“Denizden gelen bir yaratık gördüm. O yeryüzü sakinlerini aldattı. Ve
sağ ellerinden bir iz almak için onları zorladı. Bu yaratığın sayısıydı 666”.
Film ufak bir çocuğun bu cümleleri söylemesi ile başlıyor. Korku filmlerinin
unutulmazı “Omen”den bize miras kalmış olan “666” (The Number of the Beast)
yani şeytanın sayısı; İncil'de bahsedilen dünyanın sonu anlamına gelmekle
beraber şeytanın oğlunun altıncı ayın altısında saat altıda doğduğunu
da işaret eder. Korku filmleri bu temayı alıp yıllarca değişik şekillerde bize
sundu. İşte “At the Devil’s Door” da şeytani bir varlığın kendine ev arayışı
üzerine kurulu bir korku filmi.
Bulduğu evde yaşayan
birisinin vücuduna girerek lanetini devam ettiren bu varlık adeta kendisine
yapılan bir çağrı üzerine ayaklanıyor. Yönetmen Nicholas McCarthy “The Pact”
gibi başarılı bir gerilim filminden sonra “At the Devil’s Door”da hikayeyi yine
ölümcül sırlara ev sahipliği yapan bir ev ve gizemli bir varlık üzerine
kurgulamış. Zaten korku filmi yönetmenlerinin çoğunun yakaladıkları bir konuyu
değiştire değiştire önümüze koymaları şaşırılacak bir durum olmaktan çıktı
artık.
At the Devil’s Door,
erkek arkadaşı tarafından ilginç bir oyuna davet edilen bir kızın başına
gelenleri anlatıyor. Hannah’ın karıştığı bu oyunda, bardağın altındaki nesneyi
bulması ve bunu üç kez tekrarlaması isteniyor. Hannah'ın bu oyunu başarması
üzerine, kendisine sunulan yeni teklif karşılığında bir tomar para verileceği
söylenince lanetin başlaması kaçınılmaz hale geliyor. Otoyolda kendi adını
söylemesi istenen Hannah, farkında olmadan ruhunu şeytana sattığı bir oyuna
getiriliyor. Bu olaydan yıllar sonra birisi emlakçı diğeri sanatla uğraşan iki
kızkardeşin, gizemli şekilde ortadan kaybolan Hannah’ı görmesiyle asıl hikaye
başlıyor ve film izleyiciyi içine alıyor.
Hemen hemen her korku
filminde karşılaştığımız, ışığı asla yanmayan boş evden gelen fısıltılar, yüzü
duvara dönük sabit bekleyen biri, ayna arkasında görünen varlık gibi tüm klişe
sahnelere bu filmde de rastlamak mümkün. Özellikle afişte gördüğümüz kırmızı
yağmurluklu kızın görünüp sonra aniden yok oluşu gibi klasik sahneler ister
ister istemez seyirciyi geriyor. Yönetmen her ne kadar kafamızı karıştırmak
için aralara flashback'ler serpiştirse de, filmin sonuna doğru bu soruların bir
kısmından kurtuluyoruz. Oyunculuklara gelince çok da olağanüstü bir durum yok,
zaten film neredeyse üç kişi arasında geçiyor.
Öncesinde çok fazla
benzer film varken “At the Devil’s Door” ne yazık ki seyirciye farklı bir şey
veremiyor, keşke konu bu kadar akıcı ilerlerken final sahnesi de biraz tatmin
edici olsaydı. Yine de şeytan temalı, doğaüstü varlıklı, gizem dolu orta karar
bir film izlemek isteyenler çok beklentiye girmeden patlamış mısır ve kola
eşliğinde keyifle izleyebilirler.
Bu Yazım Popüler Sinema da yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder