Son yıllarda inanılmaz
derecede güzel işler çıkaran İskandinav ülkeleri, Bron/Broen (2011), Forbrydelsen (2007), Den
Som Draeber (2010), Trapped (2015) gibi harika diziler ortaya koydu. Tabii ki
Hollywood’un böyle kaliteli yapımları keşfetmesi uzun sürmedi ve bu dizilerin
senaryosuna sadık kalıp, kurgusunda ufak tefek detaylarla oynamalar yaparak süsledi
ve yayına soktu. Bron/Broen-The Bridge (2013), Den Som Draeber-Those Who Kill (2014) ve Forbrydelsen
ise The Killing (2011) adıyla seyircilere kısa sürede sunuldu. Özellikle dört
sezon süren “The Killing” iyi bir uyarlamaydı ve çok beğenildi.
İskandinav yazarların en çok satan polisiye romanlarından uyarlanan bu
dizilerin ardından, İsveç-Norveç ve özellikle Danimarka yapımı kaliteli filmler
de ortaya çıktı. Stieg Larsson’un eseri olan Millenyum Üçlemesi (The Girl with the Dragon Tattoo, Ejderha Dövmeli Kız/The Girl Who Played with Fire, Ateşle Oynayan
Kız/The Girl Who Kicked the Hornet’s Nest, Arı Kovanına Çomak Sokan Kız) İskandinav romanları
içinde en çok beklenen seriydi. Serinin orijinal halinin beyazperdeye
aktarılması, seyirciler ve eleştirmenler tarafından çok başarılı bulunsa da,
ilk film olan The Girl
with the Dragon Tattoo’nun (Ejderha Dövmeli Kız’ın) David Fincher
tarafından çekilen versiyonu, oyuncu seçimlerinin yanlış olması ve tam
anlamıyla hikayeye sadık kalınmaması yüzünden iyi tepkiler almadı.
Sinemacıların ve dizi yapımcılarının İskandinav romanlarına ve
yazarlarına büyük bir hayranlıkları var. Yazılan hikayelerin kesinlikle okuyucu
veya seyirciyi kendine bağlayan bir sihiri olduğuna inanıyorum. Belki de ülkenin
ve olayların geçtiği mekanların kasvetli iklimi, insanlarının gülmeyen, ağır ve
soğuk tavırları, hikayelerin yarattığı gizemle birleşince sonuna kadar sürükleyiciliğini
koruyor. Genelde siyasi ve toplumsal sorunları ele alan bu yapımlarda en çok
dikkat çeken şey ise, oyuncuların Hollywood yapımı dizi ve filmlerde yer alan
manken gibi kızlardan, baklava vücutlu yakışıklı erkeklerden değil, tam tersine
sıradan insanlardan oluşması. Başroldeki polisler veya dedektifler, sokakta
rastlayacağınız normal, çelimsiz veya şişman tipler olabiliyor. Ayrıca
oyuncuların gösterdikleri doğal performanslar da, kesinlikle bu yapımları daha
inandırıcı kılabildiği gibi, izlenme oranının artmasına da olanak sağlıyor.
Aşağıda önereceğim üç film aslında bir seri şeklinde ilerliyor.
Başroldeki dedektifler Carl ve Esad, her filmde aynı ve her seferinde birbirinden
farklı bir olayı çözmek için uğraşıyorlar. Genelde sonuna kadar gizeme dayanan ve
finalde olayların çözüldüğü filmlerde, konuyu fazla yazmaya başladığınızda
aradaki yanlış ve ufak detaylar sizi filmi izlemekten bir anda soğutabiliyor.
Oradaki bir kelime ya da cümle, filmin yani hikayenin aslında en önemli kilit
noktası olabiliyor. Konuyu kısıtlı yazıp, gerisini izleyiciye bırakmak çok daha
doğru bana göre. O yüzden elimden geldiğince filmlerin konusunu fazla uzatmadan
kısaca size yazmaya çalıştım. Hatta konularını hiç okumadan, İskandinav
polisiyelerden zarar gelmez diyerek direk izlemeye başlamak en güzeli.
Her üç film
de, Kuzey Avrupa ülkelerindeki toplumsal sorunları, bunalımları güzel dile
getiriyor ve anlatıyor. Esad ve Carl gibi farklı coğrafyaya ve farklı din
görüşlerine ait iki zıt karakterin uyumu ve dayanışması ise, filmlerin en
başarılı kısımlarını oluşturuyor. Olaylar
her ne kadar klasik bir konu gibi gözükse de, senaryo ve kurgunun itinalı
işlenişi, tüm oyuncuların dikkatli seçimi, bu yapımları size daha fazla
bağlıyor.
Bu filmler, yüksek aksiyon
beklentisi olmayan, gizemli ve kaliteli bir polisiye izlemek isteyenler için
birebir. Etrafta fazlasıyla aynı şeyleri tekrarlayan Hollywood filmleri varken,
İskandinav yapımlarını izlemek çok daha fazla keyif veriyor.
Kvinden i Buret ( The Keeper of Lost Causes ), Kafesteki
Kadın, 2013
2010 yapımı Borgen adlı diziyi yöneten Mikkel Nørgaard’ın elinden çıkmış
olan Kafesteki Kadın, Jussi Adler-Olsen’in romanından beyaz perdeye uyarlanmış
ve senaryosu da, The Girl with Dragon Tattoo’yı yazan Nikolaj Arcel’e ait. Film,
İskandinav gerilim -polisiye
tarzı filmleri sevenleri memnun edecek bir yapım. Başroldeki dedektif rolünde Forbrydelsen
(2007) dizisinden tanıdığımız Nikolaj Lie Kaas yer almakta. Filmde araştırılan
“Merete Lynggaard” davası ise, son yılların başarılı İspanyol filmlerinden
biri olan El Cuerpo’ya oldukça benziyor.
Filmin konusuna gelirsek; etrafındakiler tarafından pek
sevilmeyen cinayet masasında görevli polis memuru Carl Mørck (Nikolaj Lie Kaas), son görevinde başına
buyruk takılması yüzünden iş arkadaşının ölümüne sebep olunca, eski davalardan
oluşan Departman Q’da göreve başlar. Burada yanına Ortadoğulu bir asistan olan
Esad (Fares Fares) verilir. Carl bir süre sonra yine dik kafalı davranarak,
yıllar önce kapatılmış bir davayı bulup ortağıyla beraber tekrar araştırmaya ve
katilin izini sürmeye başlar.
Fasandræberne ( The Absent One ), Sülün Katilleri, 2014
Aynı iki dedektifimiz ve
aralarına yeni katılan bir bayan asistan ile görevlerine Departman Q’da devam etmektedir. Bir akşam Carl’ın
karşısına çıkacak olan yaşlı bir adamın söylediklerinden sonra başlayan cinayetler,
ortalığı karıştırır. Olayları çözmek için araştırmalara başlandığında, geçmişte
bir lisede işlenmiş ikiz kardeş cinayeti ortaya çıkar. Carl ve Esad, devamlı
hedef şaşırtan katilin izini sürerken, kendilerinin de olayların hedefi haline
geleceklerinden habersizdirler.
Oldukça rahatsız edici ve
ürpertici sahnelere sahip olan film, ilk filmin çıtasını daha yükseğe taşıyor.
Cinayet filmlerinde yer alan acımazsızlık duygusu ise, bu defa farklı boyutlara
ulaşıyor.
Flaskepost fra P ( A
Conspiracy of Faith ), İnancın Tuzağı, 2016
Çok uzun zaman okyanusta
dolaşmış ve sahile sürüklenmiş bir şişenin içinde not bulunur. Notu çözmek için
Departman Q’ya başvururlar. Carl ve Esad,
notta yazanları araştırmaya başladıklarında, olayların çok farklı bir bakış
açısına sahip olduğunu görürler. Ellerindeki sınırlı sayıdaki ipuçları ile yola
koyulan ikili, kısa bir süre sonra kendilerini geçmişten gelen ürpertici bir
davanın içinde bulurlar.
Bu defa ilk iki filme
göre daha hareketli ve heyecan dozu yüksek olan bir filmle karşılaşıyoruz. Hikaye,
yine sonuna kadar sürükleyen ve merak içinde bırakan bir yapıya sahip.
Bu Yazım Popüler Sinema da yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder