8 Nisan 2015

KINGSMAN: THE SECRET SERVICE



Sinemanın son yıllarda yaptığı en büyük atılımlardan biri de çizgi romanları beyaz perdeye taşımak oldu. Yönetmen Matthew Vaughn “Kick-Ass” çizgi romanını başarıyla sinemaya uyarladıktan sonra aynı titizliği bu kez Kingsman için gösteriyor. “Stardust” ve “X-Men: First Class” gibi güçlü filmlere hayat veren yönetmen, hikayesini anlatırken bir yandan da birçok filme gönderme yapmayı ihmal etmiyor. “James Bond”dan “Kill Bill”e, “Bourne”dan “Men In Black”e pek çok farklı filmin altyapısını ve ince detaylarını gayet iyi şekilde filme yansıtıyor.
Kingsman, adını Kral Arthur ve şövalyelerinin kullandığı yuvarlak masadan alan, içinde Arthur, Lancelot, Galahad  gibi o döneme ait karakterler isimlerine de yer veren bir film. Kullanılan renkler, dekorlar, mekanlar o kadar özenle seçilmiş ki izlerken sanki kendinizi çizgi romanın içinde buluyorsunuz. Her türlü absürtlüğün ve ciddiyetsizliğin bol miktarda kullanıldığı Kingsman, bu tarz komedi aksiyonlarında görülen klişe sahneleri de içinde bolca barındırıyor. Bond tarzı üstün özelliklere sahip şemsiyeler, kalemler, çakmaklar, kameralı gözlükler ve bombalar neredeyse her kavga sahnesinde mevcut. Kingsman ajanının en büyük özelliği ise jilet gibi dikilmiş ve özel olarak tasarlanmış takım elbisesi. Görev sırasında birer İngiliz beyefendisi gibi görünmelerini sağlayan bu şık takım elbiseleri diken terzi dükkanın adı Kingsman. Tabii bu terzihane alışık olduklarımızın aksine gizli geçitlere ve bir uçak hangarına sahip olabilecek kadar devasa bir terzihane.
Filmin ana karakteri Galahad, usta çırak ilişkisinin usta olan tarafı. Kingsman teşkilatı gizli bir görevde kendi ajanını kaybedince yerine acilen birisini bulması gerekiyor ve ufak yaşta babasını kaybetmiş olan sokak serserisi olan Eggy, Galahad’ın vasıtasıyla kendini bu gizli istihbaratın içinde buluyor. Yeni yetme kahramanımız atlama, zıplama, dövüşme, silah kullanma gibi casusluk yetilerini kazanması için belli testlerden geçiyor ve dünyanın başına bela olan kötü karakterimiz Valentine’i alt etmek için göreve atanıyor.
Matthew Vaughn, kopan kafalardan ve bacaklardan kan çıkışını göstermekten özellikle kaçınmış olacak ki finale doğru bu sahneleri türlü kamera oyunları ile farklı bir eğlenceye dönüştürdüğüne şahit oluyoruz. Colin Firth'ün ortalığı kırıp geçirdiği kilisedeki aksiyon sahneleri adeta Tarantino filmleri havasında muhteşem bir kareografi ile çekilmiş.
“Terbiye insan için en büyük erdemdir” ilkesini izleyenlerin gözüne sokmaktan kaçınmayan Kingsman, başarılı oyunculuklarıyla da dikkat çekiyor. Eggy rolündeki Taron Egerton’ın filmdeki oyunculuk gösterisinin yanı sıra usta oyuncu Michael Caine de Arthur rolü ile filme ışıltı katıyor. Yönetmen, sürpriz oyuncu olarak da nam-ı değer Luke Skywalker yani Mark Hamill’ı seçmiş. Hamill’ın oldukça yaşlandığını görmek biraz içimizi burkuyor tabiî.
“Autin Powers” tarzı casusluk üzerine yapılmış komedi aksiyon filmlerinin son halkası olan Kingsman: The Secret Service, oldukça akıcı, hareketli ve eğlenceli bir film. Umarız Matthew Vaughn bu tarz filmlerle izleyicileri daha sık buluşturur.


FURIOUS 7



2001’den günümüze kadar devam eden Hızlı ve Öfkeli serisi hız tutkunları ve aksiyon sevenler için adeta bir fenomen haline geldi. Serinin her halkasında kamera tekniklerini özenle konuşturan yönetmenler, araba kovalama ve patlama sahnelerini daha önce filmlerde hiç görmediğimiz şekilde önümüze sundular. Rob Cohen'in başlattığı seri daha sonraları Justin Lin başta olmak üzere farklı yönetmenlerin elinden geçti. Furious 7’de ise “Saw”, “İnsidious”, “The Conjuring” gibi korku filmlerinden tanıdığımız yönetmen James Wan, farklı bir deneyimle karşımıza çıkıyor.
Kendi içinde gelişen ve kopmayan bir konu bütünlüğü taşıyan Fast and Furious serisi, bu özelliği ile kendisini alışıldık aksiyon serilerinden ayrı bir yere koyuyor. Özellikle serinin bir önceki filmin final sahnesinin Tokyo Drift’e bağlanması tüm izleyenleri hem şaşırtmış hem de çok sevindirmişti. İşte “Furious 7” de altıncı filmin bittiği yerden tam gaz devam ediyor. Bu sefer bir önceki filmdeki baş belası kötü karakter Owen Shaw’ın kardeşi, intikam için bizim ekibin peşine düşüyor. Furious 7’nin oyuncu kadrosuna Jason Statham’ın dışında yaşlı kurt Kurt Russel da eşlik ediyor. Doğrusunu söylemek gerekirse bu iki sevilen oyuncunun ekibe katılması filmin kalitesini gözle görülür şekilde arttırıyor. Özellikle Jason Statham’ın filme dahil olmasıyla beraber birebir dövüş sahnelerinin daha uzatıldıığını ve itinalı çekildiğini söylemek mümkün. Oldukça sert geçen kavga sahnelerindeki çekim ustalıkları sayesinde asla göz yormayan görüntüler ortaya çıkmış.
Son filme baktığımızda on dört yıl içinde, serinin, ilk filmlerindeki hikayeyle hiç alakası kalmadığını görüyoruz. Fakat seri konu bakımından çok daha sadeleşirken aksiyon sahnelerindeki tempo gittikçe artıyor. Yedi film boyunca görsel olarak gittikçe güzelleşen Fast and Furious serisi, farklı ülkelerin en güzel şehirlerinde çekilen hızlı araba sahneleri ile de  göz dolduruyor. Azerbaycan dağlarındaki nefes kesen kovalamaca sahneleri ile Abu Dabi’deki gökdelenden araba ile kaçış sahnesi adeta seyirciye yüksek dozda adrenalin enjekte ediyor. Ancak Furious 7’i serinin diğer filmleri ile kıyasladığımızda aksiyon sahnelerinin çok daha uzun ve mantık dışı olduğunu söyleyebiliriz. Diğer yandan serinin, dördüncü filmden sonra yeni ekip ile beraber aksiyondaki ciddiliğini ve gerçekliğini yitirerek, bol esprili sahnelerle beraber daha eğlenceli bir hale dönüştüğünü görüyoruz.
Furious 7’nin çekimleri sırasında Paul Walker’ın araba kazasında hayatını kaybetmesi üzerine filme uzun bir süre ara verilmişti. James Wan filmin iptal olacağı söylentilerine karşı çıkarak CGI tekniği ile Paul Walker’a filmde hayat verdi. Bu sahnelerde Walker’ın kardeşleri Caleb ve Cody’i  oynatarak Paul Walker’ın sesi ve yüzünü CGI ile birleştirdiler. Ayrıca filmin finalinde çok özel hazırlanmış duygusal sahneler eşliğinde Paul Walker’a bir saygı duruşu da yer alıyor. Havada uçan arabalar, bol patlamalı sahneler, birebir dövüşler olsun, fazla gerçekçi olmasa da olur diyenlere Furious 7 ilaç gibi gelecektir. Ayrıca James Wan gibi genellikle korku filmleri çeken bir yönetmenin bu kadar bol aksiyonlu bir filmin altından başarı ile kalkmış olması takdire değer.



3 Nisan 2015

THE COBBLER

Şans Ayağıma Geldi

Hem oyunculuk , hem de yönetmenlik yapan Thomas McCarthy’nin  2011 yapımı ilk filmi Win Win ( Kazananlar Klübü) oldukça güzel eleştiriler almıştı. Ardından çektiği “The Cobbler” (Şans ayağıma geldi) ile bu sefer dram ve komedinin yanına fantastik unsurları da ekleyen Thomas McCarthy, Adam Sandler’ın yanı sıra, Dustin Hoffman ,Steve Buscemi ve Ellen Arkin gibi güçlü karakter oyuncularına da filmin kilit rollerini dağıtmayı uygun görmüş. Enteresan bir hikayeye sahip olan “The Cobbler” aslında izleyiciye güzel mesajlar vermeyi de ihmal etmiyor. Kazanılan doğa üstü yetenekleri ve güçleri önce eğlence amaçlı sonrasında ise kendi çıkarlarımız için kötüye kullanma fikrini daha önce Jim Carrey’in “Bruce Almighty” (Aman Tanrım) filmi bizlere güzel bir şekilde anlatmıştı. Hemen hemen aynı giriş bölümüyle başlayan The Cobbler’ın hikayesi bir süre sonra farklı maceralara dönüşüyor.
Max Simkin (Adam Sandler), filmde  nesilden nesile geçen kunduracılık mesleğinin günümüzdeki en son temsilcisini canlandırıyor. Yahudi kökenli Max, babasının aileyi terk etmesinden sonra yıllardır hasta ve bunamış annesiyle birlikte yaşamaktadır. Gündüzleri baba yadigari olan ayakkabı tamirciliğini halen başarıyla sürdürmekte ve kendisi çevresindekiler tarafından çok sevilmektedir. Özellikle yan komşusu olan berber Jimmy( Steve Buscemi) ile çok iyi anlaşır onun sayesinde en sevdiği turşuları elinden eksik etmez. (Filmde neden devamlı bir turşu ikramı var diye düşünen seyircinin merakı filmin sonuna doğru son buluyor.) Max’in rutin bir şekilde devam eden esnaflık hayatı, günün birinde bodrum katında sakladığı eskilerden kalma bir dikiş makinesi sayesinde değişir. Müşterilerden gelen ayakkabıları bu makine ile tamir ettikten sonra ayağına giydiğinde ayakkabının sahibine dönüştüğünü anlayınca çılgına döner. Max için eğlenceli dönem şimdi başlar. Kimi zaman bir Çinli olup çin mahallesinde takılırken, kimi zaman bir çapkın olarak kızların peşine düşer. Yönetmen filmin ana konusunun yanı sıra kentsel dönüşümle ilgili bazı detaylarda seyirciye mesaj vermeyi de ihmal etmiyor. Max, güçlerini her ne kadar başlarda eğlence ve maddiyat için kullansa da sonradan elindeki bu sihiri çok daha farklı bir amaç için kullanıyor. Kendisi için çok özel anılara sahip olan evini asla terk etmek istemeyen yaşlı Solomon’u peşindeki bazı kötü adamlardan koruyan Max, ister istemez başını belaya sokar.

Bir anda sakin ve mutsuz bir adamın hayatını değiştiren bu harika sihir sayesinde film adeta eğlenceli bir masala dönüşüyor. Seyirciye zaman zaman böyle bir güce sahip olsan sen ne yapardın sorusunu sordurtan The Cobbler oldukça akıcı bir senaryoya sahip olduğundan sıkılmak için vaktiniz kalmıyor. Her ne kadar şekil veya beden değiştiren komedi filmlerinde rastladığımız klişe sahneler ve diyaloglar yine karşımıza çıksa bile seyirciyi rahatsız etmiyor. Oynadığı filmlerde mutsuz,sakin ama aynı zamanda çok sevilen,neşeli, eğlendiren karakterleri başarıyla oynayan Adam Sandler ,bu defa biraz daha dramatik bir role hayat veriyor. Filmin en önemli sahnelerinde ortaya çıkan  Dustin Hoffman ise sağlam oyunculuğu ile hikayeye renk katmış. Fazla uzatmadan tadında ve sürpriz bir finalle biten The Cobbler bu türün meraklılarına hoş vakit geçirtecek bir film.

THE TEXAS CHAINSAW MASSACRE (1974)


Teen slasher akımının öncülerinden olan 1974 yapımı Tobe Hooper imzalı ilk “Teksas Katliamı” filmi 40. yılı şerefine 2015 yılında yeniden restore edilerek vizyona girdi. Chicago daki film stüdyolarında beş ay süren bir çalışmanın ardından tekrar elden geçirilen film, ilk kopyalarına göre renk ve ses bakımından çok farklılıklar gösteriyor. Restore edilen film ilk kez 2014'de Cannes Film Festivali'nde gösterildikten sonra birçok ülkede gösterime girmeye devam etti.

The Texas Chainsaw Massacre için teen slasher akımı dediğimize göre biraz bu konudan bahsedelim. Bu tip filmlerde genelde genç oyunculardan oluşan bir grup görülür. Bu grup çoğunlukla ormanda kamp yapar ve sırayla bir katil tarafından öldürülürler. İlk başlarda sıkıcı ve tekdüze gelen bu filmlerin püf noktası, gerilimi ve heyecanı son sahnelere bırakmasıdır. Bolca vahşet içeren ve kan banyosu sahnelerin abartıldığı bu filmler çok fazla bütçe ile çekilmez. Fakat teen slasher tarzı filmler, sıradan senaryolara sahip olmasına rağmen en çok seyredilen korku filmi türlerindendir. Bu akımı ilk başlatan The Texas Chainsaw Massacre, ardından peş peşe çekilen Halloween, Friday The 13Th, Evil Dead, Scream  gibi seri filmlere yön vermiştir. Tobe Hooper’ın The Texas Chainsaw Massacre’da  elektrikli testereli ve yüzü maskeli bir katil olan Leatherface karakterini yaratırken gerçek bir seri katil olan Ed Gein’den esinlendiği söylenir. Vizyona girdiği senelerde birçok ülkede gösterimi yasaklanmış olan film, halen tüm zamanların “En İyi Korku Filmleri” anketlerinde ilk sıralarda yer almaktadır.

The Texas Chainsaw Massacre,İzlemek üzere olduğunuz film beş gencin ama özellikle Sally Hardesty ve sakat Frank’linin başına gelen bir trajedidir. Onların genç olmaları çok daha trajik bir olaydır. Ama çok çok daha uzun hayatlar yaşamış olsalardı bile o gün gördükleri dehşeti ve çılgınlığı ne beklerlerdi ne de bunu isterlerdi. Sakin bir yaz öğleden sonrası onlar için bir kabusa dönüşür. O günün olayları Amerikan tarihinde en tuhaf suçlardan birinin keşfine neden oldu. Teksas Elektrikli Testere Katliamı...” gibi tüyler ürperten bir giriş yazısıyla açılır. Hikaye Teksas’a doğru gitmekte olan bir grup gencin yolda garip görünümlü bir otostopçuyu alması ile başlıyor. Otostopçunun devamlı ailesini anlatması ve tuhaf davranışları yüzünden bir süre sonra onu indirip yollarına devam ediyorlar. Varmak istedikleri yere gelip yerleştikten sonra gruptan birisinin ormanlık alandaki garip bir evi ziyaret etmesi ile de kabuslar zinciri başlıyor. Çünkü evde yaşayan Sawyer ailesi, geçimini yıllarca kasaplık yaparak sağlamış fakat sonrasında işsiz kalmış ve insan avlamaya başlamış bir ailedir.

Filmin çekim teknikleri özellikle Sawyer ailesinin en manyak katili olan ve öldürdüğü kişilerin yüzlerinden kendisine maske yapan Leatherface’in kurbanlarını koşarak kovaladığı sahneler izleyiciyi oldukça geriyor. Evin içinde türlü işkencelere maruz kalan gençlerin, ailenin kendi içindeki tartışmaları fırsat bilerek kaçmaya çabalaması filmdeki gergin ortamı daha da şiddetlendiriyor. Filmin finaline doğru otoyolda Leatherface’in elektrikli testere ile yaptığı gösteriyi ise unutmak mümkün değil. The Texas Chainsaw Massacre bu kaçma kovalama sahneleri ile yıllarca farklı korku filmlerine örnek oldu. Filmin sembolü haline gelen Leatherface'den alınan ilham sayesinde korku sineması Jason Voorhees, Michael Myers ve Freddy Krueger gibi ürkütücü karakterleri ortaya çıkardı. Birçok filme ilham kaynağı olmuş 1974 yapımı orijinal The Texas Chainsaw Massacre,  bu türden hoşlananların kesinlikle seyretmesi gereken kült bir korku klasiğidir.  

Bu Yazım Popüler Sinema da yayınlanmıştır.