Lasse Hallström çektiği filmlerinden de anlaşılacağı gibi oldukça
dokunaklı ve içten filmler yapmayı başarmış bir yönetmendir. Chocolat, Hachiko,
Safe Haven gibi filmlerle daha önce karşılaştığımız yönetmen bu sefer Fransız
ve Hint mutfağıyla aşkın karıştırılmış halini ortaya koyuyor.
Hikaye Bombay’da yaşayan Hassan(Manish
Dayal)’ın başından geçiyor. Küçük yaşta dedesi sayesinde harika yemekler yapmayı
öğrenen Hassan, bu ilgisini kendi yeteneğiyle beraber pekiştirmeyi başaran bir
genç. Bir gün dedesinin işlettiği restoranda çalışırken meydana gelen bir kaza
sonucunda ailesi ile beraber Bombay’dan kalkıp Fransa’nın sakin bir kasabasına
yerleşir. Fakat yolda tesadüf eseri karşılaşacağı Marguerite (Charlotte Le Bon)
sayesinde Hassan’ın tüm hayatı değişecektir. Bu kısım filmin henüz giriş kısmı;
esas olaylar bundan sonra başlıyor. Bir süre sonra yolda gördükleri kırık dökük
eski bir mekanı elindeki son paraları ile satın alıp kısa sürede harika bir
Hint restoranı haline getiren bu sevimli ve başarılı aile, aynı zamanda
restoranın üst katında yaşamaya başlar. Ama ortalık bundan sonra alevlenir, çünkü
yolun tam karşısında (100 adımlık
mesafede ki, filmin adı da buradan geliyor) kasabanın en prestijli Fransız
mutfağına sahip restoranı “Le Saule Pleureur” bulunmaktadır. Restoran şefi olan Madame Mallory
(Helen Mirren) kısa sürede yeni açılan bu restoranın başarısı üzerine oldukça
telaşlanır.
The Hundred-Foot Journey (Aşk Tarifi)’de
genç oyuncuların yanında yetişkinlerin yani Helen Mirren ve Om Puri’nin mükemmel
oyunculuklarının filme olan katkıları çok fazla. Karakterlerin özenle seçilip tam
yerine oturtulmuş olması da, yönetmenin Chocolat filmindeki Juliette Binoche ve
Alfred Molina nın performanlarını andırıyor. Filmde çalan Fransızca /Hintçe
parçalar ise, romantizm yüklü sahnelerdeki harika görüntülerle çok iyi birleştirilmiş.
Görüntü yönetmeni Roger Pratt’ın çok iyi bir iş çıkardığı açıkça ortada.
Film yemek yapma sanatının azimle ve
yetenekle nerelere gelebileceğini harika bir şekilde anlatılıyor. Ayrıca iki
farklı kültüre sahip olan insanların birbirleriyle olan çekişmelerinin başarılı
ve etkileyici diyaloglarla harmanlanması da, filme hoş bir tat katmış. Bu
sahneleri izlerken adeta yeşilçamın en güzel filmlerinden birisi olan Neşeli
Günler’deki turşucular gözümüzün önüne geliyor. Filmdeki yemeklerin özenle ve
zevkle yapılmasını seyrettikten sonra kendinizi mutfakta kendinizden geçmiş
hamarat bir şekilde bulacağınız kesin. Bu arada Michelin
Yıldızı’nın bir restoran için ne kadar önemli bir yer teşkil ettiğini en ince
detaylarına kadar filmde bulmak ve öğrenmek mümkün.
The Hundred-Foot Journey’ in konusu her
ne kadar klişe olsa da, hikaye önünüze öyle güzel sunuluyor ki, izlerken
bunları düşünecek fırsatınız dahi olmuyor. Sıcak, samimi ve duygusal bir film izlemek
isteyenlere ilaç gibi gelecek olan Aşk Tarifi, filmdeki yemekler gibi sizde hoş
bir tat bırakacak.
Bu Yazım Popüler Sinema da yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder