir aşk hikayesini Alman otobanlarına taşıyan temposu yüksek bir film. Konusu ise şöyle; Köln’de gezinen Amerikan hırsızı Casey (Nicholas Hoult), Juliette (Felicity Jones) adında bir kızla tanışır. Kızın yakalandığı hastalığı öğrenince ameliyat için gerekli parayı temin etmek üzere eski alışkanlığına son kez geri döner. Daha önce çalıştığı patronu Geran (Ben Kingsley) ile tehlikeli bir anlaşma yapan Casey’in görevi, acımasız Alman gangster Hegan (Anthony Hopkins)’ın elinden mallarını çalmaktır.

Collide, kesinlikle çok hareketli ve enerjisi yüksek bir film. Aksiyon durmak bilmiyor, fakat yönetmen, hızlı ve gerilimi bol bir film yaratmak isterken, ciddiyetten tamamen uzaklaşmış. Bunun nedeni, hem karakterler arasındaki uyumsuzluk, hem de fazlasıyla mantık dışı sahnelerin yer alması. Hızlı ve Öfkeli serisinde sıkça karşılaştığımız patlayan ve takla atan arabaların enkazından çiziksiz ve kansız çıkabilme yeteneği bu filmde de bolca mevcut. Casey, dakika başı araba parçalıyor ondan ona biniyor, kaçıyor ve kurşunlara asla hedef olmuyor. Aptalca gözüken fazlasıyla sahne mevcut, fakat bu sahneler filmin seyir zevkini köreltmiyor, sadece filmi sıradan ve eğlenceli bir hale dönüştürüyor. Olay yerine polisin daima geç geldiği ve hız sınırının yok olduğu bir otobanda geçen Collide’de, yeni parlamaya başlayan Hoult ve Jones ikilisinin uyuşmazlığı da fazla göze çarpıyor. Mad Max: Fury Road ve Rogue One gibi yüksek bütçeli filmlerde karşımıza çıkan iki oyuncunun, böylesine tv dizisi kılıklı yavan bir yapımda sahte duran iki karaktere bürünmeleri ne derece doğru bilinmez. Bu ikiliyi geçtik, filmin gangsterlerine hayat veren Hopkins & Kingsley gibi Oscarlı en iyi karakter oyuncularının bu filmde işi ne peki? Belki de arada eğlence olsun diye bu tip filmlere katkıda bulunuyorlar. Gerçi Ben Kingsley, Iron Man 3’deki Mandarin karakterini andıran yine çılgın ve deli dolu haliyle filme eğlence katmayı başarıyor. Hopkins ise az ve öz rolünün hakkını tabii ki vermiş.

Yüksek hızdaki araba takip sahneleri ile anılacak olan Collide, içinde türk oyuncunun da yer aldığı Almanların ünlü tv dizisi Alarm for Cobra 11 (Kobra Takibi) ile fazlasıyla benzerlik taşıyor. Hatta bu filmde Kobra Takibi’nde oynamış bir türk oyuncu da yer almış. Bir zamanların vizyon harici sadece video için çekilen vasat ve klişe aksiyon filmleriyle aynı izleri taşıyan Collide’i tavsiye etmek çok doğru değil. Ama iyi vakit geçsin, kafamı dağıtayım, memleketin sıkıntılı durumundan biraz uzak kalayım derseniz keyifli gelebilir.


Bu Yazım Popüler Sinema da yayınlanmıştır. 

19 Mart 2017

ADAM MARCUS ile Röportaj


Sean S. Cunningham’ın, 1980 yılında 13. Cuma’yı ortaya çıkardığında peşinden gelecek başarıyı ve yarattığı Jason Voorhees karakterinin yıllar boyu bir korku ikonu olacağını hayal bile ettiğini sanmıyorum. Toplamda 12 filmi çekilen ve dünya çapında büyük bir hasılat yakalayan 13.Cuma serisi, ardında pek çok da ceset bıraktı. Jason Voorhees hikayesinin başlangıç yeri olan ve gençlerin kamp yaptığı Crystal Lake bile günümüzde halen en çok konuşulan korku bölgesi. Bu kampa gelenler ne yazık ki seri katil Jason’ın elinden asla kurtulamadı. Evlerinizin kapısını kitleyin, çadırınızdan çıkmayın ve arabanıza doğru hızlı koşun!. Çünkü çağımızın en büyük korku adamı Jason, elinde uzun bıçağı ile peşinizde. Yapacak pek de bir şey yok aslında, Jason’a ne yaparsanız yapın o diğer filmde yine hayatta. Hatta şehir hayatından sıkılıp Manhattan’a, oradan da uzaya bile gitmişliği var. Yalnız ortada şöyle bir gerçek var ki; Jason’ın hayatta kalması seyircinin fanatikliğine ve isteğine bağlı. Onlar Jason’ı korku kralı yaptıkları müddetçe, senaristler sayesinde tekrardan bir şekilde canlandırıldı. Farklı yönetmenler farklı kurgularla Jason’ı tekrardan ortaya çıkarıp ya da ruhunu yaşatıp seri katil formatından kopartmadılar. Günümüzden 400 yıl sonra geçen bir hikayede (Jason X), uzay gemisinde yarı makine şeklinde Jason bile izledik. Hatta rüyaların seri katili Freddy ile de kapıştı. 13. Cuma serisi 4. filmden sonra artık biraz daha ilginç olmaya başladı. Ölmek bilmeyen maskeli katilimiz Jason’ın lanetli katil ruhu, 9. film olan Jason Goes to Hell: The Final Friday’de vücuttan vücuda geçerek farklı kişileri ele geçirdi. Bu filmin yönetmeni Adam Marcus yaptığım bu röportajda sadece kendi filminin detaylarını değil, Jason karakteri hakkında bilinmeyenleri de anlattı.

Korku/gerilim filmlerine olan düşkünlüğümü, farklı site ve dergilerde yazdığım inceleme, eleştiri ve dosya türündeki yazılarla pekiştirirken, uzun zamandır yerli/yabancı yönetmen/oyuncularla yaptığım röportajlara da yer vermekteyim. Adam Marcus beni kırmadı ve SFX dergisinde yayınlanmak üzere sorduğum soruları içtenlikle cevapladı. Kendisine hem çok teşekkür ediyor hem de yeni korku filmi Secret Santa için başarılar diliyorum.



Korcan E.- Jason Goes To Hell: The Final Friday İlk yönetmenlik deneyiminiz. Başlangıç olarak neden 13.Cuma gibi kült bir serinin devam filmini seçtiniz?

Adam M.– Aslında daha çok Friday beni seçti diyebiliriz. Daha 10 yaşındayken ilk filmden itibaren filmle aramızda bir bağ vardı. Sean S.Cunningham’ın oğlu, Noel ve ben çocukken birbirimizin en yakın arkadaşlarıydık. Ve böylece hep Cunninghamlar’la birlikteydim. Aslında Friday the 13 th, Spring Break ve yaptıkları diğer işlerin birçoğunun yapım sürecinde yoğun bir şekilde onlar için çalıştım. Daha ilk günden işe karışmış buldum kendimi. Gençlik dönemimizde Sean ve Wes Craven’le birlikte bir sürü okumalar yaptım. Onların üzerinde çalıştığı Cunningham’ın senaryo metinlerini okumaya alışmıştım. Hep bir şekilde bu işe dâhil oluyordum.
Sean, ben Connecticut’ta ilk tiyatro şirketimi finanse ederken  -ki bu şirket benim NYU’ya gitmeden önce uzun yıllar boyunca yürüttüğüm, en iyi film ödülünü kazanan öğrenci filmimi yaptığım şirket- inanılmaz yardımcı oldu. Bu film görünürde Jason Goes to Hell işini kazandırdı bana. Çok büyük bir “Friday” hayranıydım bu noktada. Filmlerin her bölümüne, her satırına hâkimdim. NUY’a birlikte gittiğim yazı partnerim Dean Lorey de büyük bir korku hayranıydı. Sonrasında mezun olduğumda Sean S.Cunningham LA’a gelmemi, bir yıllığına onun kölesi olmamı, böylelikle bir şeyi yönetmek için bana bir şans vereceğini söyledi. LA’dayken yapımcı olarak ilk uzun metraj filmime başladım. Sonuç ürünü My Boyfriend’s Back olan Johnny Zombie adında ufak bir film. Disney filmi, benim yazı partnerim Dean’in metinine göre yaptı. Bu fimi yönetecektim ama çok da heveslisi değildim. Bu yüzden Sean da beni başka bir göreve atadı. New Line’ın “Friday Franchise”ın kullanım haklarına ihtiyacı olduğunu söyledi bana. Sonrasında da bir şekilde hokey maskesini filmden çıkarabilmenin bir yolunu bulup bulamayacağımı, böylece filmi hem yazıp hem yönetebileceğimi söyledi. 2 gün sonra sürecin sonucunda Jason Goes to Hell’e dönüşecek taslağı yazdım. İşi aldığımda 21 yaşındaydım. Filmi çektiğimde ise 23.

Korcan E.- Jason’ın lanetinin vücuttan vücuda geçişi oldukça kötü eleştirilere maruz kaldı. Neden Jason karakterini devam ettirmediniz ve böyle bir seçim yaptınız?

Adam M.– Sean S. Cunningham hokey maskesinden ciddi anlamda nefret ediyordu ve bu maskeyi filmden çıkarmak istedi. Bu nedenle vücut olayı maskeden kurtulmanın zorunluluğundan doğdu. Ama ben katil olarak Jason’ı filmde tutmak istedim. Arka plan hikâyesini anlatabileceğimizi ve The Thing’deki gibi vücut değiştirmelerle saklanan Jason’ı daha sinsi bir varlığa dönüştürebileceğimizi hissettim. Benim en büyük problemim şimdiye kadar olan filmlerde hiç kimsenin 50ler’de  boğulan çocuğun nasıl birden gölden fırlayıp çıktığı, çıktığında ise nasıl hala bir çocuk olduğu, yalnızca birkaç hafta içinde nasıl yetişkin bir insan vücuduna evrildiği ve hatta birkaç ay sonra nasıl olup da dev boyutunda bir güreşçiye dönüştüğünün anlatılmamış olmasıydı. Yani bunun bir açıklaması olmalıydı. Bu nedenle ben de bir açıklama arayışına girdim. Evil Dead’deki “Ölülerin Kitabı” da bu şekilde girdi filme. Fikir şöyleydi: Jason’ın annesi Pamela geçmişte karanlıkla bir anlaşma yapmıştır. Böylece sevgili oğlu ona geri döner, ama yaşayan bir ölü olarak. Zombie gibi değil, çok daha kötü bir varlık olarak, ve bu onu Cehennem’in Suikastçisi yapar. Vücudun sıçramasının da sebebi bu.
Fanların ya da eleştirmenlerin reaksiyonundan gördüğüm kadarıyla ben böyle yorumluyorum olanları. Eğer profesyonel güreşçi olan hokey maskeli bir adamın olduğu bir film görmek istiyorsan Jason Goes to Hell’den önce 6 tane film var senin için: 2 tanesi Jason’lı, 1 tanesi Jason kılığına bürünmüş bir ambulans şoförlü, 3 tane de zombi Jason’lı. Bunların arasındaki tek gerçek bağ hepsinin hokey maskesi takıyor oluşundan ibaret. Bunu göz önünde bulundurduğumuzda benim filmim de Jason karakterini içeriyor. Yalnızca farklı bir maske takıyor ki bu durum da filmi daha zengin bir yola sokuyor. Gerçekten herkesin istediği sadece maske mi? Filmin fanlarının gerçekten tek görmek istediği bir grup karakter yığınını alt eden Jason mı? Hiç merak etmiyorlar mı bu Jason aslında kimdir, nedir? Jason filmlerin hep hayranı oldum ve bir fan olarak daha fazlasını istedim. Bu nedenle de hayranlara daha fazlasını verecek bir kurgu yarattım. Onlara açıklamalar ve yanında yeni zorluklar, sorular getirecek bir şekilde muamele edilmesini istedim, daha zengin karakter arka plan hikayeleriyle mesela. Jason’ın marifetlerinin gerçek açıklaması ve kötülüğün çekirdeğiyle ya da. İzleyicilere şimdiye kadar beklediğim, merak ettiğim her şeyi vermek istedim. Her film sevgi ve nefretle karşılanacaktır ve bu normaldir. Aslında bir yandan da harikadır. Bu sanatın doğasında olan bir şey. Sanat her zaman eleştirilerle vardır. Eleştirmenlerimden istediğim tek şey filme bir kez daha bakmaları, bu kez her sahnede hokey maskesi görmemenin vermiş olduğu öfkenin dağılmış haliyle. Sadece bizim yaptığımız gibi filme odaklanarak. Hatırladığınızdan daha iyi yaşlanmış mı yaşlanmamış mı bir görün. Ve hala beğenmiyorsanız, sorun değil.


Korcan E. - Jason Goes To Hell: The Final Friday’in başlangıcı ile önceki filmin finali arasındaki kopukluğun sebebi nedir?

Adam M.– Sean, Jason Takes Manhattan’dan nefret etti. Ciddi anlamda tiksindi. Aslında, film üzerinde çalışanlardan hiçbirimiz öyle büyük bir hayranı değildik. Jason hiçbir zaman Manhattan’ı ele geçiremedi. Botla Vancouver’a gitti ve Times Meydanı’nda 2 dakika geçirdi. O filmde bazı öldürme sahneleri harikaydı ve birkaç karakter başarılıydı. Ama bütüncül bakarsak serinin en iyilerinden değildi. Bana o filmi boşvermem söylenildi. Varolduğunu bile unutturacak şekilde hem de. Gerçek bu ve ben de henüz 21 yaşındaydım, söylenileni yaptım.

Korcan E.- Jason Goes To Hell: The Final Friday filmindeki ölüm sahneleri diğer filmlere göre fazlasıyla kanlı. Bu sahneleri çekmek titizlik gerektiren bir makyaj istiyor. Bu çekimler sırasında cast ekibi ile yaşadığınız ilginç veya komik olaylar var mı?

Adam M.Filmlerdeki kariyerim FX’de başladı. New York’da birkaç makyaj sanatçısının altında çalıştım. Goodfellas ve Bonfire of the Vanities gibi filmlerde imzası bulunan Manhattan bağlantılı R/Greenberg firmasında Robert Greenberg altında eğitim aldım. Bu nedenle Jason Goes to Hell’de en sevdiğim şeylerden biri aynı zamanda en iyi arkadaşlarımdan biri olan KNB’nin ve Creature Corps’ın efsanevi ünlüsü Bob Kurtzman ile ölüm sahnelerini tasarlamaktı. Bob ve ben görüntüler üzerinde yorgunluk nedir bilmeden saatlerce çalıştık. Sonrasında da KNB’nin harika ekibi işe başladı ve en akılalmaz ölüm sahnelerini gerçekleştirdi. Serinin en iyilerini diyorum, evet! Basit bir kesme-biçme olmayacaktı, hayır efendim. Bu ölüm sahneleri çılgınca! Tanrı aşkına, adamın biri eriyor filmde! ERİYOR! Bir noktada KNB’deki çocuklar FX’i giydirmeye yardım etmeye bayıldığımı fark ettiler ve KNB’nin B’si Howard Berger bana sette giyebileceğim bol gözlü bir kemerli kılıf yaptı. Bir gözde yapay kan diğer gözde vücut parçaları vs. vardı. Çeşitli sıvıları kaçık ve sapık bir mahkûm gibi etrafa fışkırtabileceğim 2 tane kepçem vardı. Harikaydı! Jason’ı cehenneme çektiğimiz sahnede bir sürü büyük kilden yapılmış kollar vardı. Bir noktada bu kollar muhteşem John D. Lemay tarafından canlandırılınan filmin kahramanı Steven’ı yakalamaya ve aynı zamanda cehenneme çekmeye başladı. Yani yüzeyde kelimenin tam anlamıyla bütün ellere ihtiyacımız vardı. Bu yüzden Greg Nicotero ile kolların nasıl oynatılması gerektiğini göstermek için platformun altına geçtik. Tek problem ise tuttuğumuz şeyin ne olduğunu görmememizdi. Filmin bir yerinde görebileceğiniz gibi kilden kollardan biri John’un poposunu diğeri de kasıklarını tuttu. Poposundaki el Greg’in, kasıklarındaki el ise benim. Ah, film yapımı...

Korcan E.- Neden yönetmenliğe korku filmleri ile devam etmediniz?

Adam M.– Bana birçok korku filmi geldi. Ama hepsi devam filmiydi ve her yaptığım filmin bir parça numarası olmasını istemedim. Hepsini geri çevirdim bu yüzden. Ayrıca Jason Goes to Hell’i bitirmemin hemen ardından New Deal ile 3 bölümlü bir iş teklifi de aldım. Ted Turner stüdyoyu satın almasıyla ve korku türünden çok epik filmlere ağırlık vermek istemesiyle iptal oldu bu iş de. İşe de yaradı. Sonunda Paramount, Fox, RKO ve Lionsgate’in içinde bulunduğu farklı stüdyolara birçok ürün satma imkânım oldu. Ama ben yönetmen olarak beni heyecanlandıran hikâyeler anlatmak istiyordum. Bu nedenle bir romantik komedi ve bir modern western filmi yaptım ve yaratıcılık olarak beni mutlu eden filmler üretmeye devam ettim. Film yapımcılığındaki olay da bu. Yıllarca raflarda kalabilecek bir şey üretiyorsunuz. Belki de uzun yıllarca. Benim parlak partnerim Debra Sullivan(aynı zamanda bir erkeğin evlenebileceği en harika eş oluyor kendisi) ile yazdığım senaryo Momentum geçen sene çekildi. Filmi 22 yıl önce yazmıştık! Korku türüne dönüşümü önümüzdeki sene oldukça büyük bir şekilde yapıyorum, ama sanırım bu konuya röportajın ilerleyen zamanlarında değineceğim.

Korcan E.- Sizce Jason’nin yıllardır çok sevilen bir korku karakteri olmasındaki etken nedir?

Adam M.Bence Jason’ın bu kadar sevilmesi direkt stili ve yapısı. O öldürür. Bu kadar. Bunun dışında pek bir şey yapmaz. Jaws’daki köpek balığı gibidir o. Onun bahçesine girersen ölürsün. Ayrıca inanılmaz bir şiddete maruz kalmış ve intikam arayan bir çocuk o.  Burada diğer çocukların küçümsemeyle ve rehberlerinin korumayla muamele ettiği sevimli, engelli bir çocuk var. Bu çocuk ölüyor ve annesi öcünü almak için ortaya çıkıyor. Sonra o da bu kahrolası rehberlerden biri tarafından öldürülüyor. Böylece Jason intikam şeytanına dönüşüyor. Gayet basit! Sonra bu canavarı şehre inip kötü davranışlı ergenleri ve boş konuşan yetişkinlerin üstünde izliyoruz. O bütün ergenlerin öfkesinin ete kemiğe bürünmüş hali. Sanırım bu nedenle onu bu kadar çok seviyoruz.

Korcan E.- Yıllar sonra Texas Chainsaw 3D (2013) filminin senaryosunu yazdınız. Yeniden korku filmlerine dönmeyi düşünüyor musunuz? Yeni projeleriniz var mı?

Adam M.– Bu soruya geri döneceğimizi biliyordum! Öncelikle Texas Chainsaw birkaç sebepten dolayı harikaydı: Birincisi, Lionsgate’de çok sevdiğimiz harika insanlarla çalışma fırsatımız oldu. Konu tür filmleri olunca Lionsgate altın standartlara sahip. Gerçekten inanılmaz. Chainsaw’ın ikinci yaptığı ise bizi partnerim Debra ve benim yazdığımız ve yapımcılığını yaptığımız içerikte daha fazla kontrole sahip olma kararına itmesi. Çünkü Chainsaw’ı gördüğümüzde yönetmen ve onun bir arkadaşı yazdığımız birkaç şeyi orijinal bütçenin yarısından daha azıyla çekebilmek için değiştirmişti. Böylece de filmin anlamını yitirmesine sebep olacak bir sürü –hatta en iyi- parçaları atmış oluyorlardı. Üstünde oynanmış bir senaryo yüzünden kötü eleştiri almak pek umrumda olmaz. Bu nedenle Debra ve ben en iyi arkadaşlarımızlarından biri olan Bryan Sexton ile birlikte yeni bir şirket kurduk.  Birlikte Skeleton Crew’ı şekillendirdik.
Skeleton Crew; Deb, Bryan ve ben Val Kilmer ile yıllar önce “Conspiracy” adında bir film yaparken tanıştığımızda kuruldu. Bu filmi çekiyorduk ve filmde çalışan insanlar olarak hayatımızdan nefret ediyorduk. Sonra dedim ki “Niye gerçekte başarılı olmanın tek yolu olan kendi işimizi yapmak varken, içerikte söz sahibi olmadığımız işlerin peşinden koşuyoruz?” Bryan ve Debra da kabul etti bu durumu ve kendi firmamızı kurduk. Diğer bir sebep ise “Bizim endüstirinin Roger Corman’ı nerede?” sorusuydu. Bir filme milyon dolarlar yatırmadan yeni yeteneklerin önünü açacak insanlar kimlerdi? Eğer bir korku filmi çok fazla bilgisayar destekli imajlar içeriyorsa bu korku filmi yapmayı unutmuş birileri demektir. Evil Dead’i milyon dolarlık efektler kullanmadan, işini yapmak için can atan genç makyaj sanatçılarıyla da çekebilirsin. Ayrıca hepimiz biliyoruz ki bazı yazarlar bir sürü filmin senaryosunu yazmışlar ama kendi yönettikleri bir tane bile filmleri yok. Bu nedenle Skeleton Crew ile yola koyulduk. 3 ana bölümümüz vardı: TV, şu an gerçekleşen 2 tane TV programımız var ama hala görüşmeler devam ettiği için hangileri olduğunu söyleyemiyorum. Daha büyük bütçeli bölümlerimiz de var. Birkaç görselimiz var bu konuda, biri de Lionsgate ile, çok heyecan verici hatta. Ocak gibi çekimlerine başlanılacak. Bir de çok küçük bütçeli bir bölümümüz var ki o da insanlara hayalindeki işi yapmak için fırsat oluşturacak, kariyerlerini başlatacak minik bir filmi çekmeleri için yardımcı olacak.
20 yılı aşkın süredir çektiğim filmlerin yanı sıra oyunculuk, senaryo yazımı ve yönetmenlik üzerine eğitim veriyorum. Her hafta çalıştığım 60’dan fazla öğrencim var. Bazıları Los Angeles’ın en iyi aktörleri. İnanılmaz derecede başarılılar. Birçoğunu görür görmez tanırsınız. Çoğu genelde ufak TV konuk oyuncusu, ya da filmlerde ufak rollerde çalışıyor. Başarılarının hakettiği asıl büyük rollerde göremiyoruz onları. Bu nedenle küçük bütçeli bir filme bir yönetmen getirdiğimiz zaman şöyle diyorum: “65 tane oyuncu senin emrinde. Bir bak bakalım, oyuncu ekibimiz bu.” Christopher Guest’in yapmadığı bir şey değil bu. 14-75 yaş arası değişen bu şahane insan grubu var elimde. Çoklu etnik ve kültürel altyapıya sahip bu harika grup neredeyse her şeyi yapabiliyor. Bu noktada yapılması gereken onlara hayatlarının rolü olabilecek fırsatı vermek. Gerçekten bu insanlara fırsat vermekle alakalı. Skeleton Crew şu anda korku-gerilim filmlerine odaklanmış durumda fakat alanımızı genişletiyoruz. Bir aşk hikayesi, bir bilimkurgu-komedi ve hatta bir müzikal filmimiz var önümüzde. Ülke genelinde farklı işlerimiz var, hatta bir projemiz yarı İspanyolca yarı İngilizce olacak.
Ve bunu kanıtlamak için başlangıç olarak neredeyse yok denecek kadar az zaman ve bütçeyle 2 film çekiyorum. Biri oldukça hardcore bir gerilim. Dread adındaki bu filmi yılın ilerleyen zamanlarında çekiyor olacağım. Ama öncelik Secret Santa adında Ocak’ta çektiğim yeni korku filmimiz. Secret Santa, Skeleton Crew’in ilk filmi. Karımla yazdık, ben de yönettim. Prodüksiyon kısmıyla da mükemmel yapım ortağımız Bryax Sexton ilgilendi. Bu benim dönüş korku filmim olacak. Ve Jason Goes to Hell’deki gibi tamamıyla “gore” bir film yaparken komedi unsurlarına da yer verecek. Yani gerçekten çok “gore” ve kafayı yemiş bir filmden bahsediyorum. Noel’de birbirinden nefret edenler insanlar bir yemekte bir araya geldiğindeki gibi, pis pis sırıtan ve tatilin hatırına birbirine katlanan insanlardan oluşmuş gibi. Bu gecenin farklı olması dışında tabii… Bu gece herkes bilinmeyen bir sebepten ötürü birbiri hakkında ne düşündüklerini söylemeye karar verir. Bunca yıldır gizlenen gerçekler birden masaya dökülür. İstediklerini söylemeye başladıktan sonra istediğini yapmanın da önü açılır. Mesela ırkçı sözlerinden dolayı amcanı öldürmek mi istiyorsun? Durma, devam et, öldür! Kardeşine sözlerini yedirmek mi istiyorsun? Ya da kendi dilini yedirmek? Çok basit, yaptır. Kendileri aynı seçimi yapmışken senin hayatınla ilgili seçimlerini yapmanı engelleyen anne-babanı parçalara mı ayırmak istiyorsun? Sadece onlara denemek ve seni durdurmaları için izin ver. Secret Santa sosyal hayat için ardına saklandığımız davranışlarımızda ve gerçekte içimizde barındırdığımız hislerde gizli: korkunç, gözünü kan bürümüş ve çarpık… Kısacası August:Osage Country.2’nin dişli hali. Hiç daha önce yaptığım bir film için bu kadar heyecanlanmadım. Ayrıca filmde benimle çalışan harika ve başarılı arkadaşlarım oldu. Bob Kurtzman ve Creature Corps Ohio’dan kalktı geldi ve sadece film yapma aşkıyla bu filmde bizimle beraber çalıştı. Yalnızca filmdeki bütün efektleri yapmakla kalmadı, ayrıca ikinci kamerayla çekim yaptı ve baş yapımcım oldu. FX’de çalışan mükemmel film yapımcısı ve aynı zamanda arkadaşım olan Jason Honeycutt filmi çekti. Soundtrack albümümüzü de son 25 yıldır dostum olan, günümüzde de Guardians of Galaxy 2 ve Fast and Furious 8 gibi filmlere büyük ölçekli destekleri olan ama aslında öfkeli bir müzik dâhisi Timothy Ellers yaptı. Bu albüm Skeleton Crew Records etiketiyle çift albüm olarak yayımlanacak.
Söylediğim gibi, bu firma insanların asıl yapmak için doğduğu işleri gerekli yaratıcılık ve desteğin olduğu bir ortamda yapmaları için bir şans. Bir film yapımcısı olarak bu, her zaman yapmak istediğim bir şeydi. Diğer sanatçılara hayallerini yaşamak için bir şans vermek yani.

Korcan E.-  En beğendiğiniz korku filmlerini yazar mısınız?

Adam M.– Özel bir sıralama olmadan: The Exorcist, Rosemary’s Baby, Inside, The Thing, Jaws, Evil Dead (orijinal), The Ring, Suspiria, Videodrome, You’re Next, An American Werewolf in London, Halloween, Friday the 13th Part 6, Demons, A Nightmare on Elm Street (Orijinal), Poltergeist (Orijinal), High Tension, The Black Cat (Orijinal), Carrie (Orijinal), The Brood, The Tenant.  Ve şu anda aklıma gelmeyen yaklaşık 100 film daha. Korku türüne bayılıyorum. Hem de hepsine!

Bu Yazım SFX dergisinin Şubat 2017 sayısında yayınlanmıştır. 





12 Mart 2017

Kong: Skull Island


Siyah-beyaz versiyonla başlayan dev goril King Kong efsanesi yıllar boyu farklı çevrimleriyle izleyicinin karşısına çıkmıştı. Teknolojinin hız kesmeden ilerleyişi ve görsel efektlerin durdurulamayan başarısı, King Kong’u da olumlu etkiledi. Her çekilen filmde dev goril bir öncekinden daha gerçekçi bir halde karşımıza çıktı. Jordan Vogt-Roberts’ın elinden çıkan son versiyon Kong: Skull Island (Kong: Kafatası Adası)’da gorilin boyutu diğer filmlere göre devasa bir şekle dönüşmüş durumda. Adadaki eşsiz doğa manzaralarının güzelliklerini gerçekçi olarak seyirciye yansıtmak için yönetmen ve ekibi, Oahu, Hawaii, Avustralya Gold Coast ve Vietnam’a giderek çekimleri gerçekleştirmişler ve daha önce hiçbir filmde gösterilmeyen yerler keşfetmişler. Kamera arkasında ise, pek çok dev bütçeli yapımlarda yer alan mükemmel bir ekip çalışmış. Kong dahil olmak üzere tüm yaratıkların oldukça gerçekçi olmasında oscar ödüllü görsel efekt uzmanı Stephen Rosenbaum’ın da payı çok büyük. Ayrıca kostüm tasarımı ve makyajlardaki titizlik, filmin her sahnesine olumlu olarak yansımış.

Vietnam savaşı sonrasında geçen Kong: Skull Island, bir grup araştırmacı ekibin yanlarına aldıkları askeri güç ile birlikte, Pasifik’te yer alan ve daha önce keşfedilmemiş bir adaya olan yolculuklarını konu alıyor. Helikopterle adaya giriş yapan ekibe, dakika bir gol bir, adanın bekçisi ve kralı Kong mükemmel bir şekilde “Hoşgeldiniz partisi” veriyor, ama ne parti, anlatılmaz izlenir. Ve olanlar olduktan sonra sağ kalanları adada harika sürprizler bekliyor. Apartman boyundaki Kong bir yana, dev yaratıklar, sürüngenler uçanı koşanı ne ararsanız bu esrarengiz ormanda bulunuyor. Jurassic Park’ın değişik versiyonu adeta, sahne aynı yaratıklar farklı. Vietnam temalı savaş filmi şekline bürünmüş, fakat içinde bolca yaratık ve aksiyon bulunduran bir film bu. Çalan parçalar bile size o dönemi ve savaş psikolojisini gayet iyi yansıtıyor.

İlk yarıda ekibin ormanda ne yapmak istedikleri, Kong’dan kaçış planları yer alırken ikinci yarı hikaye oldukça klişe bir hale dönüşüyor ve yaratıklar şöleni başlıyor. Hikaye ne kadar klişe de olsa, görsel efektlerin başarısı ve aksiyonun dozu o kadar seviyeli ki, gözünüzü bile kırpmadan seyrediyorsunuz. Ekipte her zaman olduğu gibi tabi ki, ayrı fikirler ve iyiler kötüler olayı bulunmakta. Savaştan yeni çıkmış askerlerin daha ilk dakikalarda fazlasıyla kayıp vermesi ve bu durumu bir intikam meselesi haline getiren askeri güç ile diğer sivil ekip arasındaki gerginlik aslında filmi daha izlenir hale getiriyor. Sivil ekipte yer alan ve en tehlikeli anlarda bile görüntü yakalamaya çalışan fotoğrafçı Mason rolünde oscar ödüllü Brie Larson yer alıyor. Filmin tek kadını olan Mason ne yazık ki, diğer King Kong filmlerinde olduğu kadar bizim dev goril ile uzun ve sağlam bir duygusal bağ kuramıyor. Zaten yaşam savaşı vermekten kızımızın Kong’a ne dans ne de kur yapacak vakti yok, kaldı ki filmin de böyle bir amacı hiç yok. Çünkü tamamen canını kurtar şeklinde bir film bu. Mason’ın yanında gezinen üst düzey asker James Conrad (Tom Hiddleston) ise, sivillerin arasında en mantıklı düşüneni. Ama biz nedense film boyunca ne Brie Larson ne de Tom Hiddleston ile en ufak bir etkileşim veya bir yakınlık kuramıyoruz. İkisinin de oyunculukları, Samuel L. Jackson ve John J. Reilly’in yanında fazla sönük kalmış. Adada yıllardır yaşayan kendisine zaman yolcusu denilen bilge ve akıllı eski asker Hank Marlow’ı canlandıran John J. Reilly, tüm oyunculardan çok daha iyi performans sergiliyor. Film kesinlikle Hank’in çıkışından sonra daha neşeli bir şekle dönüşüyor. Özellikle ekibin Hank ile olan sohbetlerinde Amerika’nın savaş politikasını içeren bolca göndermeler de yer almakta. Aslında yaratıklar ve aksiyon dedik ama, hikayenin merkezinde 2. Dünya savaşı ve Amerika-Vietnam soğuk savaşı yatıyor.


Böyle bir savaş temasına, böyle bir hikayenin güzelce yedirilerek aksiyonu bol dev bütçeli bir film olarak sunulması gayet iyi bir fikir. Güzel müzikler eşliğinde seyir keyfi yüksek olan ve seyircinin beklentilerini tatmin eden Kong: Skull Island, finalde yer alan ve uzun süren bir boss fight/kapışma sahnesi ile de göz dolduruyor. Ayrıca film, IMAX kalitesiyle izlendiğinde efektlerin ve seslerin hakkını tam olarak izleyiciye veriyor ve siz de o cehenneme dönüşen adada her anı birebir yaşıyorsunuz. 

Bu Yazım Popüler Sinema da yayınlanmıştır.