Yerli/yabancı
korku sineması üzerine yaptığım röportajlar serisinin bu defaki konukları, senaryosu
Alper Kıvılcım’a ait olan Şeytanın Çocukları: El Ebyaz filminin yönetmenleri
Oya Köksal ve Vedat Dikmetaş. Yakın bir zamanda Kadıköy’de bir cafede buluşup
kendileri ile hem filmleri hem de korku sineması üzerine keyifli bir sohbet
gerçekleştirdim.
Popüler Sinema sitemizde
ve sosyal medya ortamında yayınlamak üzere yönelttiğim soruları beni kırmayarak
cevaplayan Oya ve Vedat ikilisine, bize vakit ayırdığı için
çok teşekkür ediyor ve Şeytanın
Çocukları: El Ebyaz filmine gişede bol başarı
diliyoruz.
KE-
İkinizin birlikte yönettiği “Şeytanın Çocukları : El Ebyaz” filminin yapım
aşaması nasıl oluştu? Nasıl karar verdiniz bir korku filminde birlikte
çalışmaya?
OK-
Daha önce Vedat'la "İnfo Medya" da ben yardımcı yönetmen, Vedat’da
görüntü yönetmeni olarak birlikte çalışmıştık. Yapımcılarımız bu projeyi bize
getirdiklerinde beraber çalışmamızı istediklerini dile getirdiler. Biz de daha
önce "Hannas" sinema filminde
birlikte çalıştığımız için uygun gördük.
VD- Biz Oya ile daha önce de birlikte
çalışmıştık. Bundan önce aynı ekipte olduğumuz “Hannas; Karanlıkta Saklanan”
adlı yapım da yine bir korku filmiydi. Ben görüntü yönetmeniydim. Oya’da
yardımcı yönetmendi. Kısacası hem birbirimizi, hem de korku sinemasını
tanıyorduk ve yapımcıdan bu yönde bir talep gelince El Ebyaz filmi için süreç
başladı.
KE- “El
Ebyaz” ne demek? Kısaca bahseder misiniz?
OK- El
Ebyaz; şeytanı yani bir nevi düşmanı hepimiz biliriz. Allah ü Teala şeytanı ve
ordusunu müminlerin kendisine olan sevgisi artsın diye musallat etmiştir. Çünkü
düşman karşısında iken insan, nimet içinde olduğundan daha çok Alla' ı
zikreder. Aslında hepimiz çoğu zaman nefsimizle savaşa girmişizdir. Bazen onlar
kazanmıştır savaşı bazen biz. İşte bu bizim şeytanla verdiğimiz savaşın ; peygamberlere ve velilere musallat olanları
El Ebyaz' dır.
VD- İslam inancında, insanın bu dünyadaki
yaşamsal amacı açık ve kesindir; Allah’a iman etmek. İnsanı bu yoldan
saptıransa Şeytan’dır. Yani Şeytan bir nev-i insanın imtihanıdır. Şeytani
varlıkların farklı türleri olduğundan bahsedilir. Bunlar çeşitli isimlerle
anılırlar. El Ebyaz da bunlardan biridir.
KE-
Bize daha once yaptığınız işlerden biraz bahseder misiniz? Yönetmenliğe başlama
hikayeniz nasıl gelişti?
OK-
2006 yılında başlayan sinema-dizi serüvenimde çeşitli projelerde çalıştım tabi.
ilk sinema tecrübemi Hasan Karacadağ ile
kazandım. 2008 yılında "Semum" filmi hem Hasan Bey'le hem de korku dünyasıyla
tanışmama vesile olmuştur. Daha sonrasında Hasan Bey'le" Dabbe 2"
filminde de birlikte çalıştık. Tabi
Türkiye'nin en iyi korku filmi yönetmeni, senaristi ve yapımcısıyla 2. kez
çalışmam korku sinemasını daha yakından
analiz etmemi sağladı. Daha sonra uzun bir süre dizilerde
çalıştım.Yönetmenliğine ve insanlığına saygı duyduğum Mahsun bey'le (
Kırmızıgül) "Benim İçin
Üzülme" dizi filminde birlikte çalıştık. sonrasında araya bir sit com
sıkıştırarak "Çocuklar Duymasın" dizi filminde bir sezonumu
tamamladım. Vs. devam eden kariyer hayatım çok renklidir. Yönetmenlik hikayem
için çok geriye gitmeye gerek yok. Son iki yıldır Yardımcı Yönetmenlik yaptığım
işlerin 2. ekibini çekerek yönetmenliğe
başladım diyebilirim. Tabi aralarda çektiğim tanıtım filmleri de var.
Yapımcılarımızdan Tarık Bey'le (
Karakulak) daha önce 3 projede birlikte çalıştık. Tarık Bey "Şeytanın
Çocukları El Ebyaz" projesini
getirdi ve senin çekmeni istiyorum dedi. Ben yönetmenlik için acele eden biri
değildim. Hala etmiyorum gerçi. Yönetmen oldun artık sen bitti diye bir şey
yoktur. Sürekli araştırmak, okumak, izlemek, bizden ileri olan ülke
sinemalarını takip etmek gerekir. Çünkü kurulan dünya, yönetmenin hayal dünyası
olduğu için; yönetmen olunmak isteniyorsa
hayallerinin üzerine koyarak başlanılması gerektiği fikrindeyim. Araya
aldığım şahsı fikirlerimden sonra Tarık
Bey'in teklifini düşündüm ve korku sinemasına yabancı olmadığım gibi hayal
dünyama güvendiğim için kabul ettim.
VD- Yapmış olduğum işler
yazmakla bitmez. Sinema filmi ve diziler haricinde birçok klip ve reklam filmi
de çektim.
KE-
Filmin yapım aşamasında veya çekimlerde karşılaştığınız zorluklar nelerdir?
Sette yaşadığınız ilginç olaylar olduysa bizimle paylaşır mısınız?
OK-
Zorluk, her iş kadar zordu diyemeyeceğim. Filmin gemide geçmesi başlı başına
zaman kaybı olmasının yanında her iniş binişlerimiz de korkuyu çekmeden
yaşamayı başardığımız doğrudur. :))
VD- Aslına bakarsanız sinema zaten başlı
başına zorlukları olan bir iş. Her işte olduğu gibi sinemada da doğası gereği
sorunlar yaşanıyor. Bir kere kalabalık bir ekipbin koordine hareket etmesi ve
zaman kaybetmeden ilerlemesi gerekiyor. El Ebyaz’ın bildik güçlüklerin yanı
sıra gemide geçmesinden kaynaklanan fiili zorlukları oldu. Profesyonel bir
ekiple çalışınca bu sıkıntılar en aza iniyor. Biz de kazasız belasız bu süreci
atlattık ve çekimlerimizi tamamladık.
KE- Filminizin
en önemli özelliği gemide geçen bir hikayesi olması. Bize biraz bahseder
misiniz, filminizde diğer korku filmlerinden farklı olan neler var? Seyirciyi
neler bekliyor?
OK-Türkiye
de bilindiği üzere çeşitli mekanlarda korku-gerilim filmleri çekildi. Fakat biz
Türkiye de bir ilke imza attık ve gemide
"Şeytanın Çocukları/El Ebyaz" filmini çektik. Hikayenin gemide
geçmesinin dışında dramaturjisi kuvvetli. Oyunculukları sağlam ve daha önce ele
alınmamış bir hikaye. Sebebini bilmediğimiz ses efekt duymayacaksınız.
Animasyonla ortaya çıkan gerçeküstü varlıklarla karşılaşmayacaksınız. Sağlam
oyuncuklarla, temponun düşmediği, heyecanın dorukta olduğu ve final sahnesine
kadar merak unsurunu barındıran bir Korku-Gerilim filmi izleyeceklerinin
garantisini verebilirim.
VD- Yerli korku sineması deyince, seyircinin
aklına klişeler geliyor. Hemen hemen her filmde rastlanan bu klişelerin dışına
çıkmak için senaryodan kurguya, karakterlerden çekim tekniklerine kadar pek çok
farklılık kattık. Seyirciyi heyecan duygusunu tetikleyecek bir film beklediğini
söyleyebilirim. Diğer korku filmlerinden farklı yönlerine çok fazla girmek
istemiyorum ki sürprizler bozulmasın.
KE-
Film çekmek bir ekip işidir. Herkesin film yapımı sırasında fazlasıyla emeği
geçer. İkiniz sette bu ekip ruhunu korumak ve başarılı bir yapım ortaya
çıkarmak için neler yaptınız? Cast oluştururken en çok nelere dikkat edersiniz?
OK-
Kesinlikle film çekmek bir ekip işidir.
Sizin nezdinizde emeği geçen herkese; Yapımcılarımız Tarık Karakulak ve Serdar
Çelik başta olmak üzere; işlerini en iyi şekilde yapan,ışık, görüntü, ses, set ekibimize ve çok değerli
oyuncularımıza teşekkür ederim. Ben ve Vedat ekibimizi kurarken öncelikli olarak insanlık,saygı ve ve
disipline dikkat ettik. Bilindiği üzere çoğu zaman evimizden daha çok mesai
arkadaşlarımızla zamanımız geçiyor. Herkes gibi bizde çalıştığımız ortamda
huzurlu hale getirmeye çalıştık. Vedat'ın geçmişi bilindiği üzere görüntü
yönetmenliği olduğu için ikimiz bir karar aldık. Ve her ikimizde kendi
alanlarımızda ilerledik. Kendimizce bir çok iki yönetmenli işlerde ortaya çıkan
kaosu önüne geçmiş olduk. Vedat işin teknik kısmına ağırlık verirken, ben de
misansen ve oyunculuklar kısmına ağırlık verdim. İllaki birbirimizden fikir
alış verişinde bulunduk. Hatta bazı zamanlarda hayal ettiğimiz dünyayı birbirimize
kabul ettirmek için uzun çay molaları bile verdiğimiz oldu. :) Oyuncu
seçmelerine gelecek olursak; benim için öncelikli olan oyuncuda doğallık. Yani
kamerayı, ne çekerken bana, ne de filmi izlemeye gelen seyircilere
hissettirmemesidir. Bu konu da fazlasıyla
inandığım başrol oyuncum Merve'yle (Sevi) anlaşmak beni ekstra
sevinirdi. İnandığım oyuncuyla
çalışmamın yanında Merve'nin de bana olan güveni birleşince ortaya şahane bir
iş çıktı.
VD- Yapımcıdan set fotoğrafçısına kadar
herkes bir zincirin halkalarını oluşturuyor. Dolayısıyla sinemada zincirin
herhangi bir yerindeki kopma tüm ekibi ve işi etkiler. Biz bütün olarak uyumlu
bir ekip olmayı başardık. Herkes egosunu evde bırakıp geldi ve bu elbette işe
yansıdı. Tüm ekibe özverili çalışmalarından dolayı teşekkür ederim. Cast konusu
belki de bu işin en can alıcı noktalarından biri çünkü seyirci tüm o seti,
kamera arkasındaki koskoca ekibi değil, ekrandaki oyuncuyu izliyor. Bizim
seçimlerimiz daha çok gerçeklik duygusunu tatmin etme yönünde oldu. Ekranda
görülecek kişilerin oyuncular, rol yapan insanlar değil, ambiyansla
bütünleşmiş, işlenen konunun parçası olmayı başarabilmiş karakterler olmasını
istedik ve seçimlerimizi bu yönde yaptık.
KE- Bize
yeni projeleriniz hakkında biraz bilgi verebilir misiniz? Korku filmlerine
devam mı?
OK-
Sırada Romantik- Komedi var inşallah. Bundan sonra korku filmi çekerim, başka
bir projede yer almam diyemem. Ruhuna inandığım her türlü senaryoyu, yetenekli
oyuncularla taçlandırıp hayal dünyamı hayata geçirebilirim.
VD- Sinemayı korku, komedi, polisiye diye
ayırmayı sevmiyorum çünkü işi bir bütün olarak, tüm duyguları ile seviyorum.
Bundan sonra sadece korku çekerim gibi bir bakış açım yok. Zaten şu an devam
eden görüşmelerimden biri komedi, bir diğeri ağır dram. Işin özünde hikâyeyi
sevmek var benim için. Bana hitap eden bir hikâye ile karşılaştığımda türüne
değil, en etkili şekilde nasıl sinemalaştıracağıma bakarım.
KE- Korku
filmi çekerken seyircinin hikayeden kopmaması için nelere dikkat etmek
gerekiyor? Sadece efektler ve ani çıkışların arkasına sığınmak doğru mu?
Sonuçta onlar bir anlık korku yaratan ögeler.
OK-
Hikayeden seyircinin düşmemesi için filmin temposuna çok dikkat edilmeli.
Seyircinin dikkatini minumum seviyeye düşürmenin bir çok sebebi vardır fakat en başta en azından; sırf bir an korkutmak veya ürkütmek için 90
dakikalık bir filmin ,her 5 dakikasında yapılan ani çıkışlar ve ses
efektlerinden kaçınmalı. Çünkü bir süre sonra sıradanlaşan bu efektler
izleyicinin bunu alay konusu haline bile getirip, filmden ciddi şekilde
kopmasına sebep olacaktır. Hasan Karacadağ ile" Şeytanın Çocukları/El
Ebyaz" projesini aldıktan sonra bir araya geldiğimizde bana söylediği ilk
şey " Her zaman, zeka seviyesi en üst olan izleyiciyi baz almak
zorundasın. " Dedi. Yani ses efektleriyle, ani çıkışlarla bu pek mümkün
değil.
VD- Türü ne olursa olsun insanlar bir
beklentiyle sinemaya geliyor. Komedi izleyecekse gülmek, korku izleyecekse
gerilmek ve konsantre olabilmek istiyor. Sinemada tür ne olursa olsun yapılması
gereken ilk şey, seyircinin zekasına saygı duymak. Güldürmek de korkutmak da
zeka işidir ve bunun için elbette ani ses efektleri, ani kamera hareketleri
yetmez. Bu işin süsüdür, dolgusudur diyebilirim ancak bir korku filmini
efektler üzerine inşa edemezsiniz. Bu noktada dikkat edilmesi gereken şey
hikâyenin mantıklı ve kurgunun sinema matematiğine uygun olmasıdır.
KE- Türk seyircisinin korku
filmlerimize karşı olan önyargıları artık yıkıldı diye düşünüyorum. ( En
azından benim öyle). Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda, alıştılar mı bizim korku
hikayelerine ve oyunculuklara?
OK-Kesinlikle
yıkıldı. Bundan 6-7 yıl önce yılda bir veya iki korku filmi vizyona girerdi.
Ama son 2-3 yıldır neredeyse 50-60'ı buluyor olması izleyiciye; kıyaslama şansı
ve seçme özgürlüğü verdi. Bir de rekabet ortamının son yıllar da daha da
kızışması, kalite zorunluğunu getirdiğinden, ön yargılarımızın kırılmasında
büyük payı var.
VD- Sinema sanatının kaynağı Batı, bu bir
gerçek. Türkiye ve Türkiye gibi ülkeler o sinemayı takip ediyor. Ancak bizim
batıdan ayrıldığımız çok önemli bir nokta var; inanç. İnanç, beraberinde
olurlar, olmazlar, belli kalıplar getiriyor. Yurtdışında hayaletli
yetimhaneleri anlatan pek çok film çekilmiştir. Bizim inancımızda hayalet yok.
Bu nedenle bizdeki korku sineması cinler üzerinden gidiyor. Türk seyircisinin
yerli korku filmlerine alışması gibi bir durumun söz konusu olduğunu sanmıyorum
çünkü zaten biz bu tip hikâyelerle büyüdük. Cin hikayesi duymadan büyümüş bir çocuk
var mıdır? Zannetmiyorum. Dolayısıyla zaten hayatın parçası olan bir konuya
alışmak söz konusu olmaz. Burada sorumluluk seyircide değil, sinema
çalışanlarında. Yapımcıdan yönetmene, görüntü yönetmeninden oyuncuya kadar
korku sinemasının mantığını kavramaktan başka çare yok. Eğer siz ekrana iyi bir
iş koyarsanız, o iş zaten hak ettiği değeri bulacaktır.
Bu Yazım Popüler Sinema da yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder