26 Kasım 2016

HACKSAW RIDGE


“Barışta oğullar babalarını gömer, savaşta babalar oğullarını”


Gelibolu ve Bir Zamanlar Askerdik (We Were Soldiers) gibi savaş filmlerinde oyuncu olarak seyrettiğimiz ünlü aktör Mel Gibson, bu defa ilginç bir savaş/dramasını beyazperdeye taşıyor. Yönetmen koltuğuna daha önce oturmuş olan Gibson, Cesur Yürek (Braveheart) gibi oldukça başarılı bir filmle kendini kanıtlamış, ardından dini meseleleri fazlasıyla sorgulayan yapımlara yönelmişti. Özellikle Hz. İsa’nın Çilesi (The Passion of the Christ) filminde aşırı dini propaganda yapması Gibson için hiç de iyi olmamıştı.Hem film oldukça kötü eleştirildi, hem de Gibson Yahudi karşıtı olarak neredeyse ağır laflarla linç edildi. Sinema dünyasında bir kenara atılan ve kariyeri için karanlık bir döneme giren Mel Gibson, çektiği son filmi Apocalypto’dan tam 10 yıl sonra huylu huyundan vazgeçmez misali yine dini olguları içine yerleştirdiği Hacksaw Ridge(Savaş Vadisi) ile geri döndü.

Hacksaw Ridge, Okinawa’da bulunan Japonların savunduğu geçilmesi zor bir tepe. Bu tepeyi ele geçirmeye çalışan Amerikan askerlerinin 1945 yılında verdiği kanlı mücadeleyi anlatan film içinde gerçek bir öyküyü de barındırıyor. Desmond Doss, savaşta sihhiye olarak görev almak isteyen ve gönüllü olarak orduya yazılan bir genç. Tek istediği savaş sırasında silaha dokunmamak ve eline almamak. Şiddet, öldürmek gibi kavramlar Desmond’ın dini ve ahlaki fikirlerine çok ters düşen bir olgu. Bunun içinde kendine göre geçerli sebepleri var fakat önemli olan bu durumu ordudaki üst rütbelilere nasıl anlatacağı.
Filmin ana hikayesi aslında diğer savaş filmlerinde sıkça gördüğümüz savaşalım Japonları yenelim Amerika yine kazansın değil. Olaylar tamamen İncille yatıp kalkan dinine bağlı, savaş karşıtı, yakın zamanda evlenmeyi düşünen sevimli, hassas ve yardımsever Desmond’ın üstüne kurulu. Savaş boyunca eline hiç silah almadan sadece inançlarıyla hareket eden, cephede tek başına kalarak tüm yaralılara yardım eden Desmond’ın nasıl gerçek bir kahraman olduğunu başarıyla anlatan bir film Hacksaw Rıdge. Yaptığı tüm fedakarlıklarla ordunun gönlünü fetheden ve tarihe ilk “vicdani retçi” olarak adını yazdıran alçakgönüllü Desmond Doss’ın bu dramatik hikayesi gerçekten savaş filmlerinde çok rastlanan bir durum değil.

Filmin ilk yarısı alkolik baba, dini inançları kuvvetli bir anne ve kardeşi ile birlikte yaşayan, sıhhiyeci olmak isteyen ama bunun eğitimini almak yerine sadece kitap okuyarak öğrenen Desmond’ın orduya yazılması ve kendini kabul ettirme mücadelesi üzerine kurulu. İlk yarıda Mel Gibson’ın Desmond karakterini ön plana çıkartmak ve seyirciye sevdirmek için dramayla eğlenceyi bir arada tutması kesinlikle doğru bir karar. Filmde eğer Desmond karakterine içiniz ısınmazsa yandınız, çünkü Hacksaw Ridge tamamen onun üstüne kurulu. Amazing Spider man’den tanıdığımız uzun boylu ve boyunlu, sevimli suratlı Andrew Garfield’ın Desmond rolünün hakkını verdiğini söylemek gerek. Özellikle cephede gösterdiği oyunculuğu çok başarılı. Bu arada ordudaki eğitim sahneleri, sert davranışlar ve şiddete maruz kalınması gibi pekçok sahne Full Metal Jacket’ı da aklımıza getirmiyor değil.

Filmin ikinci yarısı ise, yavaş ilerleyen gidişi tersine çeviren sert, sarsıcı ve bol kanlı savaş sahneleriyle dolu. Bu kısımda Er Ryan’ı Kurtarmak (Saving Private Ryan) filminde gördüğümüz kol, bacak ve gövdelerin havada uçuştuğu sekansların daha uzun sürdüğü ve muazzam bir çekim tekniğiyle süslenmiş görkemli bir savaş manzarası ile karşı karşıya kalıyoruz. Gibson’ın özellikle çok fazla önem verdiği bu savaş sahnelerinin fazlasıyla gerçekçi olmasında tabi ki görüntü yönetmeni Simon Duggan’ın da payı çok büyük. Sinemada izlerken adeta o vadidesiniz. Patlayan el bombaları yanınızdan geçen kurşun sesleri çok gerçekçi. Görüntüler inanılmaz. Bu sahneleri zamanında Medal of Honor oyununu oynayanlar çok daha iyi anlayacaklardır. Japon mevzilerine saldırı, onların sığınaklarını yok etme çabalası, birebir dövüşler ve savaş stratejisi belirleme gibi pekçok sahne direk Medal of Honor oyunu ile neredeyse aynı. Oyuncu seçimleri ise, asla göze batmıyor. Sam Worthington ve Luke Bracey üstlendikleri rolleri için gayet iyi düşünülmüş. Genelde komedi filmlerinden tanıdığımız, aslında oyunculuğunun yanı sıra yapımcılık ve senaristlik de yapan (benim pek sevmediğim) Vince Vaughn bile filmde hiç sırıtmıyor.

2.Dünya savaşı sırasında yaşanan dini inançları ön planda olan böylesine dramatik bir hikayeyi savaş filmine (özellikle savaşa sahnelerinin arasına bile)  güzelce çiçek gibi yerleştirmek tam Mel Gibson’a yakışan bir iş. Hatta asıl anlatmak istediği ise, şiddetin ve savaşın destelenip desteklenmediği değil, inançların günlük yaşamın dışında savaşta bile çok işe yaradığı. Gibson’ın filmin gerçek hikayesinin altında yatan “savaş sırasında herkes birbirini öldürürken bir kişi de kimseyi öldürmeden hayat kurtarsa nasıl olur, neden olmasın ki” mantığını çok benimsediği ve bunu da seve seve hatta kendini vererek filme yansıttığı bir gerçek.

Hacksaw Ridge, onur, sevgi,inanç , kahramanlık ve vicdan üzerine kurulu yeri geldiğinde gözleri dolduracak kadar etkili, görkemli savaş sahneleri ile yüklü son zamanların en iyi ve en sarsıcı savaş dramalarından birisi. Umarız Mel Gibson’ın yönetmenlik adına geri dönüşü sayılan bu filmi gerektiği ilgiyi görür ve Gibson sinema dünyasından yitirdiği kredisine tekrar kavuşur. Hatta akademinin de gözünden kaçmazsa seviniriz.

Bu Yazım Popüler Sinema da yayınlanmıştır.

2 Kasım 2016

Şiddet İçerikli ve Rahatsız Edici 10 Yasaklı Film

Popüler sanat dediğimiz sinemanın kendisine ait dünyasında, ülkemizde de dahil olmak üzere, tüm dünya ülkelerinde mutlaka çeşitli  nedenlerle sansüre uğramış farklı türlere ait yüzlerce film bulunmaktadır. Çekilen filmlerin kalitesi ne olursa olsun birçok yapım, daha gösterime girmeden içerdiği politik, erotik veya aşırı şiddet unsurlarından dolayı çeşitli ülkelerde yasaklanıyor. Dvd’leri ya anında ya da bir süre sonra hemen toplatılıyor. Ülkemizdeki festivallerde, özellikle 80’li yıllarda pek çok film, sansür kurulu tarafından müstehcen sahnelerinden veya dini duyguları kötüye kullanma gerekçesi ile yasaklanmıştır. Yakın zamanda bile, yine ülkemizdeki festivallerden bazı filmler, belgeseller çıkartılmış olup, bu durum çok büyük tepkilere ve tartışmalara yol açmıştır.

Yasaklanmış veya sansürlenmiş olan herşey, insanoğlunda nedense daha fazla merak uyandırır. Eğer bir film gösterimden çekilmiş veya Dvd’si toplatılmışsa, sinemaya gönül veren, takip eden seyirciler, yazarlar bu filmleri bulup bir şekilde izlemek isterler. Hazırladığım liste, pornografik (aşırı cinsellik içeren) ya da insan psikolojisini bozacak kadar rahatsız edici, yoğun şiddet içerikli filmlerden oluşuyor. Bu filmlerin yasaklanmasına neden olacak türlerin başında Snuff (sadistçe bir seks eylemi sırasında oyuncuların katledildiği yasa dışı çekilmiş pornografik film türüne verilen ad) ve Gore (içinde bolca kan, vahşet ve işkence dolu sahneler içeren seyretmesi zor film türü) geliyor. Özellikle yamyamlık üzerine yapılmış, içinde kan ve vahşet sahneleri fazlaca yer alan filmler, henüz gösterime bile girmeden yasaklanmıştır. Tüm dünyada sansürlenmiş veya yasaklanmış olan bu yapımların arasında çok bilinen yönetmenlerin de filmleri yer almaktadır. Kimi yönetmenler çektikleri bu tür filmler yüzünden ağır hakaretlere uğramış, dövülmüş ve hapse girmiştir.

Sayısı oldukça fazla olan bu tür filmler, dünyanın birçok ülkesinde uzun yıllardır yasaklanmıştır, hatta bu yasakları devam bile etmektedir. Daha çok yetişkinlere hitap eden bu tarz yapımlar, kesinlikle çocuklardan uzak tutulmalı ve asla seyrettirilmemelidir. Bu filmler oldukça etkilenebileceğiniz yapımlardır ve izlemek için gerçekten sağlam bir bünye ve psikolojiye sahip olmanız gerekir.

Aşağıdaki listede, yasaklanmış filmler arasında sıkça yer alan ve üzerinde çok konuşulup, tartışılan 10 sarsıcı film yer alıyor. Özellikle sansüre uğramış bu türdeki filmlere merakı olanlar için oldukça ideal bir liste olduğunu düşünüyorum.



CANNIBAL HOLOCAUST (1980) Yamyam İşkencesi

Yasaklanan filmlerle ilgili araştırma yaptığınızda karşınıza yüzde yüz çıkacak bir filmdir bu. Dört kişilik bilim adamı ekibinin belgesel çekmek için amazonlara yaptığı seyahat sırasında başlarına gelen olayları anlatır. Kendilerinden uzun süre haber alınamaması üzerine amazonlara doğru araştırma için bir ekip daha yollanır. Ekibin bulduğu çekim kasetleri izlenmeye başlandığında tüm vahşet ortaya çıkar. Bir yamyam kabilesinin eline düşen film ekibine tecavüz, kazığa geçirme, organlarını kesme gibi korkunç ve şiddet dolu işkenceler yapılmıştır. Sahnelerin fazla gerçekçi olması bile o yıllarda birçok tartışmaya yol açmış ve Milano’da ilk gösterimi sırasında filme el konulmuş hatta yönetmen Ruggero Deodato tutuklanmıştır. Ardından film, içerdiği fazla şiddet ve tecavüz gibi sahnelerden dolayı da bir çok ülkede sansürlenmiştir.

CANNIBAL FEROX (1981)

İtalyan sinemasının Cannibal Bloom adı verilen yamyam filmleri döneminde çok ses getirmiş olan Cannibal Holocoust’un ardından çekilen Cannibal Ferox, bir antropolog grubunun yamyamların varoluşlarını araştırmak için Paraguay’daki yanlış bölgelerde gezinmeleri sonucu yakalanmalarını ve şiddet görmelerini konu alır. Senarist ve yönetmen Umberto Lenzi’ye ait olan Cannibal Ferox, hayvan severleri de oldukça rahatsız eden ve bakılamayacak kadar vahşet içeren sahnelerle dolu olup, 31 ülkede yasaklanarak Video Nasty listesine girmiştir. Özellikle göğüslerinden çengelle asılan kızın olduğu sahneye bakmak bile biraz sağlam mide gerektiriyor.

SALO OR THE 120 DAYS OF SODOM (1975) Salo ya da Sodom’un 120 Günü

Marquis de Sade'nin 1785 tarihli eserine dayanan film, aynı zamanda yönetmen Pier Paolo Pasolini'nin kendi yaşantısını da gözler önüne serer. Filmdeki hikaye, 1944 yılında Nazi Almanya'sının kontrolünde olan faşist Salo Cumhuriyeti'nde geçer. 18 genç çocuk ve 4 yaşlı iş adamı bir şatoya kapatılır ve 120 gün boyunca bu genç kölelere fiziksel, ruhsal ve cinsel işkence uygulanır. Bu kurallara uymayanlar ise cezalandırılır. Penislerini mum ateşine tutmak, gözlerini oymak ve göğüslerine mil çekmek gibi her türlü iğrençliğin pratik olarak uygulanışını gösteren filmin, bu tarz rahatsız edici sadizm temalı sahnelerinin aşırı olması sebebiyle birçok ülkede gösterimi yasaklanmış olup, tüm Dvd’leri toplatılmıştır. Dvd’leri halen piyasada bulunmayan ve ilk çıkan serisi ise, bulunduğunda çok yüksek fiyatlara satılan Salo ya da Sodom’un 120 Günü, halen dünyanın en pahalı Dvd’si olma rekorunu elinde bulundurmaktadır. Filmin gösteriminden kısa bir süre önce, filmin yönetmeni Pier Paolo Pasolini dövülerek öldürülmüş olarak bir sahilde bulunmuştur.

SRPSKI FILM / A SERBIAN FILM (2010)

Sırpski Film ( A Serbian Film), pedofili, nekrofili ve çocuk pornosu temaları içeren gerçek görüntülerin de içinde yer aldığı seyretmesi zor bir filmdir. Hikaye, ailesi ile birlikte yaşayan emekli porno yıldızı Milos’ın karşısına çıkan yüksek rakamlı ve gizemli bir rol teklifini kabul etmesiyle başlar. Sanat filminde oynacağını söylenen kişilerin Milos’a verecekleri görev tahammül edilebilecek gibi değildir. Çıplak bir kadını çok sert dövme, yeni doğan bebeğe tecavüz gibi oldukça şiddetli pornografik sahneler içeren, “yuh artık bu kadar da olmaz” kelimelerini defalarca seyirciye söylettirecek kadar güçlü ve çok can sıkıcı bir filmdir. Sapıkça dürtüleri çok açık bir şekilde gösteren Sırpski Film’i izlemek için dünyadaki her türlü sapkınlıkları ve iğrençlikleri çok merak ediyor olmanız gerekiyor ki, zaten sanırım normal bir düşüncede olmayan yönetmenin de amacı bu. İnsan psikolojisini bozabilecek nitelikte olan bu film, 50’den fazla ülkede gösterimi kesinlikle yasaklanmış ve bu yasak halen de devam etmektedir.


LAST TANGO IN PARIS (1973) Paris’te Son Tango

Bernardo Bertolucci’nin filmi olan Last Tango In Paris, Jeanne adındaki bir kadınla kendisinden yaşça büyük bir adam olan Paul ile yaşadığı kaçak ve sert kurallara dayanan bir ilişkiyi anlatır. Birbirlerinin yaşantılarına karışmadan, sadece buluştukları evde ilişkilerini sürdürmeleri ve hayatlarını sorgulamamaları gerekmektedir. Marlon Brando’nun başrolünde yer aldığı film, birçok cinsel sapkınlığı göz önüne sererken, Paul’un Jeanne’e anal yoldan tecavüz ettiği meşhur tereyağ sahnesi yüzünden İtalya, Singapur, Yeni Zelanda, Portekiz, Güney Kore gibi ülkelerde gösterimi durdurulmuştur. İtalya, filmin tüm kopyalarını yok etmiş ve bu filmi daima nefretle anmıştır. Ayrıca yönetmen bu sahne yüzünden de 4 ay hapis yatmıştır. Aslında diğer sapıkça çekilmiş filmlerin yanında çok da sert olmayan bir sahne olmasına karşın, halen sansürlenmiş filmler arasında adı geçmektedir.

THE LAST HOUSE ON THE LEFT (1972) Soldaki Son Ev

Yönetmen Wes Craven’in şiddetin sınırlarını zorladığı bir filmidir. Gerçek bir olayı anlatan The Last House On The Left, sapıklar tarafından kaçırılan iki kızdan birisinin ailesinin sert yollarla katillerden aldığı intikamı anlatır. Sapıklar, ormanda kızlara fazlasıyla eziyet çektirdikten sonra vahşice öldürürler. Filmin en fazla rahatsız eden kısımları aslında ırzlarına geçtikleri sahneler değil, kızların birbirleri ile zorla seviştirilmesi, içlerinden birisinin bıçaklanması, tekmelenmesi ve organlarının sökülmesi gibi aşırı fiziksel şiddet içeren sahnelerdir. Hatta tecavüz sahnesi sırasında oyuncu Sandra Peabody'nin travma geçirip seti terkettiği de çok konuşulmuştur. Ayrıca filmin belgesel havasındaki çekim tekniği, gerçekten yaşanmış bu öyküyü oldukça inandırıcı kılar. Film, vahşet içerikli travmatik sahneleri yüzünden İngiltere, Singapur, İzlanda, Yeni Zelanda, Norveç, dönemin Batı Almanya’sı ve Avustralya’da yasaklanmıştır. Bu arada The Last House On The Left’in, 2009 yılında orjinal versiyonunu asla yakalayamayan vasat bir yeni çevrimi de bulunmaktadır.

I SPIT ON YOUR GRAVE (1978) Mezarına Tüküreceğim

Meir Zarchi’nin yönettiği bir kitap uyarlaması olan bu kült filmde, genç bir kadın nehir kenarındaki evinde huzur bulmaya ve yazdığı yeni romanını tamamlamaya gider. Fakat bunu fark eden dört hasta ruhlu insan tarafından vahşet ve insanlık dışı bir muamele ile karşılaşır. Tüm sapıklar tarafından tecavüze uğrar. Yaşadığı travmanın ardından genç kadın, hepsinin izini bulup tek tek acımasız bir şekilde intikam alır. Filmdeki tecavüz ve eziyet içeren sahneler, kadının vahşi şekilde intikam alma sahnelerinden daha sarsıcıdır. İçinde fazla diyalog bulundurmayan I Spit On Your Grave, bol miktarda vahşet içeren ve izlenmesi güç tecavüz sahnelerinin oldukça uzun sürmesinden dolayı Finlandiya, Avustralya, Çin, Singapur, Malezya, Yeni Zelanda, Kanada, İzlanda, Norveç, Batı Almanya, İrlanda ve İngiltere’de yasaklanmış olup, yıllar sonra 30 dakikası kesilmiş versiyonu ile tekrar gösterilmiştir. 


BAISE-MOI (2000)

Nadine ve Manu Fransa’da  yaşayan ve sorunları olan iki kadındır. Nadine, eski bir porno oyuncusu ve fahişedir.  Manu ise, psikopat ağabeyi ile yaşamaktan ve ezilmekten usanmış bir kadındır. Günün birinde Manu bir grup tarafından tecavüze uğrar ve kaçarken Nadine ile tanışır. İki kadın bu olayın ardından birlikte Bonnie & Clyde tarzı bir uslupla seri katil şeklinde takılmaya ve intikam almaya başlarlar. Coralie Trinh Thi ve Virginie Despentes'ın birlikte yönettiği Baise-Moi, intikam sahnelerinden çok, içerdiği pornoyu andıran gerçek seks sahneleri ile çok fazla tartışmaya yol açmıştır. Film, seks, şiddet ve sanatın iç içe geçmiş bir halidir. Festivallerinde gösterildikten kısa bir süre sonra Fransa, Yeni Zelanda ve Avusturya’da gösterimi yasaklanmıştır. Şiddet ve porno içerikli bir film olan Baise Moi, daha sonra kesilmiş versiyonu ile gösterime girmiş olsa da, bu durumu sinema salonu sahipleri uzun süre protesto etmiştir.

SNUFF 102 (2007) İşkence

Film, genç bir gazetecinin Snuff filmler araştırması sırasında bazı şok eden görüntülerle karşılaşmasıyla başlar. El kamerası ile çekilmiş cinayet, işkence ve tecavüz sahnelerini içeren bu görüntüler sonrasında olaylar farklı gelişir. Filmdeki işkence sahnelerinin gerçek olduğu söylentileri yüzünden yönetmen Mariano Peralta, filmin galasının yapıldığı festival sırasında seyircilerin saldırısına uğramış ve yaralanmıştır. Gala sonrasında ise, yapılan söyleşilerde yine yönetmene gerçek sahneler gösterildiği gerekçesi ile fazlasıyla suçlamalar yapılmıştır. Çünkü filmin başında, sahnelerin gerçek olduğu ve seyircinin bunu bilmesi gerektiği belirtiliyor. Hamile kadının üstünde zıplama, kadını göğüslerinden tahtaya çivileme, kafa kesme, maymuna yapılan işkence ve bunun gibi pek çok sapıkça ve piskopatça sahnelerin bolca yer aldığı gore türündeki Snuff 102’nin, Türkiye dahil olmak üzere 50’den fazla ülkede gösterimi yasaklanmıştır.

GROTESQUE (2009)

Yeni tanışan bir çift, ilk çıktıkları gece piskopat bir doktor tarafından kaçırılıp oldukça acı veren ve vahşice planlanmış işkence oyunlarına maruz kalır. Korku sinemasında pek eşine rastlanılmayacak kadar sadistçe ve bol kanlı işkence sahneleri barındıran Japon yapımı Grotesque, şiddet sahnelerinden çok, insan üzerinde yarattığı psikolojik gerilim ile daha ön planda olan bir film. İnsan uzuvlarını kesme ve durmak bilmeyen işkence sahnelerinden dolayı, İngiltere Film Sınıflandırma Kurulu (BBFC) tarafından herhangi bir sınıfa sokulamamış ve hem gösterimi hem de satışı durdurulmuştur. Film, bu durumun ardından kısa bir süre sonra, pek çok ülkede sansürlenmiş ve yasaklı filmler listesine girmiştir.


Bu Yazım GodFather dergisi Temmuz-Ağustos 2016 sayısında yayınlanmıştır.