80’ler, şüphesiz hala adından çokça söz ettiren müzikleri, giyim kuşamı
ve filmleri ile kült haline gelmiş bir dönemdir. O dönemde ortaya çıkan tüm
filmler o kadar değerlidir ki, halen yeni yönetmenler bile remake (yeniden
çevrim) yapımlarla aynı tadı seyirciye tekrar vermeye çalışıyorlar.
Korku filmleri için 80’ler tam bir patlama dönemidir. Teen slasher’lar,
korku/komedi’ler ve bilim-kurgu/gerilim türleri için altın bir dönemdir 80’ler.
70’lerin sonundan başlayıp 80’lere kadar uzanan, hatta 90’lara bile taşan korku
sinemasının baş tacı olan birçok seriye bu yıllarda rastlanır. Friday the 13th
(13.Cuma), Halloween (Cadılar Bayramı), A Nightmare on Elm Street (Elm Sokağı Kâbusu)
gibi devam filmleri çekilen serilerin
en can alıcı olanları 80’ler dönemine denk gelir. Bu serilerin baş kötü
karakterleri Jason, Michael Myers ve Freddy ise, o günden bugüne kadar hiç
değer kaybetmeden tüm korku severlerin birer idolü haline gelmiştir. Örneğin; Friday
the 13th: Part 3 (13.Cuma: Bölüm 3), şu anda 3D olarak gösterime giren üç
boyutlu korku filmlerinin ilklerinden birisidir.
80’li yıllarda sinemaya gelen filmler şimdiki gibi Amerika ile aynı anda
falan uğramazdı bizlere, tam tersine 2-3 hatta 4 sene kadar gecikmeli olarak
izlerdik. Sadece dergilerden veya gazetelerden filmlerin Amerika’da oynadığını
görüp, Türkiye’ye gelmesi için beklerdik. İşte o arada ortaya çıkan videokaset
furyası, birçok filmi izlememize fırsat yarattı. 80’lerin korku sineması, video
dönemi ile büyük bir çıkış yakalamıştı. Sadece vizyon filmleri ile sınırlı
kalmayan birçok düşük bütçeli yapım, videolar sayesinde tek tek kaset piyasasında
yerini almıştır. Bunların arasında bulunan pek çok film, sadece videokaset
dönemiyle hatırlansa bile, şu anda o filmlerin izinden giden ve ekmeğini yiyen
sayısız korku filmi çekilmiştir.
Korku sineması 80’lerde teknik açıdan da çok önemli bir yere sahiptir. Görsel
efektlerin henüz günümüzdeki kadar yaygın olmadığı 80’lerin o kısıtlı imkânlarıyla
çekilmiş korku filmlerinin halen çok sevilmesinin nedenlerinden birisi belki de,
sahnelerin plastik makyajlarla yapılmış olmasıdır. Plastik makyajların ve o
maskelerin yapım aşaması, başlı başına emek gerektiren bir sanattır. CGI’ dan
uzak, sade ve itinalı işlerin yaygın olduğu 80’lerin korku filmlerinin yıllar
boyu kült olarak kalacağı kesin.
Gelelim 80’lerde çekilmiş yüzlerce korku filminin arasından seçtiğim 10
filme. Bu filmleri seçmem gerçekten zor oldu, o da olsun bu da olsun, yok bu
daha iyi derken eleye eleye, sadece bunları size tanıtmaya karar verdim. En
azından eski veya yeni kuşakların yazıyı okuduğu zaman, “aaa bunu izlememiştim”
dedikleri bir ya da iki film çıkarsa ne mutlu bana. Çocukken sinemada veya videokaset
döneminde izlediğim, ardından yıllarca izlemediğim bu değerli filmleri inanın
tekrar izlemek çok büyük bir keyif. 80’ler korku filmlerine ilgi duyan herkesin
bu listedeki filmleri beğeneceğini umuyorum.
The
Burning (1981) - Hepiniz Öleceksiniz
Slasher filmlerin en iyi işlerinden birisi olan The
Burning, ölüm sahnelerindeki başarılı makyajları ile de ön planda olan bir
filmdir. Blackfoot yaz kampında bekçilik yapan Cropsy’e, kampa gelen çocuklar
tarafından kötü bir şaka yapılır. Bu şaka sonrasında feci halde yanan Cropsy,
kendini göle atarak tamamen yanmaktan kurtulur ve 5 sene hastanede tedavi
görür. Yıllar sonra ise kamp yapmaya gelen her gruptan intikam almaya başlar.
Yanma olayının A
Nightmare on Elm Street (Elm Sokağı Kâbusu)’dan, göl sekansı ve kampa gelenleri
öldürme hikâyesinin de Friday the 13th
(13.Cuma)’dan esinlenerek yazıldığı çok aşikâr. İki filmle de oldukça benzer
bir yapıya sahip olan The Burning’in kötü karakteri
Cropsy ise, Jason Voorhees’ı andıran tarzıyla dikkat çekiyor. Tony Maylam
tarafından çekilen filmde, ufak bir rolde Holly Hunter’ın ilk sinema tecrübesini
de görmek mümkün.
The
Evil Dead (1981) - Şeytanın Ölüsü
The Evil Dead, 80’lerin en fazla vahşet ve şiddet içeren
sahnelerine sahip bir korku filmidir. Bruce Campbell’ın adeta oyunculuk
gösterisi yaptığı bu film, tatil için ormandaki bir kulübeye giden öğrencilerin
başına gelen korkunç olayları anlatır. Gençler mahzende buldukları ölüler
kitabını okuyup üstüne bir de bant kaydını dinlediklerinde, ölü şeytanları ve iblisleri
harekete geçirecek olan büyük bir belaya bulaşırlar. Filmin çekimleri sırasında
işi yarım bırakan oyuncular olmuş ve yönetmen Sam Raimi, kalan kısımları cansız
mankenlerle tamamlamış. Oldukça başarılı makyajların yapıldığı The Evil Dead
filmi o yıllarda, filmin kanlı sahnelerinin fazla olmasından ve aşırı şiddet
içermesinden dolayı birçok ülkede yasaklanmıştı. Ardından iki tane devam filmi
çekilen ve artık tüm dünyada bir kült haline gelmiş olan The Evil Dead
serisindeki tek değişmeyen karakter olan Ash (Bruce Campbell), 2015 yapımı 10
bölümlük Ash vs Evil Dead ile de tekrardan hayranlarının karşısına çıkmıştır.
Korku filmlerindeki tüm klişeleri kullanmış olan film, aynı zamanda içinde yer
alan ince mizah örnekleri ile de seyirciyi hem korkutan, hem de eğlendiren
ender yapımlardan birisidir. Kendi adıma konuşacak olursam eğer, 80’lerde
izlerken korkudan yarıda bıraktığım ve sonrasında ise kalabalık bir ortamda
devam ettiğim bir filmdir The Evil Dead. Bu arada filmin 2013 yılında çekilmiş
remake yapımına asla bulaşmayın.
The
Entity (1982) - Karabasan
1974 yılında yaşanmış gerçek bir hikâyeden uyarlanmış
olan The Entity, 80’lerin en gerçekçi çekilmiş, ürpertici ve sinir bozucu
filmidir. Hikâyede, Carla Mogan adındaki bir kadının görünmeyen varlıklar
tarafından evde önce dövülüp sonra tecavüze uğraması anlatır. Etrafındaki herkes
onun aklını oynattığını düşünür fakat eve gelen araştırmacılar bu işin gerçek
olduğunu ve kendisini güçlü bir varlığın ele geçirdiğini anlarlar. Ekibin tek
istediği şey kadını bu varlıktan kurtarmaktır. Psikolojik olarak yıkılmış bir
kadın olan Carla rolünü canlandıran Barbara Hershey’in filmdeki mükemmel oyunculuğu
ise yıllarca konuşulmuştur. Paranormal bir olayı anlatan ve gerçek bir hikâyesi
olan The Entity, aynı zamanda peşinden çekilmiş olan benzer birçok filmin
senaryosuna da kaynak olmuştur. 80’lerde bu filmi izleyip içerdiği ürpertici sahnelerin
etkisinden kurtulamayan çok kişi vardır. Özellikle videokaset furyasının en
popüler korku filmleri arasında yer alır.
Poltergeist
(1982) - Kötü Ruh
Yapımcılığını Steven Spielberg’in üstlendiği Poltergeist,
The Texas Chainsaw Massacre (Teksas Katliamı)’ın yönetmeni Tobe Hooper
tarafından çekilmiş kült bir korku filmidir. 80’lerin en çok konuşulan
filmlerden birisi olan Poltergeist, evin ufak kız çocuğunu ele geçiren lanetli
ruhların hikâyesini anlatıyor. Televizyon sayesinde iletişime geçen bu kötü
ruhlar, kısa bir süre sonra kızı kendi taraflarına almaya kalkarlar. Dönemin en
iyi çekilmiş efektlerine sahip olan Poltergeist, evin içinde yaşanan fırtına ve
ağaçların saldırısı gibi heyecanlı sahneleri ile de, izleyenleri hayran
bırakır. Fakat ardından çekilen iki devam filmi asla bu film kadar etkili olmamış
ve pek ses getirmemiştir. Yalnız 2015 yapımı Gil Kenan tarafından çekilen yeni
Poltergeist bana göre kötü bir remake değil. Çoğu yeni çevrimlerde senaryoya
pek sadık kalınmasa da, bu seferki gayet başarılıydı. Filmin, ilk Poltergeist
kadar ürkütücü ve de sağlam oyunculukları var, izlenmeye değer.
The
Prowler (1981) - Tatil Gecesi
Çocukluğumda İstanbul’daki Beşiktaş Mıstık (Şimdiki BKM)
sinemasında izleyip fazlasıyla korktuğum filmlerden biridir The Prowler. Filmin
yönetmeni Joseph Zito, sonraki yıllarda Friday The 13th: Final Chapter’ı da
çekmiş ve biyografisine sadece iki adet korku filmi eklemiştir. 2.Dünya savaşı
sırasında çekilmiş bir belgesel havasında başlayan The Prowler, savaş
sonrasında gerçekleşen bir mezuniyet gecesi ile devam ediyor. Ve bu gece elinde
tırmığı olan askeri kıyafetli, yüzü maskeli bir katil ortalığı kan gölüne
çeviriyor. İşlediği tüm cinayetlerin yanına bir gül bırakan katil, aradan geçen
35 yılın ardından günümüzde yine bir mezuniyet gecesinde ortaya çıkarak
katliamına devam ediyor. Neden her cinayete bir gül bırakıyor? Filmdeki peş
peşe işlenen şiddetli cinayet sahneleri oldukça gerçekçi ve hiçbir detay
atlanmamış. “Gore” türüne uygun olduğunu düşündüğüm The Prowler, seri katil
filmlerindeki her klişeyi tek tek ortaya koyan gerilimi ve heyecanı bol bir korku/gerilim
örneği. Bu filmi seyretmeyen veya duymamış olan varsa bulsun ve izlesin.
Happy Birthday To Me (1981) - Doğum Günüm Kutlu Olsun (Kanlı
Yaşgünü)
Yönetmen J. Lee
Thompson’ın filmi olan Happy Birthday To Me, benzer birçok filmin alt yapısını
oluşturan Slasher tarzının en iyi örneklerindendir. Filme aslında seri katil
filmi de diyebiliriz. Çünkü film boyunca devamlı siyah eldivenli bir katil
birilerini öldürüyor ve siz de bu cinayetler zincirini çözmeye çalışarak beyin
jimnastiği yapıyorsunuz. Başrolde Mary karakteri ile Küçük Ev dizisinden
tanıdığımız Melissa Sue Anderson yer alıyor. Film, sorunları olan ve çevresine
karşı antipatik davranışlar sergileyen Virginia adındaki bir kızın hikâyesini
anlatıyor. Virginia, doğum gününde yaşanan cinayetler yüzünden geçirdiği
travmayı tekrardan yaşar ve olaylar farklı bir yönde gelişir. Sürpriz sonla
biten filmler furyasının belki de ilklerinden birisi olan Happy Birthday To Me,
daha çok videokaset döneminde ilgi görmüş bir korku/gerilim filmidir. O
dönemler Doğum Günüm Kutlu Olsun gibi ilgi çekici bir isimle çıkış yapan bu
filmi seyretmek isteyenlerin, şu anda Kanlı Yaşgünü adıyla araması gerekiyor.
80’lerin çekim tekniklerine göre oldukça güzel bir iş çıkaran J. Lee Thompson,
aynı zamanda filmin kafa karıştıran senaryosu ile de oldukça beğeni toplamıştı.
Prom Night (1980) - Balo Gecesi
Video döneminde Balo
Gecesi adıyla herkesin yakından tanıdığı Prom Night, 1974 yılında dört çocuğun
Robin adındaki arkadaşlarını korkutmak isterken öldürmeleri ile başlar. Olayı
başka birinin üzerine yıkan bu 4 çocuk, altı yıl sonra bir balo (mezuniyet)
gecesinde bir araya gelirler. Bu arada suçu üstüne yıktıkları adam hapisten
kaçar ve balo gecesi kısa bir süre sonra katliam gecesine dönüşür. Filmin başrolünde
Halloween serisi ile büyük çıkış yakalayan başarılı oyuncu Jamie Lee Curtis yer
alıyor. Curtis, ayrıca Prom Night’daki harika performansının yanı sıra, aynı
yıllarda The Fog (Sis) ve Terror Train (Dehşet Treni) gibi en popüler korku
filmlerinde de oynadı. Bu arada filmin diğer başrolünde ise Airplane (Uçak) ve Naked
Gun (Çıplak Silah) filminin komik dedektifi Leslie Nielsen da yer alıyor.
Kendisi bu filmde tamamen farklı bir rolde. Prom Night, aslında 80’lerin slasher filmlerinin tüm detaylarını içinde
barındıran karma bir film. Her
ne kadar diğer filmleri hatırlatan sahnelere sahip olsa da, bu türün
meraklıları için kesinlikle izlenmesi gereken bir filmdir. Fakat siz siz olun,
2008 yılındaki yeni çevriminden uzak durun.
An
American Werewolf in London (1981) - Kurt Adam Londra’da
An American Werewolf in London, sanırım kurt adam
efsanesi üstüne yapılmış en iyi filmlerden birisidir. Filmin hikâyesi, Amerikalı
iki öğrencinin üzerinden ilerler. Yağmurdan dolayı İngiltere yakınlarında
bulunan kasabadaki bir bara sığınan iki genç, orada bulunanların “yoldan
ayrılmayın” uyarısını dikkate almayarak yollarına devam ederler. Ve kestirme
yollardan birinde ikisi birden ne olduğu belirsiz bir yaratığın saldırısına
uğrarlar. Özellikle yine video döneminin en çok sevilen kurt adam filmlerinden
birisi olan An American Werewolf in London,
özel efekt uzmanı Rick Baker’ın kurt adama dönüşüm sahnesindeki başarısı
ile En İyi Makyaj oscarını kazanmıştır. Blues Brothers (Cazcı Kardeşler),
Animal House (Çılgınlar Okulu) ve Beverly Hills Cop III (Sosyete Polisi) filmlerinden
tanıdığımız ünlü yönetmen John Landis, diğer filmlerinde kullandığı mizah
örneklerini az da olsa, An American Werewolf in London‘ da kullanmayı ihmal
etmemiş. Özellikle kurt adam filmlerinden hoşlanan herkesin bu kült filmi
mutlaka bir şekilde izlemesi gerekiyor.
Maniac, slasher döneminin en çok tartışma konusu olan ve
sert sahneleri yüzünden de sansür almış bir seri katil filmidir. Aşırı şiddet
içeren cinsel sahneleri ile birçok filme ön ayak olan Maniac’ın, 2012 yılında çekilen
vasat bir remake’i de bulunuyor. Çocukken annesi tarafından tacize uğrayan
Frank Zito, içinde kalan intikam tutkusunu genç kadınları öldürerek bastırır.
Kısa sürede oldukça psikopat bir katil haline dönüşen Zito, öldürdüğü
kadınların kafa derilerini yüzer ve saçlarından yaptığı perukları cansız
mankenlere giydirerek adeta bir koleksiyon yapar. Oldukça düşük bütçeyle
çekilmesine rağmen filmin 80’lerde 6 milyon dolar gibi büyük bir hâsılat
yaptığını ve birçok seyircinin de yarısında bırakıp çıktığını hatırlatmakta
yarar var. İnsan psikolojisini bozan bir hikâyeye sahip olan Maniac, türün
meraklıları için kaçınılmaz bir fırsattır.
The
Fog (1980) - Sis
Halloween ve The Thing gibi unutulmayan korku
klasiklerinin ustası John Carpenter’ın elinden çıkmış olan The Fog, 1880
yılında batmış olan bir gemideki ölü ruhların yeniden ortaya çıkmasını anlatır.
Yıllar önce yapılan bir suikast ile gemideki tüm mürettebatın ölümüne tanıklık
eden Antonia Bay kasabası, kuruluşunun 100.yıl kutlamalarını yapmaya
hazırlanırken büyük bir sis her yeri kaplar. Ve tekrardan sisle birlikte
kasabaya gelen Elizabeth Dane adlı geminin hayaletleri, başta peder Malone
olmak üzere tüm kasaba sakinlerinden intikam almak için savaşır. 80’lerin korku
sinemasında mükemmel mimikleri ile iyi bir yer edinen ünlü oyuncu Jamie Lee
Curtis, The Fog’da yine oldukça başarılı bir performans gösteriyor. Oynadığı
yıllarda İstanbul’daki Osmanbey Site sinemasında izlediğim The Fog, bana göre o
dönemin en ürkütücü hikâyesine sahip filmlerinden birisidir. John Carpenter,
filmin birçok sahnesini beğenmemiş, daha gerçekçi, korkutucu ve kanlı olması
için defalarca yeniden çekmiştir. 2005 yılında çekilen yeni versiyonu ise,
fazlasıyla kötü eleştirilere maruz kalmış ve orijinal filmi ile
kıyaslanamayacak kadar başarısız bir film olmuştur.
Bu Yazım Blue Jean dergisi Şubat 2016 sayısında yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder