28 Mayıs 2015

POLTERGEIST ( 2015 )

Kötü Ruh 

80’lerde 3 dalda Oscar adaylığı yakalamış olan Poltergeist (Kötü Ruh) , Steven Spielberg’in elinden çıkmış ve Tobe Hooper ( Texas Chainsaw Massacre) tarafından hayata geçirilmişti. O dönemlerde çok ses getirmiş ve yıllarca adından konuşulmuş olan Poltergeist, yarattığı perili ev türü ile kült olmayı başarmış bir filmdi. Eski yapım Poltergeist, tam üç farklı filmle bir seri olarak gösterilmiş, fakat hiç birisi ilk filmin yakaladığı başarıyı yakalayamamıştı. Insidious ve The Conjuring gibi ruhlarla işbirliği içindeki korku filmlerinin konu kaynağına ilham olmuş olan Poltergeist, bu defa Monster House , City of Ember gibi farklı türlerle uğraşmış olan yönetmen Gil Kenan tarafından yeniden çevrilmiş. Son dönemde eski korku filmlerini başarısız bir remake yapma eylemi tüm hızıyla devam ederken, Poltergeist’ın en azından senaryoya oldukça sadık düzgün bir yapım olduğunu söyleyebiliriz. Evil Dead gibi kült bir korku filmini yaratmış olan Sam Raimi’nin Poltergeist’ın yapımcısı olması da bu yeni çevrim için büyük bir artı teşkil ediyor.

Poltergeist’ın başlangıcı, çokça korku-gerilim filminde rastladığımız bir ailenin banliyödeki yeni evlerine taşınması gibi klasik bir sahne ile açılıyor. Maddi açıdan güçlük çeken fakat oldukça neşeli olan ailemizin üç çocuğun yeni eve adapte olması sırasında yaşanan , evdeki paranormal olaylar filmin daha henüz başlarında seyirciyi pür dikkat konuma getiriyor. Evin ufak kızı, korkak abisi ve yetişkin ablaları, kısa bir süre içinde evdeki tüm korku dolu olayların baş kahramanları haline gelirken, hiçbir şekilde ailelerini inandıramazlar.( Bu kısım çok da şaşırdığımız bir kısım değil tabii ki ). Evlerinin mezarlık üzerine kurulduğunu bilmeyen Bowen ailesi, küçük kızlarının boş televizyon ekranıyla kısık kısık konuşmasının ardından ortadan kaybolmasıyla beraber, eve musallat olmuş sahipsiz kötü ruhlarla başları belaya girer. Evi saran ve oldukça korkunç bir hale dönüşen bu kötü ruhların yok olması için ailenin tek çaresi, meşhur bir reality show ikonu ve tecrübeli bir medyum olan Carrigan Burke’ı çağırmak olur. Medyumun ve donanımlı paranormal olaylar ekibinin eve tüm sistemleri kurmasıyla beraber kısa sürede evin içi bir savaş alanına döner.


Poltergeist’ın fragmanında gördüğümüz ve afişinde de yer alan ufak kızın televizyon ekranına elini yapıştırma sahnesi ilk çevriminden bu yana yıllarca filmi efsane haline getiren bir konsept olmuştur. Kötülüklerin çıkış kaynağı olan televizyon olgusunun belki de The Ring’e ilham  kaynağı olduğunu bile düşünmek mümkün. Sinemacılar bu ve bunun gibi objeleri ( dolap, ayna, oyuncak, televizyon gibi ) yeni filmlere taşıma konusunda başarılı oldukları da bir gerçek. Korku filmlerinin ( Annabelle, Chucky gibi ) vazgeçilmezi olan palyaço ve kaşı gözü oynayıp hareket eden oyuncakları Poltergeist’a taşımış olan Gil Kenan, bu objeleri verimli bir halde kullanarak güzel bir şekilde izleyiciyi korkutmayı başarıyor. Filmin ilk yarısı,çıt çıkmayan sessizliğin ve karanlığın hakim olduğu tüm sahnelerde seyirciyi hoplatmak ve ürkütmekle geçiyor. İkinci yarısından sonra olayların akışı, daha bir dış dünya ile iletişim şekline büründüğünden korku ögeleri, yerini bol gürültülü efektler eşliğinde gerilime bırakıyor. 

Genç oyuncuların aile bireylerinden çok daha inandırıcı performans gösterdiği Poltergeist,ın özellikle çocukların gece saldırıya uğradıkları korku ve gerilim dolu sahnelerin mükemmelliği ile çok konuşulacağı kesin. İlk yapıma göre akıcılığından bir şey kaybetmemiş olan Poltergeist, remake’in hakkını veren , seyircinin memnun olmamasını gerektiren hiçbir unsurun yer almadığı, hem korkutucu, hem de heyecanlı bir korku filmi olmuş. 

Bu Yazım Ranini.tv'de yayınlanmıştır.
http://www.ranini.tv/ozel/5371/1/poltergeist-evin-gecmisini-bilmeden-tasinma

18 Mayıs 2015

MAD MAX: FURY ROAD

Hız Kesmek Yok

Post apokaliptik türünün en iyi örneklerinden birisidir Mad Max. Bu tarz filmler,  bir nükleer bomba ya da global bir savaşın sonrasında geçer. Piyasada kıyamet sonrasında filmler olarak da bilinir. Yaşanan felaketin ardından sağ kalanların su ve yiyecek peşinde olduğu, kötülerle iyilerin savaştığı, vahşi adamlardan oluşan çetelerin kol gezdiği bir dönemdir post apokaliptik dönem. 80’lerde başrolde Mel Gibson’ın yer aldığı bu türe öncülük eden Mad Max’in ardından aynı dönemi yansıtan düşük bütçeli birçok film çekildi fakat hiç birisi Mad Max kadar başarılı olamadı. Toplam üç devam filmi çekilen Mad Max’in en çok hasılat getiren ve beğenilen filmi ikincisi Road Warrior olmuştu. Yönetmen George Miller’in hayat verdiği Mad Max, 1985 de çekilen son filmin 30 sene sonrasında tekrar karşımıza çıktı. George Miller bu defa eskisinden çok daha aksiyonu ve gerilimi bol bir Mad Max ortaya çıkartmış. Mad Max: Fury Road ‘da yönetmen yol aldığı çizgisinden hiç kopmamış hatta tam tersine çıtayı oldukça yükseklere taşımış.

Hikayemiz, yine kıyamet sonrasında eldeki tüm kaynakların tükendiği bir atmosferde geçiyor. Ailesini kaybettikten sonra yollarda , hayatta kalma savaşı veren eski polis Mad Max ‘in Ölümsüz Joe tarafından yönetilen büyük bir çetenin elinde tutsak olmasıyla başlıyor film.  Bu çetenin  başındaki Ölümsüz Joe, su ve yiyecek gibi tüm kaynakları elinde tutarak etrafındaki halkı kendi kölesi haline getirmeyi başarmış bir hilkat garibesi. Aynı zamanda kadınlardan oluşan bir harem kurmuş olan Joe, grubun başına da Furiosa gibi bir femme-fatale ‘i getirmiş. Bu arada Max'in kaçma çabaları sürerken diğer yandan da Furiosa, yanına bir kaç kadını da alarak, petrol  taşıyan bir tırla  ileride güzel bir hayat sürmenin hayalini kurduğu, eski yaşadığı yer olan yeşil diyara doğru yola çıkar. Fakat  Furiosa’nın aklında başka planlar dolanırken bir de işin içine Mad Max  girince güzel bir ortaklıkla beraber çöllerde muhteşem bir aksiyon başlar.

Mad Max’in eski filmlerinde de feminist bir yaşam tarzı anlatılmış ve güçlü kadınlara yer verilmişti. Bu kez yine kadınların direniş başlatan, mücadeleci hallerini sergilemekten çekinmeyen George Miller, neredeyse hikayeyi onların üstüne kurmuş. Furiosa’yı canlandıran Charlize Theron’un kesinlikle Mad Max karakterine göre çok daha ön planda olduğu bir gerçek. Mel Gibson’ı aratmayacak kadar iyi bir performans sergileyen Tom Hardy Max rolünde hiç sırıtmamış. Yalnız filmde başroldeki bu iki güçlü ismin yanında bir de Nux rolünü oynayan Nicholas Hoult var ki gerçekten oyunculuğu seyredilmeye değer.

Mad Max: Fury Road, başından sonuna kadar hız kesmeden mükemmel bir aksiyonla devam ediyor. CGI teknolojisi yerine daha çok vinçlerle ve gerçek araçlarla aksiyon sahnelerini çekmeyi tercih eden George Miller, serinin bu ilki filmi için muhteşem bir açılış yapmış. Arka fonda çalan içinize işleyen gergin müzikler eşliğinde, durmadan ilerleyen tırlarda geçen hareketli sahnelerde, nefessiz kalıp, koltuğa yapışacağınızın garantisini verebiliriz. Aksiyon sahnelerindeki patlayan arabalar, tırlar, motorlar ve vinçler, özel çekim teknikleri ile seyirciye muazzam bir görsel şölen yaşatıyor. Filmin dekorlarına, oyuncuların makyajlarına, araçların ve mekanların tasarımlarına oldukça özen gösterildiği çok açık. Mad Max: Fury Road ‘da asla unutamayacağınız diğer bir ikon ise, yolda durmak bilmek ve kötülerin yer aldığı çetedeki tamamı hoparlörden oluşan bir araçta, filmin sonuna kadar elektro-gitar çalan bir tip. Filmin gergin geçen her kovalamaca sahnesinde bu tipi gördüğünüzde bir gram gülerek en azından gerginliğinizi azaltıyorsunuz.

İlk üçlemedeki Mad Max serisi o zamanın kısıtlı teknik imkanlarıyla bile ne kadar kült bir film haline dönüştüyse, bir de günümüzdeki çekim teknikleri ile yapılmış bu son Mad Max’i düşünün artık. Eğer ki  böylesine doyurucu harika bir aksiyon filmini izlemek istiyorsanız size tavsiyem ilk seyrinizi mutlaka sinemada yapmanız. İlerde tv’da dvd ya da blu-ray de izlerken bu kadar zevk alacağınızı sanmıyorum. Bu arada George Miller, devam filmlerinin çekileceğinin haberlerini kesinleştirdi. Biz Mad Max severlere de sabırsızlıkla beklemek kalıyor.

Bu Yazım Ranini.tv'de yayınlanmıştır.
http://www.ranini.tv/ozel/5372/1/mad-max-fury-road-hiz-kesmek-yok


12 Mayıs 2015

MAMA


Yönetmenliğini Andres Muschietti ve yapımcılığını Guillermo Del Toro’nun yaptığı 2013 yapımı “Mama”, yönetmenin daha önce çekmiş olduğu aynı adlı iki buçuk dakikalık kısa filmin doksan dakikaya genişletilmiş hali. Kendisi bir reklam yönetmeni olan Muschietti, çektiği bu kısa korku filmi sayesinde sektörde çabuk fark edilip olumlu eleştiriler alınca yapımcı olan kız kardeşi Barbara Muschietti ile kolları sıvayıp filmi genişletmeye karar verdi. İki İspanyol kardeş, akıl hocaları Guillermo Del Toro ile beraber uzun süren görüşmelerin ardından hiç de kolay olmayan bu işe kalkışıp Mama’yı dram ve korku ögeleriyle harmanlayarak izleyicilerin önüne uzun bir yapım olarak çıkarmayı başardılar. Kısa filmi ilk seyrettiğinde oldukça etkilenen Del Toro, yapılan bir söyleşide Muschietti’nin dramdan çok iyi anladığını, kendisinin çok özgün biri olduğunu ve hikayenin merkezine iki küçük kızı taşıma fikrini çok iyi düşündüğünü dile getirmişti.

İspanya-Kanada ortak yapımı olan “Mama”, iki kız çocuğunu sahiplenmek isteyen bir hayalet annenin öyküsünü anlatıyor. Anne-babaları öldükten sonra ıssız bir kulübede yalnız başlarına kalmak zorunda kalan Victoria ve Lilly tam beş yıl sonra bulunurlar. Ne yazık ki bulunduklarında tamamen vahşileşmiş bir haldedirler. Amcası Lucas ve kız arkadaşı Annabel tarafından yeniden sahiplenen Victoria ve Lilly'yi beş yıl boyunca koruyan “Mama” onlardan kolay vazgeçmez. Eve musallat olan Mama, bundan sonra yeni yaşayacakları bu evde kızlara annelik yaparken bir yanda da ailenin başına bela olur.

Korku filmi seyircisi masalsı anlatımı olan hayalet hikayeleri benimsese de yönetmen Mama'da sadece masalsı bir korku filmi olsun, izleyici korksun, dehşete düşsün diye düşünmemiş, aynı zamanda böylesine ürkütücü bir hayalete insani duygular da katarak filmi dramatik bir havaya sokmuş. Annelik içgülerini bir hayalet hikayesinin üzerine inşa etmek daha önce pek rastlamadığımız sıradışı bir fikir. “Mama” aslında geçmişinde yaşadıkları yüzünden kalbi kırık ve öfkeli bir varlık. Karşısına kulübede yaşayan başıboş iki kız çocuğu çıkınca kendisine acılarını dindirecek ve rahatlıkla annelik yapabilecek bir ortam yaratıyor. Yıllar sonra birileri çıkıp onun “çocuklarını” sahiplenmeye kalkınca da çılgına dönüyor.
Filmin senaryosu son zamanlarda seyrettiğimiz birçok korku filminden daha özgün bir yapıya sahip. “Mama” henüz ilk sahnesinde seyirciyi avucunun içine alıyor ve doksan dakika boyunca bir daha bırakmıyor. Sinema sektöründe izlediğimiz çoğu korku filminde karşımıza çıkan, “ilk bir saat uzatılmış halde konuya giriş ve son kalan yirmi dakikada ise korkutan ögelerin serpiştirilmesi” klişesine bu filmde rastlamanız mümkün değil. Seyredeceğiniz son dakikaya kadar yönetmen size korkacağınızın garantisini baştan veriyor. Hayaletin koridorlarda dolaştığı ve duvarlarda gezindiği sahneler oldukça değişik bir  kamera tekniği ile çekilmiş, öyle ki  filmde üstünüze doğru gelen “Mama” ile her karşılaştığımızda ödümüz kopuyor. Mama’yı korkutucu gösteren unsurların başında filmi masalsı bir yapıya büründüren Gulliermo Del Toro’nun parmağı olduğunu şüphesiz.

Filmdeki karakterleri canlandıran oyuncular tamamıyla filmle özleşmişler ve gerçekten başarılı performans sergiliyorlar. Önceleri rockçı, bencil, soğuk bir kadın olan daha sonra ise yardımsever bir anne rolüne bürünen Annabel karakterini oynayan Jessica Chastain’den tutun da ufak vahşi çocuk rolündeki Lilly’i canlandıran Nikolaj Coster-Waldau’ya kadar tüm oyuncular filmde harika bir iş çıkarmışlar. Mama, oyunculukların yanı sıra kostümden saç ve makyaja, hayaletin ürkütücü görselliğinden senaryonun işleyişine kadar her türlü takdiri hak eden, korku filmi seven her izleyicinin görmesi gereken ender yapımlardan biri.

Bu Yazım Popüler Sinema da yayınlanmıştır.

4 Mayıs 2015

AVENGERS: AGE OF ULTRON



Marvel hayranlarının çoğunluğunun çizgi-roman fanatiği olduğunu bilmeyen yoktur .Tüm karakterlerin hayat hikayeleri , kötü güçlere karşı verdikleri savaşlar, birlik ve beraberlikleri birebir her karesi ile detaylı şekilde anlatılır çizgi-romanlarda. Önemli olan kısım bu karakterleri tüm ince detaylarıyla beyazperdeye aktarabilmek ve o iki saate sorunsuz şekilde sığdırabilmektir. 2008 yılında Iron Man ile başlayan Marvel filmleri serisi tüm hızıyla büyük bir başarıyla sinemaya uyarlanarak devam etti. The Incredible Hulk, Thor, Captain America gibi Marvel’in en güçlü süper kahramanları ardı ardına devam filmleriyle  sinemada hayat buldular. Marvel sinematik evreninin birer parçası olan bu filmlerin senaryoları, çizgi-romanlarının dışına çok fazla çıkmadan bekleneni izleyiciye verdi. Marvel tek tek ele aldığı bu karakterleri 2012 yılında nihayet The Avengers’ta toplayarak gösterime soktu ve izleyici kitlesini ikiye katladı. The Avengers , Shield ekibinin başı olan Nick Fury’nin  New York’u bir felaketten kurtarmak için tüm ekibi dünyanın dört bir yanından toplamasını anlatıyordu. Filmin eleştirmenlerden tam not almasının ve dünya çapında elde ettiği başarının ardından devam filminin gelmesi kaçınılmazdı. Bu arada geçen üç yıl zarfında Marvel’in Agents of Shield ve Agent Carter dizilerini ortaya çıkarması ve hikayeleri filmlerle tamamlar hale getirmesi, Marvel Sinematik Evreni için büyük bir gelişme oldu. ( Özellikle Agents of Shield’in en son yayınlanan ikinci sezon, 19.Bölümün son sahnesi, Avengers: Age of Ultron’un giriş sahnesiyle birebir bağlantılı )

Sonunda ilk filmin hem yönetmeni hem de senaristi olan Joss Whedon , Avengers: Age of Ultron ile kahramanları yeniden bir araya getirmeyi başardı. Bu defa dünya Ultron adında bir yapay zeka ürünü ile başı belada. Bu yapay zeka nın oldukça fazla maraheti var , Belli bir bedene sahip değil kendi iskeletini yaratabiliyor, istediği zaman yeniden kendini güncelliyor ve zekasını arttırarak oldukça kuvvetli bir hale dönüşebiliyor. Tony Stark’ın yanlış kararlar sonucu böyle bir gücü tekrar ortaya çıkarması ile Ultron yeniden hayat buluyor ve kahramanlarımızın başına bela oluyor. Ultron’u yaratma süresinde ve öncesinde verdiği tepkiler ile oldukça ön plana çıkan ve ekipte gerginlik yaratan Tony Stark filmin en kilit adamı rolünü üstleniyor.

Film nefes kesen bir açılış sahnesi ile açılıyor. The Avengers’dan hatırladığımız Loki’nin asasını, Shield’in ezeli baş belası olan örgüt Hydra’nın elinden almak için bir baskın düzenleyen Avengers ekibi, kareografisi düzgün bir aksiyon sahnesi ile izleyicileri ilk dakikadan itibaren büyülüyor.İlk filmde neredeyse ekibin yan üyeleri sayılan Black Widow ve Hawkeye  karakterlerine bu defa daha fazla ağırlık verilirken, bunun yanında yeni karakterlerde filme eklenmiş. Quicksilver ve Scarlet Witch adlı ikizleri de hikayeye ortak eden Joss Whedon, karakterlerin çıkışını çizgi-romandan farklı bir şekilde filme dahil etmiş. Vision adındaki diğer yeni karakter ise aslında Marvel  evreninin en tanınmış simalarından. Paul Bettany  gösterdiği mükemmel performans ile Vision rolünün tam hakkını vererek adeta gelecek  Marvel filmleri için kendisine zemin hazırlıyor.Tabii ki bu kadar süper kahraman bir araya gelince filmde eğlenceli mizahı bol diyaloglara da rastlamak mümkün oluyor. Joss Whedon, karakterlerin geçmişlerindeki derinlemesine yaşadıkları duyguları,korkuları seyirciyi sıkmadan güzel bir flashback ile sunuyor.

Film gösterime girmeden önce yayınlanan fragmanlarda bolca gördüğümüz Hulkbuster ve Hulk karşılaşmasının süresinin ne kadar uzun tutulduğunu ekrandan gözünüzü ayırmadan izlediğiniz için, anlamanız pek mümkün değil. Filmin başından sonuna kadar sağlam görsel efektlerle dolu, aksiyonun hiç kesilmediği Avengers: Age of Ultron, ilkine göre daha fazla teknolojik ve daha üstün çekim teknikleri ile süslenmiş. Sonuç olarak 140 dakikalık süresinin her dakikasının hakkını veren , hayranlarını üzmeyecek bir keyifli Marvel filmi Avengers: Age of Ultron.

Not : Hatırlatmamıza gerek yok gerçi ama “Asla bir Marvel seyircisi filmin yazıları bitmeden çıkmaz , çünkü mutlaka bir after-credits sahnesi vardır” .