İlk önce Siccin filmi ile
tanıdığım daha sonra yer aldığı tiyatro oyunlarına gittiğimde gerçekten çok iyi
bir oyuncu olduğunu düşündüğüm Ebru Kaymakçı ile “PİÇ” adlı oyun çıkışında hoş
bir sohbet gerçekleştirdik. Kendisi işini çok severek yapan tiyatro aşığı
başarılı bir yetenek.
Ebru kaymakçı, www.populersinema.com ‘da ve sosyal medya ortamında yayınlamak üzere
sorduğum soruları beni kırmayarak cevapladı. Kendisine sanat hayatında başarılar
diliyorum.
KE Bize biraz kendinizden ve yaptığınız işlerden
bahseder misiniz? Nasıl başladı tiyatro ve sinemaya geçişiniz?
EK- Çocukluk ve
çocukluktan ergenliğe geçiş dönemimi ailemin beni sosyalleştirme adına bir umut
olarak gönderdiği sayısız kurslara giderek ve içime kapanarak geçirdim ta ki,
Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’nde Tiyatro kursuna başlama isteğimi inatla kabul
ettirene kadar. Sonrası benim için dönüm noktası oldu. Selçuk Üniversitesi
Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü’nü kazandım. Eğitim ve oynadığım oyunlarla yolculuğum
devam etti.
MEDEİA ( MEDEİA
) / EURİPİDES
MİLYONERLER ŞEHRİ NAPOLİ
( ASUNTA ) E. FİLLİPPO / FUAT RAUFOĞLU
CİMRİ ( ELİSE )
/ MOLIERE / ALPAY ULUSOY
Sonrası İstanbul Devlet
Tiyatrosu’nda
ÖLÜLERİ GÖMÜN / VERN SNEIDER/ ŞAKİR GÜRZUMAR
BİR ŞEHNAZ
MÜZİKALİ ( KUMRU ) /
TURGUT ÖZAKMAN/ ŞAKİR GÜRZUMAR
Ve Özel Tiyatrolarda oynadım.
ŞEHR-İ SEVDA İSTANBULUM / BANU BAŞEREN / TİYATRO 1 DENBİRE
AÇIK DENİZDE ( UFAKLIK ) /
SLAWOMİR MROZEK /YENİ KUMPANYA OYUNCULARI
Kısa Filmlerle ( Anahtar,
Misafir,Model Zamanlar…) başladığım sinema serüvenim ‘AŞK’ adlı belgesel ve
sinema filmlerimle devam etti. Macahel Yapım’ın Metin Koç & Ulaş Zeybek
yazıp yönettiği “Laz Vampir Trakula” adlı komedi filminde saf bir laz kızı olan
Emine’yi oynadım. Sonrasında Muhteşem Film’in senaryosu Ersan Özer’e ait Alper
Mestçi’nin yönettiği Siccin adlı korku filminde hiç de saf olmayan, nefret
edilen bir kadın olan Öznur’u oynadım. İlk sinema deneyimlerimde
zıt karakterlerin ard arda karşıma çıkması benim için çok güzeldi. Bu yıl bir
kaç farklı projede yer aldığımdan daha yoğun bir yıl oldu. Veysel Diker’in
ödeneksiz, büyük bir emekle kurduğu ve 5 yıldır devam eden Tiyatro 3023 de hem
atölye çalışmalarında hem de oyunlarında aktif halde bulundum. Başlangıcından
beri içinde bulunduğumdan benim için ayrı bir önemi vardır.
Duru Tiyatro’da Tiyatro Karadut çatısı altında Çetin
Etili’nin yönettiği Marc Camoletti’ye ait “Altı Kişiye Pijama” adlı oyunda
Jacqueline karakterini oynadım. Merak edenler sizin oyunumuz hakkındaki güzel
yazınızı okuyabilirler. (www.populersinema.com/elestiri/alti-kisiye-pijama-28967.htm) Vee
taaa Bursa’lardan Ekim Sanat ‘la yola çıktığımız Ömer Naci Topçu’nun Anton
Çehov’un öykülerinden oyunlaştırıp yönettiği, Ertan Kılıç&Tuğba Yüksel’in
de içinde bulunduğu ‘Piç’ adındaki oyunumuzda Madam Vasilyeva, Anna Filipovna Miguyeva karakterlerini
oynadım. Oyunumuz büyük bir emekle, zor şartlarda sadece insan sevgisinden ve
saygısından çıktığı için XV. Direklerarası Seyirci Ödüllleri’nde En İyi
Yönetmen ödülünü aldığında pek bir heyecan duyduk bunu da belirtmek istedim.
KE- Sinema, dizi ve tiyatro üçlüsü arasında içinde
olmaktan mutlu olduğunuz , size en çok
keyif veren sanat dalı hangisi, Neden?
EK- Tabi
ki tiyatro. O benim kıymetlim. Bir tiyatro metninin sadece okuma yaptığınız
an’la seyirciyle buluşma anına kadar olan süreci mucize gibidir. Cümleler, kelimeler hatta es’
ler prova sürecinde ayaklanır, konuşur, ağlar, düşünür, güler, bakar, olmaya
başlar. Oyun bulduğun için metinin salt metin halinden kurtulmuş olursun.
Olamayacağın bir sürü şey olur ve bu mucizeyi seyirciyle buluşturursun. Hata
payınız yok ancak dönüştürülebilir ve asla kesilemez, bölünemez. Eeee ‘ya
unutursam’ ‘ya ayağım kayarsa’ ‘ ya partnerim girmezse’ ve bir sürü türevleri.
Yani oyunun seyirciyle buluşması sürprizsel bir denklem. Karşında canlı kanlı
hepsi birbirinden apayrı bir sürü insan, inanılmaz bir heyecan,kafada bir sürü
tilki, kalbinin 9/8 lik atışı. Bu denklemin içinde olmaya aşığım. Bunlara real
dünyayı kullanarak oynamayı ve de kendini izlemeyi de eklersek sonraki de
sinema. Sinema ayrı bir büyü
KE- Siccin adlı Türk korku filminde sonlara doğru
bayağı ürkütücü bir sahneniz var. Bu role nasıl hazırlandınız, zorlandığınız
yerler oldu mu Siccin’de?
EK- Siccin benim
için zaten enteresan bir deneyimdi. Oynarken çok keyif aldığım ama izlemekten o
kadar da keyif almadığım bir tür. Korku ve gerilim filmlerini izleyemem. Senaryoyu
okuduğumda en çok üstüne düşündüğüm yer ‘çarpılma sahnesi’ ydi. Çünkü sıradışı
bir sahneydi, doğal görünmeli ve komik olmamalıydı. Bedeninizin bir başka gücün
altındaymışçasına sizden ve kontrol sisteminizden bağımsız hareket etmesi ve
bunu taşıyacak olan ruhsal durum. Esrik olma!!! Bedenimin ve hareketlerimin
hiçbir sınırı olmamalı bu esrik duruma hizmet etmeli, özgün eylemler
bulmalıydım. Dans ettiğim ve plates yaptığım için esnek olan vücudum için çok
zor olmayacaktı. Yine de esnekliğimi
daha da geliştirmek için her gün antreman yaptım, Utku Demirkaya’ yla
bir koreografi belirledik ve içimize sinen bir sahne olması için çalıştık.
KE Altı Kişilik Pijama ve Piç adlı tiyatro oyunlarında
sizi izledim, performansınız çok başarılı. Rol seçimlerinde dikkat ettiğiniz
unsurlar nelerdir? Özellikle “işte bu rol tam bana göre” dediğiniz yerler
oluyor mu?
EK-Teşekkür
ederim. Aslında pek seçemiyoruz rollerimizi. Rol dağılımını okuma provalarında
yönetmen belirler. Rol kişiniz belli olduktan sonra bu rol “tam bana göre” veya
“bana göre değil” dediğiniz oluyor tabi ki fakat, oyunculuk deneyimlemek ve
keşfetmekle içli dışlı olduğundan prova süreçleri bu tabirleri değiştiriverir hatta
siz bile şaşırırsınız ortaya çıkana. Başta size uzak gelen oynarken sizi en çok
heyecanlandıran ve keyif veren olabilir.
KE- Dünya tiyatrosundan veya müzikallerden en çok
sevdikleriniz nelerdir? Ve bunların içinde en çok hangisinde rol almak
isterdiniz? Ya da birlikte oynamayı hayal ettiğiniz bir idolünüz var mı?
EK-
Antik eserler ve Müzikaller gözlerimi ışıl ışıl eder.Antik Yunan
Tragedyalarından Medea,Kral Oidipus,Antigone,Truvalı Kadınlar; Müzikallerden de
Cats, Chicago, Moulin Rouge, The Phantom of The Opera, Notre Dame de Paris,
Greace, Evita, Singing in The Rain en sevdiklerim. En çok oynamak istediğim ….
Maalesef seçemiyorum. Hepsindeeee. Yeniliklere ve değişime doymayan aç bir
yaratığım oyuncu olarak. Farklı oyuncularla aynı sahneyi paylaşmayı, farklı
oyunculuk teknikleriyle tanışmayı, bilmediklerimle karşılaşmayı, deneyimlemeyi
hep cebimde tuttuğum için birlikte oynamayı istediğim bir sürü aktör ve aktrist
var elbet, hangi birini yazayım ki şimdi. Tek bir isimden yana kullanacak
olursam hakkımı ‘Şener Şen’
KE- Tiyatronun sinemaya göre çok daha zor olduğu
kesin. Oynadığınız rolü seyirciye birebir anında yansıtabilmeniz çok önemli.
Sahnedeki konsantrasyonu bozmamak ve
yapmacık olmadan oynamak için ne gibi püf noktaları var, nasıl başarıyorsunuz
bu kadar doğal olmayı?
EK- ‘Ey
doğa tanrıçam sensin benim’ dedirtir W. Shakespeare Kral Lear oyununda.
Yoldaşımdır bu söz. Oyunculuğumun da doğa gibi olmasına çalışırım. Tüm
duygularımın iç içe olması, sınırlarımın olmaması, çıplak, dönüşebilen yani olabildiğince doğal. Hayat akar durmaz
net değildir, bir çizgisi yoktur, doğaçlamadır,
tahmin edilebilir ama kestirelemez. Bende oyun bulurken, oyunumu
oynarken böyle akıp gitmeli,bir sonraki sayfayı bilmemeli,oyun oynadığımı
unutmalıyım derim kendime. Şahsına münhasır duygularım şahsına münhasır oyunlar
doğurmalı ki seyirciye içten gelsin değilse temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp
koyarsınız aynılıkları, tadı hoş gelmez ve büyüleyemezsiniz seyirciyi.
Konsantrasyon? Sahnedeki o devinimin içine girmeden gerçek konsantrasyonu uğraşsamda bulamam. Ne zaman ki oynamaya
başlarım,’O’ zaten beni sahne üstünde buluvermiştir. Oyunculuk kendini de
keşfettiğin sonu olmayan bir yolculuk yetenek önemli tabi ama sınırlı
çalışmaksa sınırsız ve sonsuzdur. Bu yolculuğa çalışmak yakışır
KE- Oynadığınız oyunlar sırasında, sahnede başınıza
gelen komik veya ilginç anılar varsa, bizimle paylaşır mısınız?
EK- Son
oyunumda olanı anlatıyım o zaman; ‘PİÇ’adlı oyunumuzun son epizotunda ben
(ezen, dengesiz ) ve Tuğba Yüksel (ezilen)’in oynadığı iki kadın sahnesi var.
Sahne boyunca kavga ediyoruz, gittikçe şiddetleniyor ve ben Tuğba’yı
tartaklamaya başlıyorum. O benim altımda, kafası ellerimin arasında, altımızda
sert bir zemin kafasını vuruyormuş gibi yapıyorum, çığlıklar havada uçuşuyor.
Buralarda seyirci gülüyor her şey normal, birden Tuğba’nın susacağı tuttu eş
zamanlı olarak ben de onun kafasını elimden kaçırdım ve çatttt ya da küttt …
Sessizlik … Refleks olarak ‘hiiiii’ demiş bulundum seyirci de bu sesi duydu.
Sonrası bir muamma. Seyirciler kahkahaya gömülmüş ben endişeden ‘ayyyy’ deyip
partnerime gömülmüştüm. Uhhuuu kahkahalar çoğalmış bir de alkış üstüne alkış
almıştık ama ben çok şaşkındım ve anlam verememiştim. İçimde iki cümle ‘Ne var
bu kadar gülecek, neye gülüyorlar ya ??? Kızın kafayı fena vurdum!!!’ Sonradan
anlattılar tabii ben Tuğba’yı bayağı öpüp sarılıp koklamışım. Hiç
hatırlamıyorum. (Tuğba ve Ben o andaki sürprizsel değişimi kabullenip yeni bir
an’ın doğmasına izin vermiştik ve bu seyirciye çok doğal gelmişti ve hoşlarına
gitmişti). Oyun sonrası bir sürü mesaj geldi. Herkes ‘hiiiii’ ‘ayyy’
nidalarının gerçekliğini sorup gülüyordu. İtiraf edeyim ben de ‘neye güldüler
bu kadar?’ deyip seyircinin gülmesine gülüyordum. Karşılıklı memnuniyet.
S8- Türkiye’de tiyatroya karşı son yıllarda biraz daha
ilgi arttı sanırım. Ne düşünüyorsunuz ülkemizdeki sahne sanatları hakkında?
Tiyatroya olan ilginin artması için neler yapılması gerekiyor, bu konuda en
büyük sıkıntılar nedir?
EK- Diziler ?
Oyunculuğun ultra popüler olduğu, herkesin oyuncu olduğu, kalitenin daha az
olduğu dizilerimizde yer almak, alamamak ayrı bir muamma. Kurumsal Tiyatrolar ?
Kemikleşmiş kadroya dahil olmak deveye hendek atlatmaktan daha zor. Özel
Tiyatrolar ve Alternatif Gruplar ? Tiyatro çook büyük bir emek. Sadece üretmek
adına ‘Para kazanmasak da olur’ diyip iş yapan başka bir meslek var mı acaba?
Oyuncuya alan ve seyirci gerek. Çünkü kendini var ettiği üretici olduğu yerdir
o alan ve onun karşılığıdır seyirci. Fakat toplumumuzun yarası olan popülerlik
o kadar kana işlemiş ki TV de gördükleriyle ilişkilendirip, onları görmek
adına, onların oynadığı oyunları tercih eder oldu seyirci portföyümüz. Öte
yandan seyirci gelsin diye bekleyen sadece çıktığı oyundan yaşamını idame
ettiren büyük bir güruh!!! Durum böyle
olunca da ‘şuraya bi kapak atsam’ı kendine kurtuluş belirleyen, an ‘ını
yaşayamayan gelecek kaygısı olan, kendini güvende hissetmeyen bireyler oluyor
oyuncular. Hayatının en üretken olması gereken dönemlerini, enerjinin en aktif
kullanıcağı zaman dilimlerinde hep bir duvarla karşılaşıyor. Peki ne oluyor ?
Bazı enerjiler ayrılmaya başlıyor . Artık tiyatro
üreten kitle daha bilinçli, ısrarcı
ve inatçı hareket ediyor. Devletin destek vermemesinin yıkıcı olumsuz
etkisinden kurtulup başının çaresine bakmaya başlayan bu enerjiler kendi içinde
gruplaşıp, örgütlenip, kendi imkanlarıyla sayısız küçük sahneler türetiyorlar.
Vazgeçmiyorlar. Tiyatronun sadece kendinden olanların desteğine değil
başkalarına da ihtiyacı var. Hayattan akıp giderken önünüzden , arka
sokağınızdan geçip gittiğiniz
tiyatroları keşfetmeniz, yeni oyuncularla tanışmanız dileğiyle. Bu bilinçle çok
daha parlak bir tiyatro geleceğine inanıyorum.
S9- Yeni projeleriniz nelerdir? Sinema, tiyatro ve
dizilerde sizi görebilecek miyiz?
EK- Tabi ki görebileceksiniz, yorucu
bir sene geçti. Şu dönem yakın oyuncu çevremi oluşturan dostlarla iç eğitime
yönelik olarak hem bedensel disiplin hem duyguları keşfetmek hem de sınırları
genişletmek adına kendi atölyemizi
yapıyoruz. Tekstler, öyküler , masallar okuyoruz. Önümüzdeki sezon için
netleşecek bir kaç oyun projem var. Her yıl çocuklara atölyeler yapıyorum bu
yıl da buna devam edeceğim .Ekrana ilişkin bir çalışma henüz yok, ama neden
olmasın? Yeni’nin peşinde koşuyorum. Bakalım biriktirdiklerim beni nereye
götürecek.
Bu Yazım Popüler Sinema da yayınlanmıştır.