“Bond, My name is James Bond”. 53 yıl 24 film.
Moneypenny, M ve Q. Özenle seçilmiş Bond kızları. Tam donanımlı arabalar, her
işi yapan kol saatleri, micro patlayıcılar ve kameralar. Çalkalanmış asla
karıştırılmamış Votka Martini. Her Bond için üretilen açılış parçaları ve
mükemmel jenerik. Sıkı bir aksiyon sahnesi içeren başlangıç. İşte Bond
filmlerinin unutulmazları.62 yılından günümüze kadar farklı oyuncular hayat
verdi Bond karakterine. Bond filmlerini izlemek ayrı bir tutkudur ve çok da
keyiflidir, fakat herkese hitap etmeyebilir, çünkü akıl almaz aksiyon sahneleri
bazen komedi şeklinde sunulur önünüze. Bond kültürünün içinde espriler ve
abartı bolca bulunur. Özellikle Roger Moore ve Pierce Brosnan’lı olan filmlerde
sıkça bunlara rastlanır. (Bu arada yazdığım iki oyuncu bana göre, James Bond
karakterine en uygun olanları).
Pierce Brosnan’ın ardından gelen kasıntı ve asık suratlı
Bond karakterimiz Daniel Craig ile sanki 2000’li yıllarda Bond dünyasında yeni bir
dönem başladı. Adeta, o eski bol renkli dönem bitti ve daha oturaklı
senaryoların yer aldığı karanlık Bond dönemi başladı. Böylece Batman ve
Superman ile başlayan karanlık çağa geçişten Bond’da nasibini almış oldu.
Casino Royale ile iyi bir çıkış yapan Daniel Craig’li Bond serüveni, çok iyi
eleştiriler almayan Quantum Solace ile devam etti. Ardından Skyfall gibi sağlam
bir film geldi ve çok iyi övgüler aldı. Son olarak da 2015’de sıkı bir reklam
çalışmasının ardından 007 Spectre ortaya çıktı. Spectre, aslında Dr.No ile
başlayan Sean Connery’li Bond filmlerinin 4-5 tanesinde bolca yer almış, dünyayı
ele geçirmeye çalışan gizli ve büyük bir teşkilattır. Her ülkeye belli kötü
adamlarını yerleştiren Spectre’nin başında genelde karanlık bir silüette
elindeki beyaz kedisini seven biri bulunur. Bir türlü başında bulunan bu
karanlık şahıs yakalanmaz ama diğer ülkedeki pislik adamları bir şekilde ele
geçirilir. Bu defa Spectre’nin ana kaynağını bulmaya kafayı takmış bir James Bond’la
karşı karşıya kalıyoruz. M’nin vasiyeti şeklinde sunulan bu görevi takıntı hale
getiren Bond, ortadan kaybolarak tek başına puzzle’ın parçalarını birleştirmeye
çalışıyor.
Mükemmel bir açılış sahnesi ile başlayan Spectre, Sam
Smith’in “Writings on the Wall” parçası eşliğindeki hoş jeneriğinin ardından güzel
bir hikaye ile ilerliyor. Gizem yaratan karanlık bir havaya bürünmüş Bond
macerası seyirciyi, “gerçekten bu kadar
büyük bir teşkilatı nasıl ortaya çıkaracak ve yok edecek” diye bir beklentiye
sokuyor. Sonra neler oluyor, o güzelim senaryo kayboluyor ve film, Bond’un
sevimsiz esprileriyle dolu, saçmalayan ve asla tatmin edici olmayan bir aksiyon
gösterisine dönüşüyor. Daniel Craig’e zaten espri yapmak pek yakışmıyor adamın
tipinin ve kasıntı halinin dışında bir olay bu. O dövüşecek atlayacak,
zıplayacak, intikam peşinde koşacak. Sevimli olmak üzerine kurulu bir tiplemeye
müsait değil, ki zaten son dönem Bond filmlerinde de bundan oldukça uzak
duruluyor. Aslında Bond filmleri bu tip aksiyon sahnelerine müsait, hatta yıllarca
daha kötülerini de izledik, hem de ne klişe sahneler yer aldı Bond filmlerinde.
Aya giden, tankla şehir trafiğinde gezen, uçurumdan düşen aracın içinde rahatça
kavga eden, dev dalgalarda paraşütlü sörf yapan Bond hallerini unutmamak lazım.
Bunlar Bond filmlerinin olmazsa olmazı. Yapacak bir şey yok. Fakat Sam Mendes
gibi bir yönetmen Skyfall ile ağzımıza bir tutam bal sürdükten sonra, ister
istemez Spectre’de aynı kalitede bir senaryo ve aksiyon bekledik.
( Yazının
bu kısmı biraz Spoiler içerir ). İşte bu yüzden de, “içinde kimse olmayan bir trende geçen dövüş,
Bond’un koca teşkilatın içinden tereyağından kıl çeker gibi kaçışı, oldukça
başarılı bir oyuncu olan Christoph Waltz’ın kısa sürede harcanması ve yerlerdeki
komik sürünme hali, Bond ve Swann ikilisinin patlamadan göremediğimiz bir
şekilde sıyrılmaları ve finaldeki helikopter sahnesinin basitliği ” gibi
detaylar maalesef gözümüze fazlasıyla batıyor. Bu arada dev cüsseli ve kolay
alt edilemeyen kötü karakter Hinx (Dave Batista)’in, eski Bond filmlerindeki
Jaws karakteri gibi en azından birkaç film devam etmesini beklerdim. Hinx’de o
hava yaratılmıştı sanki. Lea Seydoux’da bana göre şu ana kadarki Bond kızları
içinde en vasat olanı. Monica Belluci gibi bir oyuncuya da 148 dakikalık
(gereksiz uzun) bir Bond filminde 5 dakika ayırmak sanki biraz ayıp olmuş gibi.
Bu arada araba takip sahnesi ve başlangıçtaki helikopter sahnesinin çekim
teknikleri ve görselliği oldukça başarılı.
Neyse gündemde yeni bir Bond arayışı var. Umarım yeni
bulunan oyuncu ile Bond dünyası eskisi gibi renkli ve daha canlı bir hale
gelir. Ian Fleming, esprili, sevimli, yakışıklı, karizma bir karakter yarattı
zamanında, karanlık ve kasıntı bir Bond değil. Sonuç olarak her ne olursa olsun
sıkı bir Bond fanatiği olarak Forever Bond ve Forever Aston Martin DB5 diyorum.
Bu Yazım Popüler Sinema da yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder