En sevdiğim tür olan
korku filmlerine olan ilgim günden güne artarken, korku sinemasına gönül veren
yerli ve yabancı oyuncular ve yönetmenler ile yaptığım röportajlarla daha da
keyifli bir hale geliyor. Bu defa konuğum tiyatro ve sinema kökenli bir
kariyere sahip olan, Özgür Bakar’ın yönetmenliği yaptığı Deccal filminin
oyuncusu Bulut Köpük.
Kendisi hem Popüler
Sinema’da, hem de sosyal medya ortamında yayınlamak üzere yönelttiğim soruları
beni kırmayarak cevapladı.
Bulut Köpük’e, bize vakit ayırdığı için çok teşekkür
ediyoruz.
KE- Bize biraz kendinizden ve oyunculuk
deneyiminizden bahseder misiniz?
BK- 18.10.1980 Ankara doğumluyum. Oyunculuk
hayatıma Ankara Sanat Tiyatrosunda tiyatro eğitimi alarak başladım. Daha sonra
İstanbul’daki Türker İnanoğlu’na ait sinema-tv oyunculuğu bölümünü bölüm
birincisi olarak bitirdim. Böyle şeyleri belirtmeyi sevmem ama bu sektörde belirtmek
gerektiğini söylüyor sektördeki büyüklerimiz. Ardından ilk kamera deneyimim olan GOMEDA
adındaki, Tan Tolga Demirci' ye ait sürreal bir bakış açısına sahip, korku
sinemasının 80’ler tadında ( ki en sevdiğim dönemdir ) içinde epik diyaloglar
ve sahneler barındıran bir psikolojik korku filminde başrollerden biri olarak
kamera karşısına geçtim. Peşinden Didem Erayda’ya ait LODOS adlı, yine epik bir
anlatım taşıyan yol filminde 2. başrol şansımı yakaladım. Bunun yanı sıra,
birkaç sinema filminde ve tv projelerinde yani dizilerde yer aldım, fakat gerek
kişisel sebepler, gerek sektörel sebepler yüzünden uzun soluklu olarak tv
ekranlarında olmadım. En son bildiğiniz üzere Özgür Bakar’a ait Deccal filminde
başrollerinden biri olan Aslı karakteri ile sinemaseverlerle bir kere daha
buluşma fırsatım oldu. Şimdilik bahsedebileceklerim bunlar. Sonraki gelişmelere
bakacağız artık, ama tek söyleyebileceğim şey, işimi çok seviyorum.
KE- Bize
biraz Deccal filmindeki Aslı karakterinden bahseder misiniz? Çekimler sırasında
zorlandığınız yerler oldu mu?
BK- Aslı, annesi babasından şiddet gören ve kendini
sokaklara, dağınık bir hayatın içine bırakan fakat evden de kopamayan, annesine
karşı da sorumluluk taşıdığı için yine bir yerde dur demesi gerektiğinden bu
sorumluluğu alt bilincinde taşıyarak yaşayan bir karakter. Aslı aynı zamanda, hayatında
kendine yaptığı haksızlıkları ve Duygu’yu koruyup kollayarak kendisine olan
borcunu, biraz da olsa ödemenin hazzı ile ona sahip çıkıyor ve en sevdiği hasta
tarafını tatmin eden, uç şeyleri de yapma olanağı bulan, maalesef bölünmüş
sorunlu bir kişilik ve hiçbir yere aitlik hissi de yok. İşte bu yüzden de büyük eksiklikler var
hayatında. Duygu ile en büyük ortak noktası bu. Büyük bir sevgi duyuyor ona ve tabiî
ki Duygu da ona, ama ikisi de bunu birbirlerine bile belli etmemek adına büyük
savaş veriyorlar. Taa ki, Deccal’in bu hasta durumu daha da kaotik, korkunç ve
kaçınılmaz hallere itmeye başlamasına kadar. Sonra artık hatalar ve hastalıklar
değil, bunların nereye bağlandığı ön plana çıkmaya başlıyor sinema perdesinde.
Zorlandığım yerler oldu sadece setlere uzun
süre ara verdiğim için kopmalar yaşadım bu da filmden alakasız tamamen
psikolojik ama ÖZGÜR BAKAR sakinliği ile bunu aşmama yardım etti. Oyuncuyu
insani zaafları karşısında koruyan kollayan ve yönlendiren uygun bir
forma sokabilen nadir yönetmenlerdendir kendisi tekrardan teşekkür ederim.
KE- Farklı film türlerinde
yer aldıktan sonra korku filminde oynamak nasıl bir duygu? Korku filmleri bana
sanki diğer film türlerine göre daha zor ve titizlik gerektiren bir oyunculuk
gerektiriyor gibi. Siz ne düşünüyorsunuz bu durumla ilgili?
BK- 3 farklı türde olan filmlerde rol almak tabiî
ki de bir oyuncu için fark etmez, profesyonel olarak ve fakat kişisel
yatkınlığımız hangi türe uygunsa orda alınan haz ölçüsünde artış olur ve bu da tabiî
ki de hem oyuncu hem izleyici için bir artıdır diye düşünüyorum.
KE- Korku filmlerinde seyirciyi korkutmak için
bilgisayarla yapılmış makyajlara ve ses efektlerine fazlasıyla sığınmak sizce
doğru mu? İnandırıcılığı yok etmiyor mu?
BK- Elbette ediyor. O efektlerin fazlalaşması,
her ne kadar iyi ve başarılı yapılmış olsa bile seyircinin gerçek hayattaki
durumuna adapte edemeyince sorun oluyor. Korku filmlerinde verilmek istenen
korkutucu unsur ne kadar gerçek dışı da olsa, insan beyninin sanrı ve rüya
ölçeğine hitap edebilecek şekilde sunulmalıdır.
KE- Deccal’in hikayesi oldukça ürkütücü bir
olaya dayanıyor. Her ne kadar rol gereği de olsa canlandırdığınız karakterin
yaşantınıza bir süre etkisi oluyordur kesin. Sette ya da daha sonrasında
başınıza gelen ilginç veya komik bir anınız var mı?
BK- Şöyle ki, bu soru sizin inanç kavramınıza ve
mantık ölçünüze göre değişim gösterir. Örneğin, rüya içinde rüya görme durumu Wes Craven’in
filmlerinde insan beyninin kendi tuzaklarını kendine kurduğunun net bir
göstergesidir, eğer dini inanıcınız yüksek ölçüde ise bu sanrıları başka
algılar başka yorumlarsınız, mantığınız ağır basarsa da durum yine değişiklik
gösterir. Bir de set ortamında bir iş yapıyorsunuz ve sorumluluklarınız var,
yani zaten bu direkt bir yabancılaştırma efektidir oyuncunun üzerinde. Tüm
setteki çalışanların olduğu gibi şimdi benim 5 sene kadar önce geçirdiğim bir
trafik kazası ve 1 ay yoğun bakımda uyutulduğum bir süre var, ben o süre
zarfında birçok rüya gördüm ve DECCAL filminin çekimlerinde de benzer
sahnelerim oldu bu tabii ki de iyi bir performans vermemde etkili olmuştur.
Fakat içsel olarak da tedirgin ettiği ne kadar sette bile olsak tartışılmaz,
çünkü bu bir gerçekliktir, rüyalarımda gerçekti. O dönem rüyalarıma döndüm
biraz Wes Craven misali :)
KE- Deccal oldukça güzel eleştiriler almış
başarılı ve gerçekçi çekilmiş bir korku filmi. Cinler, hocalar ve ayetlerin
dışında daha farklı bir yapıya sahip. Siz ne düşünüyorsunuz Deccal’in hikayesi
hakkında? Gerçekten etkileyici mi?
BK- Deccal, sadece bizim dini
inanışımız merceğinde sınırlı kalmış bir senaryoya sahip değil, yani tüm
inanışlarda yer alan insanların hangi coğrafya da olursa olsun temel
kaygılarının ve korkularının alt yapısını oluşturan her dini inancı olan
insanın hatta olmayanların bile varlığı hakkında tedirgin olduğu büyük bir
kehanet. Çünkü inanışı olsun ya da olmasın bu dünyada yaşayan her insanın
aklının aldığı 2 temel gerçeklik var, iyilik ve kötülük. İkisinin de ucu,
anlatılırlığı ve sınırı yok. Bu yüzden DECCAL ?? zaten.
KE- Deccal’den sonra sizinle ilgili ne gibi
tepkiler geldi? Olumlu ya da olumsuz yorumlar varsa paylaşır mısınız?
BK- Deccal’den
sonra bu işle ilgilenen insanlardan tutun, seyir tarafında olan değerli seyirci
kitlemizden de hep çok güzel, hatta
beklentimin üstünde yorumlar aldım tabii ki bu da sadece benim oyunculuk
performansımın ötesinde ekip bütünlüğünden kaynaklanır. Şanslıyım ki, hep
işinin hakkını veren severek yapan insanlarla çalıştım ve bunun karşılığı da
manevi olarak bütün ekibimize yansıdı. Sonrası neyi gösterir bilemem, ama ben
bu projede yer almaktan çok memnunum ve yine bir korku filmi olması da
korku sinemasına hayranlığımdan ötürü beni daha da mutlu ediyor. Bu
kelimelere dökemeyeceğim bir haz.
KE- Türk seyircisinin korku filmlerimize
karşı olan önyargıları artık yıkıldı diye düşünüyorum. ( En azından benim
öyle). Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda, alıştılar mı bizim korku hikayelerine
ve oyunculuklara?
BK- Şimdi olay, sadece korku filmlerinde patlak vermiş gibi görünse
de kendi coğrafyamız dışında olan ve folklorik ezgiler taşımayan hiç bir
sanatsal olguya ya da oluşuma karşı ( kendim de dahil ) çok iyilerini
gördüğümüz orjinalini bildiğimiz için önyargısız yaklaşamıyoruz. Bu birinci
etken; ikinci etken ise, bunun kökeninin en baştaki mercilere dayanması, kendileri
de tam anlamıyla bu sektörün içinde baştan tedirgin yola çıkıyorlar. Folklorik
öğelerin dışında kalan her sanat dalına, tüm seçimlerini tamamı ile kaşelenmiş
bireylerden kurmak isteyip, aynı zamanda da maddi kaygılar güdüp bütçeyi düşük
tutmaya çalışıyorlar. Tabii ki haklılar ama, bu çok eskilerden gelen bir
altyapı ister maalesef. Sinema ülkemizde çok geç girilen bir sektör. O yüzden
bir kere bizim durduğumuz noktada insanların zamanında büyükbabalarının
durduğunu unutuyoruz ki, bunu unutmamak lazım. Hem izleyici, hem oyuncu, hem sinema
eleştirmeni uzar gider bu durum. Ben artık insanların deneme yanılma ve bir
daha deneme, yani tecrübe yolu ile çok yol aldığını düşünüyorum. Evet, arada birkaç
kuşak fark da olsa, bu insanlarda bu sancılı dönemden geçerek geldi geldiği
noktaya. Sadece biraz daha korkusuz olmak lazım. İşte o zaman korku filmi
çekmek için korku sinemasında yolumuz daha da aydınlık olur. Buna yürekten
inanıyorum. Bu dileğim, dediğim gibi folklorik olmayan tüm sanat denemelerimiz
için de bakidir.
KE- Yeniden
bir korku filminde rol almak ister misiniz?
BK- Tabiki
de isterim. Ben çocukluğumdan beri korku kitaplarına ve filmlerine büyük ilgi
duymuşumdur. Belki de korkularım ile dalga geçme alışkanlığım da, bunu kabul
edip yüzleşme özelliğimin (yani ruhsal savunma mekanizmamın devreye girme
halinin) bir sonucu olup, buna sempati
duymamın, hatta beğenmemin sağlamasıdır. Bu işin psikolojik yönü, ama bir de es
geçilmez sanatsal tarafı vardır işin. Gotik diye adlandırılan kısım kendi
içinde korku sineması başarılı çekildiğinde çok büyük estetik barındırır, yani
ben yine çok konuşurum ama yine de anlatamam o estetiğin büyüsünü. Müzikleri de
başarılı yapılırsa o atlanabilir bir uçurumun en ince, en uç noktasındasındır
ve çok güzel bir tedirginlik yaşatır :)
KE-
Korku filmlerine ait en sevdiğiniz 2
yönetmeni ve 2 filmi nedenleriyle birlikte yazar mısınız?
BK- Bu Soruya sadece adlarını yazarak en
güzel cevabı veririm diye düşündüm. Wes Craven ve John Carpenter.
Bu Yazım Popüler Sinema da yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder