Sundance Film Festivalinde büyük beğeni toplayan ve
Jüri Büyük Ödülü alan Me and Earl and the Dying Girl, içerdiği dramatik konusuna
rağmen melodramdan uzak tamamen doğallıktan yana olan bir film. Hatta o kadar
güzel anlatılıyorki her şey, seyirciyi zırıl zırıl ağlatmak yerine
gülümsetiyor. Filmin yönetmeni Alfonso Gomez-Rejon’ın filmografisine baktığımızda genelde gençlerin
yaşantılarını ele alan film ve dizi projelerine ağırlık verdiğini de görüyoruz.
İlk bakışta The Fault in Our Stars filmine olan benzerliğiyle dikkati
çeken Me and Earl and the Dying Girl,
ilerleyen dakikalarda dramayı ve duygusallığı yok eden komik sahneleri
sayesinde bu benzerlikten sıyrılıyor.
Hikaye adı üstünde 3 kişinin etrafında dönüyor. Eski
filmleri komik bir hale sokarak kısa filmler çeken ve biriktiren iki ergen
arkadaşın (Greg ve Earl) lösemiye yakalanan okul arkadaşları Rachel ile olan
ilişkileri üzerine kurulu bir film Me and Earl and the Dying Girl. Filmin esas
oğlanı Greg, kendisini beğenmeyen, henüz olgunlaşamamış, hayatı fazla
sorgulamayan ve annesinin dırdırından bıkmış bir gençtir. Rachel’ın kanser
olduğunu öğrenen ve annesinin ısrarlarına dayanamayan Greg, bugüne kadar hiçbir
samimiyeti olmayan Rachel ile tanışır. Ardından çocukluktan beri hiç
ayrılmadığı en yakın siyahi dostu Earl ile de Rachel’ı tanıştırınca, bu
enteresan üç ergen arasında güzel bir dostluk başlar. Zamanla birbirlerine
alışan ve bolca vakit geçiren Greg ve Rachel, gün geçtikçe birer aşık değil
tamamen gerçek birer dost haline gelirler.
Oldukça klişe bir konuya sahip olan filmin,
yönetmenin oyuncu seçimindeki başarısı ve doğal yazılmış diyalogları sayesinde senaryodaki
hiçbir eksiklik göze batmıyor. Greg’in böylesine üzücü ve dramatik bir durum
karşısında Rachel ile nasıl konuşacağını ve nasıl davranacağını bile bilmeden
duygusallıktan uzak ve komik bir hal alan beceriksiz tavırları, filmin seyir
zevkini de oldukça arttırıyor. Greg karakterini çok iyi canlandıran Thomas Mann,
neredeyse filmin tüm yükünü sırtlanmış durumda. Ağzından sürekli laf kaçıran ve
olmadık yerde pot kıran, aslında sevimsiz bir çocuk olan Greg karakterine, film
boyunca evinde, okulda ve Rachel’ın yanında farkında olmadan yarattığı neşeli ortamı
yüzünden bir şekilde istemeden ısınıyoruz. Aslında filmdeki üç ana ergen karakterin
yanı sıra, diğer tüm yan karakterler de mizah dergisinden çıkmış gibi.
Rachel’ın hafif kaçık annesi, Greg’in kedisiyle kafayı bozmuş olan babası,
okuldaki enteresan kişiliğe sahip olan tarih öğretmeni de başarılı
oyunculukları ile filme renk katıyorlar. Rachel karakterini üstlenen Olivia
Cooke, Bates Motel dizisinde de yine elinde oksijeniyle gezen hasta bir kızı
canlandırıyor. Filmin konusu Rachel’ın üstüne olmasına rağmen, Greg’in daha
ağır basan rolü yüzünden bu karakter biraz daha sönük kalıyor.
Filmde mizahi yönün daha ağır basması seyirciyi, bu tarz
hastalıklı konuya sahip filmlerde rastlanan o şiddetli ağır dramanın altına
sokmuyor, tam tersine en duygusal yerde bile bir tebessüm bıraktırıyor. Oyunculukların
ve hikayenin derli toplu olmasının yanında, görüntü yönetmeninin performansıda
oldukça takdire değer. Filmin en güzel sahnelerinde yer alan panoramik çekimler
ve değişik açılardaki kamera hareketleri filme ayrı bir hava katmış. Ayrıca mekanların
tasarımından, bol renkli bir çekim planı tercih edilmesine kadar her ayrıntı
titizlikle işlenmiş. Greg ve Earl’in çektikleri kısa filmlerin her birinde
Scorsese’den Kubrick’e kadar birçok yönetmene başarılı göndermeler yapılması da
ayrı bir güzellik.
Filmekimi 2015’de gösterilen ergenlik psikolojisini
iyi tahlil etmiş olan Me and Earl and the Dying Girl, duygu sömürüsünden uzak,
güzel dostlukların anlatıldığı, seyrederken size hoş vakit geçirtecek gençlik
filmi. Hiç mi melodram yok, o kadar da
değil tabii ki. Sonuçta içinde kanserli bir kız ve onun süresi azalan bir
hayatı var.
Bu Yazım Popüler Sinema da yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder