28 Ekim 2015

NİLAY GÖK ile RÖPORTAJ




Korku filmleri yönetmenleri/oyuncuları ile başladığım röportaj serüveni hız kesmeden devam ediyor. Bu defa Türk korku sinemasında marka haline gelmiş Dabbe serisinin 6. filminin başrol oyuncusu Nilay Gök ile bir söyleşi yaptık. Türk korku sinemasında tanınmış yönetmen veya oyuncuların yanı sıra, bu sektöre yeni giren yetenekler ( yönetmen/oyuncu/yapımcı/senarist vb.gibi) ile de röportaj yapma ilkesini göz önünde bulundurarak kendisi ile sohbetimizi Ortaköy’de gerçekleştirdik. Türk korku sinemasındaki ilk röportajımı yaptığım Nilay Gök, genç yaşına rağmen oldukça heyecanlı ve iyi bir yetenek. Ayrıca bu söyleşi, kendisi ile yapılan ilk röportaj. Bunun heyecanını da yaşayan genç oyuncu,  kendisine böyle bir fırsat tanındığı için de çok mutlu oldu.  


Kendisi hem Popüler Sinemada, hem de sosyal medya ortamında yayınlamak üzere kendisine yönelttiğim soruları beni kırmayarak cevapladı.

Nilay Gök’e bize vakit ayırdığı için çok teşekkür ediyoruz.



S1- Bize biraz kendinizden ve oyunculuk deneyiminizden bahseder misiniz?

1989 yılında İzmir de doğdum. Üniversite hayatımda dahil ailemle birlikte yaşadım. Ablam ben daha çok küçükken oyunculuk sınavlarına hazırlanıyordu. Onun sınava girecek olduğu tiradları izlerken bende tiyatrocu, oyuncu olacağım dedim ve fikrim hiç değişmedi. Üniversiteye hazırlık döneminde de tek tercihim tiyatro bölümünü okumaktı. Sonunda kazandım ve 2014 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Oyunculuk bölümünden mezun oldum. Mezun olur olmaz İstanbul'a geldim ve İstanbul Devlet Tiyatrolarında görev aldım. Devlet Tiyatrolarının sezonunun kapanmasına yakın Dabbe 6 da olacağım belli oldu. Beni çok heyecanlandıran bir projenin parçasıydım artık. 


S2- İlk oyunculuk deneyiminiz, Dabbe gibi markalaşmış başarılı bir korku filmi. Bu serinin bir filminde rol almak nasıl bir duygu? Teklif geldiğinde neler hissettiniz?

Aslında bir çok duyguyu bir arada yaşadım ama heyecan duygusu teklif geldiği andan bu yana bende devam etti. Dediğiniz gibi markalaşmış bir film, seyirci kitlesi olan ve seyirci tarafından da merak edilen bir film. Bütün bunları toplayıp bir de benim perdede ilk oyunculuk deneyimim olmasını işin içine katarsak, ürktüğüm bir tarafında var olduğunu söylemek gerekir. Ama bu ürkekliği bir kenara bırakıp hemen karakter üzerine düşünmem ve çalışmam gerektiğinin farkındaydım. Karakteri ve hikayeyi deşifre etme kısmı da benim açımdan eğlenceli ve şaşırtıcıydı.

S3- Bize biraz Ayla karakterinden bahseder misiniz? Cast çekimlerinde zorlandınız mı?

Ayla annesiyle beraber yaşayan genç bir kız. Bir gece annesinin birileri tarafından öldürüldüğünü görür. Bu olay görünürde beyin kanamasıdır., Ayla'nın gördüğünü söylediği şeylerinde, yaşadığı travmatik olayın psikojik yansıması olduğu söylenir ve doktor olan ablasının gözetiminde alacağı tedavi süreci başlar. Bu süreç kaotik bir aile dramının intikam duygusuyla beslenen hikayesidir aslında. Ayla karakteri de bütün bu hikayenin içinde seçilmiş bir kurbandır. Cast çekimlerinde zorlanmadığımı söylersem yalan olur. Ayla karakteri herhangi bir senaryoda karşılaşılabilecek bir rol kişisi değildir çünkü. Hemen hemen her sahnede Ayla' yı iletişime zorlayan cin kabilesinden varlıklar vardır. Bu da karakterin çok fazla değişmesi ve dönüşmesi demek. Bütün bu sahne içindeki değişim ve dönüşümler postürünün, ses ve nefesinin, duygunun değişmesine neden oluyor. Sadece cast çekiminde değil, bedenen, ruhen yorucu ve zor bir süreç olduğunu çekimlerde daha iyi anladım.

S4- Dabbe 6’nın çekimleri bir konakta gerçekleşti. Tam anlamıyla korku filmine uygun bir mekan. Bu kadar ürkütücü bir sette ve bol kanlı makyajların yapıldığı bir ortamda başınıza ne gibi olaylar geldi? Komik ya da ilginç anılarınız varsa bizimle paylaşır mısınız?

Söylediğiniz gibi seçilen mekan istenilen atmosferi yaratmaya çok uygundu. Ve haliyle bende oyuncu olarak bu atmosferden elimden geldiğince yararlanmaya çalıştım. Sahneleri çektikçe 'daha kanlısı, daha zoru olamaz herhalde' diyordum ama her bir sonraki sahnede daha kanlı ve daha zoruyla karşılaştım. Hatta bu düşüncemi ekip arkadaşlarımla paylaşmışlığım da vardır. Bu sahnelerin birinde Atiye karakterinin bağırsaklarını yemem gerekiyordu ve önemli bir sahneydi. Çekim esnasında atmosferden ve makyajdan o  kadar çok etkilenmiştim ki çekimin ardından ağlamaya başladım. Çünkü sahnenin ağırlığı ve setin gerçekliği beni hiç olmadığım kadar yormuştu. 


S5- Dabbe serisinin ilk filmden bugüne, gittikçe daha iyiye giden bir çizgisi var. İlk filmle Dabbe 6’yı kıyaslarsanız size göre neler değişmiş? Seri devam etmeli mi yoksa artık son bulmalı mı?

Serinin tüm filmleri kendi başarısını içinde barındırıyor aslında ve Dabbe nin ivmesini hızlandırıyor. ilk filmden bu güne kendini bir basamak ileri taşıyan her Dabbe gibi bir yenisini daha seyircinin görmek isteyeceğini düşünüyorum.

S6- Dabbe 6’yı dışarıda tutarsak, diğer 5 filmin içerisinde en çok beğendiğiniz hangisi?

Dabbe 4 / Cin Çarpması

 S7- Cinler, büyüler, dini inançlar ve eski gelenekler gibi Türk kültürüne ait tüm bu ögeler Dabbe serisinin içine itinayla yerleştirilmiş durumda. Korkutmaya yönelik bu ögelerden Türk korku sineması fazlasıyla beslenmiş durumda. Birbirine benzeyen çok fazla film var. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Gayet normal buluyorum aslında. Seyircinin bu yönelimi ve merakı var olan bu omurganın farklı yöntem ve hikayelerle çeşitlenmesine ve perdeyle buluşmasına imkan sağlıyor.

S8- Hasan Karacadağ, işine çok önem veren ve bu dini konulara çok hakim bir yönetmen. Kendisi ile çalışmak nasıl bir duygu? Zorlandığınız kısımlar oldu mu?

Ben Hasan Karacadağ ile cast çekimleri esnasında tanıştım ve o an ki heyecanımı kendisine belli etmemek adına gerilmiştim. Çalışmaya başlayınca o gerginliğimin yersiz olduğunu anladım. Çünkü tahmin ettiğimden daha iletişime dayalı bir çalışma sisteminin olduğunu gördüm. Bu da oyuncu olarak rahatlatıcı bir durumdu benim için. Rolün getirdiği zorluklar dışında Hasan Karacadağ ile çalışmak; gayet verimli, heyecanlı ve tecrübelerle dolu bir dönemdi diyebilirim.

S9- Çekimler sırasında diğer oyuncularla aranızdaki uyum nasıldı? Bize biraz Dabbe’nin setinden ve oradaki atmosferden bahseder misiniz?

Oyuncularından set ekibi, teknik ekip dahil herkes birbirine ve işine saygılı insanlarla çalıştım. Zor şartlar altında çok uzun süre çalıştık. Bu durum ister istemez insanın fizyoljisini ve psikolojisini etkiliyor.  Ancak birbirimize karşı hep pozitif ve güler yüzlü kaldık. Ekibin bu tutumu, set atmosferini hep dinç tuttu ve çalışmayı keyifli hale getirdi.     


S10- Dabbe 6 hakkında serinin en korkutucu olduğuna dair olumlu eleştiriler çok fazla. Ayrıca oynadığınız Ayla karakterinin de altından başarıyla kalktınız. Dabbe 6’dan sonra çevrenizden gelen tepkiler nasıl oldu? Dabbe’deki başarınız kariyerinizi etkiledi mi?

Oynadığım karakterin hakkını verebildiysem ne mutlu bana. Çevremden ve dışarıdan aldığım eleştiriler genelde ılımlı. Tabi ki negatif olanları da var haliyle. Başarabildiğimi düşünen size ve herkese, aracılığınız ile teşekkürlerimi sunuyorum.  Kariyerimin çok başında olduğumu düşünüyorum. Dabbe nin kariyerimdeki etkisini galiba hep beraber göreceğiz.

S11- Korku filmi çok seyreder misiniz? En çok beğendiğiniz, sizi etkileyen 2 tane yabancı korku filminin ismini nedeni ile birlikte yazar mısınız?

Biraz garip gelebilir kulağa ama aslında korkarım ve  pek tercih etmem. İzlediklerimin etkisi altında kalıyorum çünkü. Onlardan bir tanesi Korku Seansı/ The Conjuring’dir ki nedeni, konusunun Dabbe deki gibi beni ürkütmesiydi. Diğeri ise kurgusundaki gerilimden dolayı Orphan/ Evdeki Düşman dır.

S12- Yeniden bir korku filminde oynamak ister misiniz? Yakın zamanda sizi yeni projelerde görebilecek miyiz?

 İsterim çünkü her projenin yeni bir serüven olduğunu düşünüyorum. Şu anda netleşen yeni bir proje bulunmamakta.

 Bu Yazım Popüler Sinema da yayınlanmıştır.

CONTRACTED filminin oyuncuları ile RÖPORTAJ




Daha önce Contracted I ve II’nin yönetmenleriyle (Eric England / Josh Forbes) yaptığım röportajın ardından filmin ana karakterlerini canlandıran üç oyuncu Najarra, Matt ve Katie ile ile sosyal medya üzerinden tanışma fırsatım oldu. Birkaç hafta süren yazışmalar ve sohbetlerin ardından röportajı tamamladım. Kendileri korku sinemasını seven, ve yaptığı işlerden çok keyif alan oyuncular.
Tüm oyuncular hem Popüler Sinema’da, hem de sosyal medya ortamında yayınlamak üzere kendisine yönelttiğim soruları beni kırmayarak cevapladılar

Najarra, Matt ve Katie’e, bize vakit ayırdığı için çok teşekkür ediyoruz.

                                           Najarra Townsend 


KE- Filmografinize baktığımızda TV serileri, kısa filmler ve uzun metrajlı filmlere rastlıyoruz. True Loved ve Going to America filmleri ile çeşitli festivallerden ödüllerle döndünüz. Bu başarınızın sırrı nedir?

NT- Çalışmayı seviyorum ayrıca hayatta ne yapmak istediğimi erken bir yaşta keşfetmiş olduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum. Oyunculuk her zaman ilk aşkım olmuştur. Çalıştığım projelerde her zaman elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışırım. Ayrıca aynı insanlarla çalışmayı severim. Sinema işinde gerçekten akıl almaz derecede yetenekli insanlar tanıdım ve birlikte ne kadar aynı projede çalışırsak o kadar iyi oluyor. Bir filme başlarken birbirine olan güven ve aşinalık inanılmaz derecede yararlı bir şey. "True Loved " benim hayatımı değiştiren bir filmdir ve hala o filmi göstermek için okullara gidiyor ve de LGBT konularında konuşuyorum. Bu film benim için çok özel olduğundan bu filmle çok çeşitli festivallerde en iyi kadın oyuncu ödülü kazanmak ayrıca müthiş bir şey. "Contracted" filminin de bende benzer bir etki bıraktığını söyleyebilirim. Bu film sayesinde ömür boyu sürecek arkadaşlıklar edindim.

KE- Genelde romantik ve komedi türünde filmlerde yer aldınız. Contracted gibi bir korku filminde oynamak sizi tedirgin etmedi mi? Bu rolün altından kalkamayacağınızı düşündüğünüz oldu mu?

NT- Her zaman kendimi dramlara ve duygusal derinliği olan filmlere yakın hissetmişimdir. "Contracted" filminden önce birkaç korku filminde yer aldım. Korku filmlerinin  o abartılı duygusal bağlamını hep sevmişimdir. Senaryoyu ilk okuduğumda, Samantha karakterini çözümleyip oynamak için çok sabırsızlandım. Her gün; makyaj, sınırlı zaman ve sahnelerin karmaşıklığı göz önüne alındığında ayrı bir mücadeleydi. Ama günün sonunda hepsi gerçekten çok keyifliydi. 

KE- Contracted, özenli makyaj isteyen ve kanlı sahneleri bol olan bir film. Vücudun deforme olma sahneleri gerçekten ürkütücü ve makyajlar çok başarılı. Bu sahneleri çekerken hiç zorluk yaşadınız mı? İyi ya da kötü bir anınız var mı?

NT- Güne makyaj için saatlerce oturmakla başlıyordum. Bana tüm bu özel efektleri uygulayan, inanılmaz derecede yetenekli Mayera Abeita'ya sahip olduğumuz için çok şanslıydık. O aslında son derece nahoş bir deneyim olabilecekten bütün bunları keyifli anlara dönüştürmüştür.
Makyaj sandalyesinde saatlerce oturmaktan gerçekten keyif aldım. Zaman her daim bir sorundu çünkü sınırlıydı. Ama ekibimiz sayesinde onu hallettik. Yaşadığım diğer bir sorun ise filmin sonuna doğru baş gösterdi. Gözlerim gün geçtikçe kötüleşmeye başladı. Efektler için kontak lens taktım. Bir tarafta sklera / göz akı lensi, diğerinde kırmızı göz kanamalı lens neredeyse kör oluyordum. O sahneleri gerçekçi kılmak için girişilen zahmet tabii ki çok zorlayıcıydı ama sonunda karakterimi geliştirmeye çok yardımcı oldu.

KE- Bundan sonraki projelerinizde sizi yeniden korku filmlerinde görecek miyiz? Yeni projelerinizden kısaca bahsedebilir misiniz?

NT- Şu an ITunes da gösterilen "What Now" adlı bir komedi filmim var. Seneye beni  harika bir korku filmi olan Jill Sixx 'in kısa filmi "The Stylist" da görebilirsiniz. Ayrıca seneye Eric Peter Carlson'ın "Wolf Mother" adlı Suç/Aksiyon/Gerilim filmi de geliyor. Geçmiş ve gelecek projelerimle ilgili olarak Facebook ve diğer sosyal medya alanlarına bakabilirsiniz.

Instagram: @najarra

KE- Bugüne kadar izlediğiniz filmlerin arasında sizi en çok etkileyen 2 filmi, nedenleriyle birlikte yazabilir misiniz?

NT-Sadece iki film seçmek mümkün değil. Filmleri seviyorum ve her birinde beğenilecek, takdir edilecek bir yan buluyorum. Ben bir filmi izleyip içinde  kaybolmayı ve sonrasında aynı filmi tekrar tekrar izleyip, çekim, oyunculuk ve reji detaylarına dikkat etmeyi seviyorum. Kısaca filmlere tapıyorum.

                                                  Matt Mercer 


KE- Filmografinize baktığımızda oyunculuğun yanı sıra yönetmenlik ve yapımcılık yaptığınız filmler de bulunuyor. Bu kadar çok yönlü birisi olarak size hangisi daha çok keyif veriyor. Kamera arkasında olmak mı aktörlük mü ?

MM- Teşekkürler. Bu zor bir soru. Her ikisini de farklı sebeplerden ötürü seviyorum. Oyunculuğun anlık  heyecanını ve zorlayıcı yönünü seviyorum. Son derece sahici görünmeye çalışıyorsunuz  ve aynı zamanda da yönetmenin hikayesini anlatmasına yardımcı olacak bir kanalsınız. Çok keyifli; ayrıca oynadığınız role bağlı olarak normal hayatta hiç olamayacağınız ya da hiç yapmayacağınız şeyleri yapıyorsunuz. The Mind's Eye adlı  bir filmde bir telekinetiği oynadım. Ben bir telekinetik değilim ve normal hayatta da zihin gücümle eşyaları yerinden oynatamıyorum tabii ki. Ama filmde yapıyorum. Harika bir şey ! 

Yönetmenliğe gelince, onu da seviyorum çünkü tıpkı hikaye anlatmak ya da hikayeyi anlatmak için bir dizi bulmacayı çözmek gibi bir şey. Sanki kamp ateşi etrafında masal anlatıyor ve bunu yaparken de olabilecek en iyi hikayeyi kurgulamak için elinizin altındaki tüm araçları kullanıyor ve de en iyi filmi yapma amacını taşıyan müthiş insanlarla beraber çalışıyorsunuz. Ben bu işin problem çözme kısmınıı seviyorum. Her anın nasıl üstesinden gelineceğini ve bunun sahneye nasıl yansıtılacağını çözmek gibi...

Bu seçimleri yapmak oldukça keyifli ve sonrasında siz bunları ekrana taşıdığınızda insanların tepkilerini izlemek çok hoş. Bu arada umarım izliyorlardır !

KE- Contracted dahil olmak üzere filmlerinizin çoğunda Najarra Townsend ile birlikte rol aldınız. Aranızda iyi bir uyum olduğunu düşünüyorum. Özellikle "Play Violet For Me" cool bir kısa filme benziyor. Bu film dahil olmak üzere beraber çalıştığınız filmlerde kamera arkasında yaşadığınız komik anılarınız var mı?

MM- Teşekkürler. Najara harika bir oyuncu ve birlikte çalışmayı en sevdiğim oyunculardan biri. Aslında en sevdiğim insanlardan biri, nokta. Şimdiye kadar birlikte bir kaç film yaptık. Çok özgün ve çok yönlü birisi. Eric England'la beraber ilk Contracted filmini yaparken, Eric'e Sam rolü için mutlaka Najarra'yı görmesini söyledim çünkü rolün hakkını vereceğini biliyordum. Najarra seçmelerin yapıldığı mekandan ayrıldığında Eric dedi ki" İşte bu". Hayali bir kara film olan Play Violet For Me' yi  yaparken de, ben ve Yapımcı/Yazar Kevin Sluder başrolde Najarra'dan daha iyi birinin olabileceğini düşünmedik açıkçası.

Komik bir an? He nedense aklıma ilk gelen şey, bir gece Contracted filminden bir sahne. Tecavüz sahnesinin geçtiği arabanın arka koltuğunda, Sam' in ellerini buğulu cama vurduğu sahneyi ( filmden imza niteliğinde bir sahne) çekiyorduk.
Eric dışardan çekerken ben de arabanın içinde Najarra ile beraberdim ve ütüyle arabanın camlarına buhar yapmaya çalışıyordum. Çok yorucu bir gün geçirmiştik ve bir türlü beceremiyorduk. Durum iyice saçma sapan bir hal almıştı. Sürekli buhar düğmesine basarak adeta camları ütülüyordum ve bir türlü olmuyordu. Ben deli gibi buhar püskürttükçe Najarra'nın bir evvelki çekimlerden kalma el izleri hala camda görünüyordu. Bu arada Najarra  sahnenin ne kadar buğulu olduğu hakkında espriler patlatırken aynı anda sevişme sahnesinin sahici görünmesi için arabayı ileri geri sallıyorduk. Tam bir saçmalıklar toplamıydı yani.

KE- İlk filme göre aksiyonu daha fazla olan Contracted: Phase 2'de hikaye tamamen sizin üzerinize kurulu. Başrolde olduğunuzdan dolayı daha itinalı bir performans gerekiyordu ve altından başarıyla kalktınız. Phase 2'de zorlandığınız sahneler oldu mu? Devam filmi Phase 3'de tekrar sizi görebilecek miyiz?

MM- Çok teşekkür ederim. Bunu duymak çok güzel. Bu filmde benim için en zor olan şey kocaman lensler takmayı öğrenmek ve bunlara alışmaktı. Bu filmden önce hiç lens kullanmamıştım ama bu filmle dibine vurdum. Özellikle de BÜTÜN GÖZÜNÜZÜ kaplayanalar  ıhhh. Ama baş makyaj efektleri ekibi Mayera Abeita ve Jennifer Quinteros bana çok büyük özen gösterdiler. En zor sahnelerden biri ( DİKKAT SPOILER) kurtçuktan kurtulma sahnesiydi. Bu sahneyi çekmek için çok az zamanımız vardı ve ben de kendi kendimi ameliyat ederken çektiğim acıyı aktarabilmek ama bunu da makyaj efektlerini bozmadan fevkalade bir şekilde yapmak zorundaydım. Efektler müthiştir ama birçok durumda tek seferde işi halletmek  gerekir, çünkü bu efektleri ve protezleri tekrardan yapmak için zaman olmaz. Örneğin, kolumdan çıkarttığım kurtçuk kanla beraber protezin( sahte ten) içine konmuştu. Ben de deriyi maket bıçağıyla kesip, onu oradan çıkartacaktım ama aynı zamanda onu bir nevi "kukla gibi oynatıp" kıvrılmasını sağlayacak ve de başını biraz kaldıracaktım. Sanırım oldu ama  bir seferde halledilmesi gereken sahnelerden biriydi işte. Zordu ama oldu. Bu arada çok hoş bir şey daha oldu, kurtçuğu dişimle çıkarıp aldım, tükürdüm o esnada bir an için çeneme yapıştı. Sanırım bu gerçekten de çok müthiş bir kaza ve çok komik bir andı.  

KE- İlerde uzun metrajlı bir korku filmi çekmeyi düşünüyor musunuz? Önünüzdeki yeni projelerden biraz bahseder misiniz?

MM- Düşünüyorum, Evet. Şu an üstünde çalıştığım ve yazdığım bir kaç proje var. Ama henüz bir şey söylemek istemiyorum! Çok keyifli işler ve bunlar hakkında konuşmak için sabırsızlanıyorum.

KE- Bugüne kadar izlediğiniz filmlerin arasında sizi en çok etkileyen 2 filmi, nedenleriyle birlikte yazabilir misiniz?

MM- Şimdiye kadar izlediğim tüm zamanların en sevdiğim iki filmini mi soruyorsunuz yani. Bayıldığım bir sürü film var açıkçası.Bu soruya cevap vermem mümkün değil. Korku filmi olarak başarılı bulduğum Halloween, Alien, Evil Dead 2, The Thing  gibi filmleri seviyorum. Gördüğünüz gibi ikiye falan indiremiyorum. Ama gerçekten taptığım iki tane " ıssızlık" filmi var. Biri Martin Scorcese'nin  After Hours filmi diğeri de Coen kardeşlerin No Country for Old Men. After Hours filmini senede  bir kaç kez izlerim. Öyle çılgın ve kinetik bir film ki, ayrıca ondaki enerjiyi de çok seviyorum. 1980’ lerde popüler olmuş  bir gecede herşeyi kaybetmek ile ilgili bir komedi filmi. Türünün en iyisidir. Hem korku, hem de kara komedinin iç içe olduğu, inanılmaz bir oyuncu kadrosu ve harika çekimlerle dolu. Ayrıca Griffin Dune’ın canlandırdığı karakter için korkunun mayın tarlası olan New York’daki ürkütücü Soho bölgesinde geçen bir filmdir. Tabii Howard Shore un harika müzikleriyle beraber. Mutlaka görülmesi gereken bir kara komedi filmidir. Ve No country for Old Men, en sevdiğim gerilim filmidir diyebilirim. Çok iyi kurgulanmış ve de olağan üstü güzel çekilmiş bir filmdir , tahmin edilemezliği açısından dehşetengiz bir filmdir. Onun,  temel işlevini çok iyi korumak kaydıyla  gerilim filminin ve de karakter prototiplerinin yapısıyla oynama şeklini çok sevdim.

                                             Katie Stegeman   


KE-  Contracted, Eric England ile birlikte çalıştığınız üçüncü film. Eric England'la beraber aynı sette çalışmak nasıl bir duygu? Aranızdaki uyumu nasıl sağladınız ? 

KS- Bir yönetmenle birden fazla çalışmanın harika bir şey olduğunu düşünüyorum çünkü o sizin, siz de onun nasıl çalıştığını biliyorsunuz ve de yaptığınız ilk işe nazaran daha iyi bir uyum sağlıyorsunuz. Çok daha heyecan verici riskler alıyorsunuz çünkü bir arada rahat hissediyorsunuz ve başarısız olmaktan çok da korkmuyorsunuz.

KE- Roadside ve Madison County gibi slasher tarzı filmlerin dışında kalan Contracted'ın senaryosunu ilk okuduğunuzda Nikki rolü için neler düşündünüz? Tedirginlik yaşadınız mı?

KS-  Eric ile senaryo aşamasında da beraber olduğum için ne olacağını biliyordum. Bu rolü oynamak için sabırsızlanıyordum çünkü gerçekten farklı bir şey yapmam gerekti. Benim için aynı rolü tekrar etmemek çok önemli. Ben bukalemun gibi olmayı ve kendime meydan okumayı seviyorum. Hollywood' daki aktrisler komşu kızı ya da sarışın aptal haricindeki rollerde oynamak için ölüyorlar. Gerçek hayattaki kadınlar bu sıradan tiplerden çok daha fazlasıdır ve sanırım Contracted bunu en iyi şekilde göstermiştir.


KE- Karşınıza çıkan tekliflerde en çok nelere dikkat edersiniz? Filmi kabul etme aşamasında yönetmen, oyuncular ve senaryo gibi unsurları göz önüne aldığınızda nasıl bir sıralama yaparsınız?

KS- Rolü kabul etmem için gereken çok şey var aslında. İlk ve de en önemlisi senaryoyu sevmem. Eğer ortada bir senaryo yoksa, o zaman boşa kürek çekiyorsunuz demektir. Ama yönetmeni ve işlerini beğeniyorsanız ve de yönetmen senaryoyu geliştirmeye istekliyse o zaman ikinci bir şans daha tanırım. Bununla beraber sinematografi konusunda çok titizim. Uzun objektiflere ve enteresan ışıklandırmaya bayılırım, bu yüzden DP' nin bandını hemen izledim. Açıkçası, rol bana hitap etmeli. Küçük ya da büyük  fark etmez, bir şekilde enteresan olmalı. Ama David Fincher gelip bana yüzeysel bir rol oynamamı teklif etse yine de oynarım çünkü onun bu rolü ihya edeceğini bilirim. Ayrıca benim için diğer oyuncular da önemli. Film yapmak birlikte bir çaba gerektirir ve çürük elmalar bütün her şeyi mahvedebilir. Son olarak para da önemli, çok olmasına gerek yok ama olmalı. 


KE- Bugüne kadar oynadığınız film ya da dizi setlerinde başınıza gelen en ilginç olay hangisidir? 

KS- .Ooo bir sürü şey olmuştur. Uykuya hasret kalmış 50 insanın birlikte haftalar boyu çok uzun saatler çalışması sonucunda bir sürü çılgın ve komik şey olur tabi. Bir yapımcım vardı bir keresinde çok içmişti ve o gün iş bittikten sonra gecenin bir yarısı valizime işedi çünkü onu tuvalet sanmıştı ve hiç farkında değildi. Ama harika bir adamdı; ben de ses etmedim.

KE- Bugüne kadar izlediğiniz filmlerin arasında sizi en çok etkileyen 2 filmi, nedenleriyle birlikte yazabilir misiniz?

KS- Sinemayı seviyorum, o yüzden bu benim için çok zor ama beni tanıyan biri benim her zaman Se7en' ı ve Joe Wright'ın Pride and Prejudice 'ını  izlediğimi bilir. Karanlık ve ürkütücü olan her şeyi severim ama aynı zamanda bir dönem klasikleri delisiyim. Her iki filmde de görüntüler ve reji harika. Onlar benim evim gibidir.

Bu Yazım Popüler Sinema da yayınlanmıştır.


PAUL HYETT ile RÖPORTAJ


Sosyal medya ve mailler üzerinden devam eden korku filmleri yönetmenleri/ oyuncuları ile yaptığım röportajlar tam gaz devam ediyor. Bir korku filmi fanatiği olarak kendileri ile tanışmak ve yazışmak benim için oldukça heyecan verici. Her ne kadar saat farkından dolayı gecenin bir vakti kendileri ile sohbet etsem de yazışmalar oldukça keyifli geçiyor. Korku sinemasına yeni girmiş ya da henüz yeni tanınmaya başlamış yönetmen/oyuncularla röportaj yapmak onların heyecanını paylaşmak ayrı bir güzel.

Paul Hyett, hoş sohbeti olan ve yaptığı işten çok keyif alan bir yönetmen. Bugüne kadar iki korku filmi çeken ve Descent 1-2, Doomsday, Unknown, Attack the Block vb. gibi birçok filmin makyaj ve özel efektler departmanında görev yapmış olan Paul Hyett, hem Popüler Sinema’da hem de sosyal medya ortamında yayınlamak üzere kendisine yönelttiğim soruları cevapladı.

Paul Hyett’e, bize vakit ayırdığı için çok teşekkür ediyoruz.

KE- Bugüne kadar birçok korku/gerilim filmlerinin görsel efekt ve makyaj bölümünde görev aldınız? Yönetmelik yapmak nereden aklınıza geldi ?

PH- 20 sene protez alanında çalıştıktan sonra, bir çok yönetmenle çok yakından çalışmaktan, yapım öncesi aşamadan, görsel senaryo taslağından ve bu görsel efektleri sette uygulama planlamasından film yapmakla ilgili çok fazla şey öğrendim. Bu benim için paha biçilmez bir öğrenim süreciydi. Ama bir an geldi  ki artık kendi hikayelerimi kendi vizyonumla aktarmaya doğru bir geçiş yapmak istedim. Sonra ilk filmimle ilgili ne yapabilirim diye düşünürken bana insan kaçakçılığının zalim ve karanlık dünyasında geçen bir film seti önerisinden bahsedildi.

KE-  İlk yönetmenliğini deneyiminiz olan The Seasoning House, çok sarsıcı ve önemli mesajlar içeren bir film. Böylesine trajik bir hikayeyi gerilim filmine dönüştürmek fikri aklınıza nereden geldi?

PH- Aslında bu insan kaçakçılığıyla ilgili bir sürü araştırma yapmış olan yardımcı yazarlardan Helen Soloman'ın fikriydi.  Aklında geneleve hapsedilmiş sağır bir kızla ilgili bir fikir vardı. Bu benim için bu dünyayla ilgili gerekli mesajı verebilecek olan harika bir intikam gerilim filmi için temel oluşturabilecek süper bir önermeydi. Senaryoyu bu fikir etrafında başka bir yazar olan  Conal Palmer 'la beraber çalışarak oluşturdum. Hakikaten çok çabuk oldu. Bunun ilk filmim için harika bir şey ve de fx ağırlıklı olmaktan ziyade oyunculuk bazlı bir şey olduğunu düşündüm.

KE- The Seasoning House'da seyirciyi baştan sona kadar ekrana kitleyen Rosie Day (Angel), 20 yaşında olmasına rağmen çok başarılı bir performans sergiledi. Oyunculuğu ve setteki uyumu hakkında neler düşünüyorsunuz? İleride tekrar kendisi ile çalışmak ister misiniz?

PH- "Seasoning House" filmini çektiğimizde aslında 17 yaşındaydı. Birlikte çalışması harika bir oyuncu hele de yaşı ve ilk filmi oluşu göz önüne alındığında müthiş bir oyuncu. Ayrıca konuşamadığını da düşündüğümüzde ne kadar çetrefilli bir rol aslında. Ayrıca filmin vermek istediği şeyin üstesinden fazlasıyla geldi. Benim yeni filmim " Howl" da da  çok sinir bozucu bir genci kızı oynuyor. Evet ileride birlikte çok iş yapmayı düşünüyoruz.

KE- Bu kadar korku filmine efekt ve makyaj çalışması yaparken mutlaka ilginç olaylar başınızdan geçmiştir. Bizimle en enteresan olanı paylaşır mısınız?

PH- "The Descent" filminin çok fazla zorlayıcı tarafları vardı ve o çok büyük bir işti. İnsanlar bütün o yaratıkları benim yaptığımı düşünüyor ama aynı zamanda bütün o ölü hayvanların, sahte silahların, insan cesetlerinin ve de binlerce kemiğin yapımından benim departmanım sorumluydu. O benim kariyerimi başlatan filmdir bu yüzden sonsuza dek müteşekkirim. Pinewood stüdyolarındaki dondurucu soğuğa rağmen çok keyifli bir işti. 

KE- Bize yeni projeleriniz hakkında biraz bilgi verebilir misiniz? Korku filmlerine devam mı?

PH- Evet, daha bir sürü korku filmi çekmeyi düşünüyorum (Umarım). Ama bir sürü farklı film türünü de keşfetmek istiyorum. İlk filmim gerçek dünyadaki insan korkularıyla ilgiliydi. İkinci filmim ise kurt adamlarla ilgiliydi. Aynı zamanda korku filmlerinin bütün farklı türleriyle de uğraşmak istiyorum, tabii görsel olarak ve karakter açısından iyi olan farklı hikayeler anlatarak. Ekrana taşımak istediğim bir dolu hikaye var. Bunun yanı sıra bilim kurgu, gerilim ve dramları da işlemek istiyorum. Benim için önemli olan enteresan karakterlerle dolu zorlayıcı hikayeler. Sıradan insanların sıra dışı hikayeleri. 

KE- Şimdiye kadar hiç Türk korku filmi izlediniz mi? İzlediyseniz düşünceleriniz nelerdir?

PH- Hayır, hiç Türk korku filmi izlemedim ama çok İSTERİM.

KE-  Yeni filminiz Howl’dan biraz bahseder misiniz? İzleyicileri nasıl bir korku filmi bekliyor? Afişi bile seyirciyi kendine çekebilecek kadar başarılı tasarlanmış.

PH- "Howl" , son derece kasvetli ve karanlık bir film olan "Seasoning House" 'dan farklı bir şey yapmak için bir fırsattı." Howl " da  filmin eğlenceli ve  eski tip bir yaratık filmi olmasını sevdim. Filmde 70' lerin felaket filmlerindeki gibi örneğin "Towering Inferno" ve" Poseidon Adventure" dakine benzer vaziyetleri sınırlı ilginç karakterler vardı. İnsanlar gerçekten filmin geleneksel yönlerinden hoşlanmış görünüyor. Ben de bunu sağlamlaştırmak için mitolojiden yararlanmaya ve kurt adam filminde mitolojiye çağdaş bir hava katmaya çalıştım.  

KE- En beğendiğiniz 3 korku filmini ve 3 yönetmeni yazar mısınız?

PH- Fimler: John Carpenter'dan " The Thing" ,"American Werewolf in London", "Day of the Dead". 
Yönetmenler : John Carpenter, David Fincher,Brian De Palma.

Bu Yazım Popüler Sinema da yayınlanmıştır.

22 Ekim 2015

ERIC ENGLAND İLE RÖPORTAJ



Contracted: Phase 2'nin yönetmeni Josh Forbes ile yaptığım röportajın ardından serinin ilk filmi olan Contracted'ın yönetmeni Eric England ve filmin oyuncuları ile de tanışma fırsatım oldu.Sosyal medya hesapları ve mailler üzerinden yaptığımız yazışmalarda beni kırmayarak röportaj teklifimi kabul ettiler.

Korku filmlerini çok seven ve sıkı takip eden birisi olarak, bundan sonra korku/gerilim filmlerine hayat veren yönetmenleri,oyuncuları,senarist veya yapımcıları ile birer röportaj yapmaya çalışacağım. Korku filmi sevenlerin bu tarz röportajlara ilgi duyacağını düşünüyorum. 

Birazdan okuyacağınız röportaj Contracted filminin yönetmeni Eric England'a ait. Kendisi Slasher filmleri seven 1988 doğumlu,  gelecekteki projeleri için de oldukça heyecanlı genç bir yönetmen.Kendisi, hem Popüler Sinema’da hem de sosyal medya ortamında yayınlamak üzere kendisine yönelttiğim soruları cevapladı.

Eric England'a, bize vakit ayırdığı için çok teşekkür ediyoruz.

NOT :Kısa bir süre sonra Contracted 1/2 filminin oyuncuları Najarra Townsend, Matt Mercer ve Katie Stegeman ile yaptığım röportajları da yayınlayacağım.


KE- İlk korku filminizi 23 yaşında çektiniz ve bugüne kadar da üç adet uzun metrajlı filminiz bulunuyor. Biliyorsunuzki korku sinemasında birbirine benzeyen yüzlerce film yer alıyor. Peki siz, genç bir yönetmen olarak, korku sinemasında farklılık yaratmak için neler yapmayı düşünüyorsunuz? İlerde "Evet bu bir Eric England filmi" diyebileceğimiz türden yapımlarla karşılaşacak mıyız?

EE- Kesinlikle. Ben CONTRACTED gibi izleyiciye acı yoluyla temas eden hikayeler anlatmayı planlıyorum.Son derece içgüdüsel seviyede izleyiciye ulaşan ve de bu şekilde  onların bilinçaltına sızmaya çalışan filmler istiyorum. Ayrıca biraz da "Tabu" olarak değerlendirilen şeylere bir ilerleme, entellektüellik getirmek istiyorum.

KE- Yönetmenliğini yaptığınız ilk film olan 2011 yapımı Madison County'nin finali, ikinci filmin geleceğini gösteriyor.Devam filmi olacak mı? Olursa siz mi yönetmeyi düşünüyorsunuz?

EE- Tabii ki bir devam filmi olacağına inanıyorum ama ne zaman olacağından emin değilim ve de o filmi yönetmeyi düşünmüyorum. Fakat en nihayetinde slasher tarzı filmlere geri döneceğimi  düşünüyorum ileride.


KE- Contracted, body horror tarzına çok yakışan kaliteli bir film. Roadside ve Madison County gibi slasher filmlerin ardından, Contracted gibi farklı bir film çekmek nereden aklınıza geldi?

EE- Aynen öyle. Farklı bir şey yapmak istedim. Bana göre, bir film yönetmeni ve hikaye anlatıcısı olarak çok yönlülük çok önemli. CONTRACTED daha çok, korku filmi tarzında yapmak istediğim film türleriyle uyuşmakta. 

KE- Contracted filminin devamı olan Contracted: Phase 2'yineden siz yönetmediniz? Phase 3’ün devam filmi olarak geleceğini kesin gibi. Eğer olursa siz mi yöneteceksiniz?

EE- C2 filmini neden yönetmediğim uzun hikaye ve ben onu kendi blogumda yazdım.(http://ericengland.blogspot.com) ama sonuçta ilk filmin yapımcılarıyla çalışmaya devam etmek istemedim. İleride çekilecek hiçbir Contracted filminde de yer almayı düşünmüyorum. Eğer şartlar uygun olursa belki fikrimi değiştirebilirim ama halihazırda  daha büyük ve daha iyi şeyler peşindeyim. 

KE- Bize yeni projeleriniz hakkında biraz bilgi verebilir misiniz? Korku filmlerine devam mı?

EE- Evet. İleride THE SIRENS adında harika bir korku filmi yapmayı düşünüyorum ve gelecek sene duyurulacak henüz çok başında olan bir kaç korku filmi daha var. 

KE- Bugüne kadar çektiğiniz filmlerin setinde yaşadığınız enterasan bir anınız varsa bizimle paylaşabilir misiniz?

EE- Her an çok enteresan :)

KE- Şimdiye kadar hiç Türk korku filmi izlediniz mi? İzlediyseniz düşünceleriniz nelerdir?

EE- Hayır, henüz izlemedim ama BASKIN filmini en kısa zamanda izlemek için sabırsızlanıyorum.

KE- En beğendiğiniz 3 korku filmini ve 3 yönetmeni yazar mısınız?

EE- Filmler : SCREAM, THE TEXAS CHAINSAW MASSACRE, HALLOWEEN. Yönetmenler : David Fincher, John Carpenter, ve Alfred Hitchcock

Bu Yazım Popüler Sinema da yayınlanmıştır.

THE GREEN INFERNO



2013 yapımı The Green Inferno, Toronto film festivalinde açılış yapmasına rağmen Amerika’da ancak Eylül 2015’de gösterime girdi. İki senedir çeşitli festivallerde boy gösteren film Eli Roth’un sanırım en “Gore” (bol kan.vahşet ve işkence içeren filmler) filmi. Ülkemize pek uğrayacağını düşünmediğim The Green Inferno, birçok yabancı kaynaklı sitelerde olumsuz eleştirilere maruz kalsa da, bana göre başarılı bir film. Cannibal Holocaust’dan beri sanırım yamyamlık üzerine bu kadar etkileyici bir film çekilmedi, çekildiyse de ben karşılaşmadım. Korku sinemasında adı çok duyulan Eli Roth’un bu yamyamlık hikayesi, Cabin Fever ve Hostel gibi vahşet içerikli filmlerinin yanına yakışmış. Kendine özgü bir stili olan Eli Roth, diğer filmlerinde olduğu gibi yine işkence sahnelerini fazlasıyla gerçekçi göstermeyi başarıyor.

The Green Inferno, Amazon ormanlarındaki yamyamların köyünü ve neslini yok etmekte olan bir grubu engellemeye çalışan barışçı bir takım öğrencinin hikayesine odaklanıyor. Eylem gerçekleştirip bu grubu durdurmak için Amazon ormanlarına yolculuk yapan bu genç grubun, işleri bittikten sonra dönüş yolunda uçakları arıza yapınca ormana çakılırlar. Film, yolculuk sırasında Amazon ormanlarının güzelliğini hoş bir müzik eşliğinde tepeden izlerken, ufak bir eylem sonrası bambaşka bir hale bürünüyor. (Bu arada uçağın düşme sahnesinin de çok iyi çekildiğini söylemek gerek.) Düşüş sonrası hayatta kalan birkaç kişi, çok geçmeden Amazon ormanının derinliklerinde, insan etiyle beslenen yamyamlar için birer ziyafet haline gelirler.

Yamyamlığı eskilerden beri nasıl biliriz, insan eti yerler, keserler, biçerler, pişirirler ve özel sosla halka sunup afiyetle yerler. İşte burada ne yazdıysam bunları birebir gözler önüne seren Eli Roth, kıyımdaki vahşeti gözden kaçacak kamera oyunlarına yer vermeden hiç kesintisiz direkt seyirciye sunuyor. Kesme biçme işlemlerini seyretmek için de maalesef sağlam bir mideye sahip olmanız gerekiyor. Film sadece bol kan revan içerikli değil tabii ki, yamyamların arasında esir alınan gençlerin kaçma planları, pişirilme sırası kime gelecek korkusu filmin gerilimini ve heyecanını büyük ölçüde arttırıyor. Ayrıca ormanları ve insanları yok etme çabasında olan grubun buldozerle olan yıkım olayını hikayeye güzel enjekte eden Eli Roth, zaten gerekli mesajları da gitmesi gereken yere yolluyor. Hatta finaldeki bir konuşmada bu mesajların dozunu ikiye katlıyor.

Eli Roth, filmle ilgili bazı detayları daha önce bir röportajında yer vermiş. Gerçekten Amazondaki bu kabileleri araştırırken hiçbir teknolojiden haberleri olmayan bu köy halkına önce Cannibal Holocaust filmini izlettirmişler. Çekilecek yeni filmin temel konusu ve ana fikrini anlamaları açısından önemli olan bu hareket, yapım ekibine çok yardımcı olmuş. Kısa sürede anlaşıp yapım ekibini aralarına kabul eden köylülerle bir sorun yaşamazken, en büyük dertleri çekim sırasındaki tarantula ve yılanlar olmuş. The Green Inferno, gerçek olduğu iddia edilen ve 18 ülkede yasaklanan Cannibal Holocaust’a benzese bile, birçok yönüyle farklılık yaratıyor. Köyde esir olan gençlerin aralarındaki sürtüşme, çıkar kavgaları, kaçış planları, ihanet ve bunlar gibi eylemler,  kendinizi onların yerine koymamanıza engel olamıyor. Grubun gözlerinin önünde yaşanan vahşet ve kurtulmak için verdikleri mücadelesi sonrası çaresizlik, seyircinin de anlık psikolojisinin bozulmasına neden oluyor.

Oyunculukların hepsi yerli yerinde, tüm mimikler ve ortaya çıkan ifadeler korku filmine yakışır derecede düzgün, bana göre cast seçimi de başarılı. Eli Roth’un son filmi Knock Knock’da Keanu Reeves’in başına musallat olan iki genç kızdan birisi olan Lorenza Izzo, filmde oldukça iyi bir performans sergiliyor. Artık buradaki performansından dolayı mı yoksa Eli Roth’un eşi olduğundan mı Knock Knock’da yer almış bunu bilemiyoruz.
The Green Inferno, “Gore” türünün iyi örneklerinden biri ve herkese hitap etmediği de aşikar. Doğada yaşam savaşı üzerine kurulu, kan banyosu bol bir film izlemek isteyen, bu tür filmlere ilgi duyanlar için güzel gelebilir. Sevmeyenler uzak dursun.

Bu Yazım Popüler Sinema da yayınlanmıştır.

18 Ekim 2015

JOSH FORBES ile RÖPORTAJ




Josh Forbes, şimdiye kadar birçok kısa film çekmiş ve korku sinemasına yeni katılmış bir yönetmen. Korku sinemasına girişi, ilk uzun metrajlı çalışması Body Horror (Vücut Korku) türünün iyi örneklerinden birisi olan Contracted filminin devamı, Contracted: Phase 2 ile oldu. Kendisi son derece neşeli ve hayat dolu birisi ve aynı zamanda benim gibi bir korku filmi fanatiği.

Josh Forbes ile tanışmam, yaklaşık bir ay önce iki filmin birden eleştirisini kaleme aldığım ve sitemizde yayınlanan yazımı, Twitter’da favorisine eklemesiyle başladı. Sitemiz ve dolayısıyla benim için oldukça gurur verici olan bu tanışmanın ardından, kısa bir süre içinde sosyal medya ve mailleşmeler üzerinden gelişen bir dostluğumuz oldu. İsteğim üzerine beni kırmayarak, röportaj teklifimi kabul etti. Hem Popüler Sinema’dahem de sosyal medya ortamında yayınlamak üzere kendisine yönelttiğim soruları cevapladı.

Kendisine, bize vakit ayırdığı için çok teşekkür ediyoruz.


KE: Daha önce yaptığınız işlere baktığımızda müzik ve komedi ağırlıklı kısa filmlere rastlıyoruz. Şimdi ise bir uzun metrajlı korku filmi ile karşımıza çıktınız. İki sene önceki bir korku filminin devamını çekmek nereden aklınıza geldi?

JF: Bu benim ilk uzun filmimdi. Son 10 yıldır müzik video işindeydim. Bu süre zarfında bir sürü reklam filmi yönettim. Yapımcılar yaptığım işleri gördüler ve tam bir korku filmi bağımlısı olduğumu biliyorlardı. Senaryoya göz attım, zombilerin olduğunu gördüm ve “tabii ki!” dedim.

KE: Contracted: Phase 2 devam filmi olarak başarılı bir yapım fakat final sahnesinde hikayenin henüz bitmediğini görüyoruz. Devam filmi gelecek mi? Gelirse siz mi yöneteceksiniz?

JF: Kesinlikle ucu açık bırakıldı. Yapımcılar hikayenin devamının olmasını seviyorlar. Bana daha çok televizyon dizisinin bir bölümünü çekmek gibi hissettirdi. Her anı değerlendirmek ve her şeyi birbirine bağlamak zorunda olmamak. Çünkü Phase 3 bunun için olacak. Büyük olasılıkla 3. filmi yapmayacağım. Bir araya getirdiğim, oluşturduğum az miktarda film var. Bir başkasının senaryosunu çekmek kendi ödüllerini getiriyor ama gerçekten %100 Josh Forbes filmi yapmak istiyorum. Bu illaki benim yazmam anlamına gelmiyor, sadece görsellik ve komedi anlamında sunacak çok şeyim var ve bu güçleri o tarzdaki enerjiden türeyen bir projede birleştirmek istiyorum. Eğer bir anlam ifade ederse.

KE: İlk korku filminiz olan Contracted: Phase 2’nin çekimleri sırasında yaşadığınız komik ya da ilginç bir olay varsa bizimle paylaşır mısınız?

JF: Aklıma gelen çok komik bir şey yok. Riley (Matt Mercer) ve BJ’in (Morgan Peter Brown) son karşılaşmalarını çekerken zamanımız kalmamıştı, o yüzden her şeyi tek bir uzun sahnede çektik. Çekimi bitirdiğimiz an mekanın elektrikleri kapandı ve aynen şöyle dedik; “Evet tamam, sanırım film bu şekilde bitecek. Umarız iyi gözükmüştür.”

KE: Bir Eli Roth hayranı olarak yönetmenin son filmi Knock Knock sizce nasıl? Beklentilerinizi karşıladı mı?

JF: Eli Roth ve Nicolas Lopez ile Stiges Festivalinde karşılaştım. Her ikisi de iyi insanlar. Nicholas’ın kolları arasında iki taş gibi hatun vardı, belkide Knock Knock kişisel bir deneyimden geliyordur. Filmde kızların performanslarının çok iyi olduğunu düşünüyorum. Keanu Reeves yine kendine has özel anları yaşamış ve yaşatmıştır, ama o öyle büyük bir film yıldızı ki onu normal insan işleri yaparken görmek çok zor. Bende olsam onu normal bir insan işi için oynatmazdım. Yine de eğlenceli bir film. Eminim bu filmi çekmek için önemli bir sebepleri yoktu ama film tonlarca para kazanacak. İlerde yeniden çevrileceğini de görebiliyorum.

KE: Yeni projelerinizden biraz bahseder misiniz? Korku filmi çekmeye devam mı,  yoksa farklı türden filmler de çekmeyi düşünüyor musunuz?

JF: Arkadaşım Charles Pieper ile geliştirdiğimiz bir senaryom var. Birlikte, adı Mondo Movie 2 olan bir podcast imiz var. Film, sinir bozucu komşusunu öldüren bir adam hakkında. Fakat komşunun kafası canlanıyor ve vücudunu nasıl yok ettiğini eleştiriyor. Daha fazla insanı öldürmesiyle olay daha da kötüleşiyor ve bu ölümler aklından bir türlü çıkmıyor. Gerçekten komik. Aynı zamanda şaşırtıcı olabilecek Black Metal hakkında bir senaryom ve bazı TV projelerim var. Bunların dışında üzerinde çalışılan, yapım aşamasında olan çok iş daha mevcut.

KE: Türk korku filmleri hakkında bilginiz var mı? Hasan Karacadağ’ın yönettiği Dabbe serisini izlediniz mi?

JF: Hayır izlemedim. Sitges Festivalinde Baskın’ı izledim. Yönetmeni sanırım Türk’tü. David Lynch tarzında, dehşet vericiydi. Gerçekten cool bir filmdi.

KE: Amerikan korku sinemasına yeni giren bir yönetmen olarak, oldukça başarılı yapımlar ortaya koyan İspanyol korku filmleri hakkında neler düşünüyorsunuz?

JF: Daha fazlasını görmeyi çok isterim. REC filmlerini çok seviyorum. İspanya’dan bir kaç Blu-Ray aldım, çünkü çok ucuzlardı. REC 3’ün yıldızı Leticia Dolera ile aynı asansöre bindim ve gerçekten büyüsüne kapıldım.

KE: Son olarak en klişe sorumuzu soralım. En sevdiğiniz ve sizi etkileyen 3 korku  filmini yazar mısınız?


JF: Evil Dead 2 / Dead Alive / Night of the Creep. Filmlerine eğlence aşılayan, maceracı film yapımcılarını çok severim. Aslında korku filmlerini çok tercih etmem. Beni gerçektende korkutmuyorlar. Genel olarak vahşet ve kan içeren veya görsel açıdan teşvik eden filmleri tercih ederim.

Bu Yazım Popüler Sinema da yayınlanmıştır.