Korku/gerilim sineması üzerine yaptığım röportajların bu
seferki konuğu, benimde favori filmlerimden olan The Collector ve The
Collection serisinin yönetmeni, Marcus Dunstan. Kendisi aynı zamanda Testere
IV-V-VI ve Final VII (3D) filmlerinin de senaristi. Sorduğum soruları büyük bir
titizlikle cevaplandıran Marcus, aynı zamanda filmin çekim tekniklerini adeta
bir ders niteliğinde bizlere anlattı. Özellikle röportajın en keyifli kısmı
ise, filmin ince detaylarını ve set tasarımlarını ele aldığı bölümler. oldu.
Kendisi hem Popüler
Sinema’da, hem de sosyal medya ortamında yayınlamak üzere sorduğum soruları beni kırmayarak cevapladı.
Marcus Dunstan’a bize vakit ayırdığı için
çok teşekkür ediyoruz.
KE-
Patrick Melton ile beraber Testere IV-V-VI ve Final VII (3D) gibi korku
sinemasındaki önemli bir serisinin
senaryolarını yazdınız. Nasıl ortaya çıkıyor bu kadar güzel fikirler? Bize
ikinizin arasındaki ortaklıktan ve uyumdan biraz bahseder misiniz?
MD- Biz,
hayatın içinde olan şeyler yaşadık, herkes gibi trafikte sıkıştırılmış ya da
kabadayılık yapanların zorbalıklarını görmüşüzdür. Bizlerin canımızı sıkan bu
durumlar karşısında aklımıza gelen ilk düşünceler şunlar olurdu. Bu durum bir
çizgi roman senaryosu, ya da Alacakaranlık kuşağının bir bölümü olsa, bu
korkutucu tiplere nasıl bir ders verebilirdik diye kafa yorardık kesin. Bu
sorgulamamız aslında karanlık bir çizgide ilerliyor ve aynı anda hem korkunç,
hem de karanlık bir mizah barındıran bu düşünceler aynı yerden geliyor. Patrick
ve ben hikâyelerde bu dürtüleri serbest bırakma konusunda şanslıyız. Gerçek
hayatın terörünü kovmak için paylaşılan deneyimlerimizi korku yoluyla
aktarıyoruz. Patrick’le çalışmalarımızda gençliğimizin ve yetişkinliğimizin
deneyimlerini, gelecek korkularını derleyerek hikâyelerin adrenalini haline
getirip paylaşmaktan zevk alıyoruz. İzleyiciye yönelik, kötü bir günün kalıcı bir tasviri için korku
filmlerine her zaman ihtiyaç vardır ve bu düpedüz iyileştirici etkisi olan bir
durumdur.
KE- Benimde favori filmlerimden olan The Collector
ve The Collection gibi oldukça heyecanlı ve gerilim dolu iki filmin hikayesini
yine beraber yazdınız, fakat filmi yönetmek size kaldı? Neden tercih edilen siz
oldunuz?
MD- Ben
Iowa Üniversitesi'nde sinema okudum. Iowa Üniversitesi o zaman en iyi film
programını içeriyordu. İkinci dünya savaşından kalma BOLEX kameralarla orada
film çektik, film kurguladık ve kayıp bir zanaat olan kendi negatiflerimizle
uyumlu hale getirdik. Bunların hepsi, yani dersler ve alternatif filmler ile
denemeler bizim için olağanüstü bir eğitim zemini oldu. Iowa Üniversitesi
sinema okulu yapımcı ve yönetmenlerden meydana gelen eğitim kadrosuyla kendilerine
ait bir tarzda, kendi filmlerini yaratmak için her öğrenciye şans verir ve
böylece çok farklı bakış açılarını hayata geçirir. Dijital dönemin bir dizi
avantajı olmakla birlikte eski tip filmin farklı hareket alanları var. Film
rulosuyla 2 buçuk dakikalık çekimde kamerada düzenleme yapılması için görüntülerin
ne olduğunu görmek gerekiyor ve bu tüm hikâyeyi etkiler. Her çekim film için
farklı bir sıçrama meydana getirir. Başa sar tuşu yoktur, tekrar izlemek için
zaman yoktur ve bir sonraki çekime geçilir. Bu yüzden çekimden önce prova
üzerinde daha fazla durulur. Iowa üniversitesinde film çekerken karşımıza çıkan
beklenmedik görüntüler, hatalar, objektif yansımaları, ışık sızıntıları ve film
çizikleriyle uğraşmak sinema alanında her birimizi teşvik ederek hayatımızın en
büyük tecrübesi oldu. Bence film kusurları mükemmeldir. Dijital hata bunu sona
erdirdi çünkü bu kullanışsız veri demektir. Bunlar bozuk ve işe yaramazdır.
Benim ikinci filmi çekmek için fırsatım oldu ama o zaman bile, filmin ana fikrini anlatan fragmanında görünmesi için kısa bir sahne çekmiştim. Diğer gerilim filmlerini çekenlerde bizim arkadaşlarımız, en önemlisi kendisi de bir yönetmen olan John Gulager; özveriyle filmde rol aldı ve tekniğini bizimle paylaştı. John kameranın şairidir ve ekiple eşsiz bir uyum içinde çalıştı.
Benim ikinci filmi çekmek için fırsatım oldu ama o zaman bile, filmin ana fikrini anlatan fragmanında görünmesi için kısa bir sahne çekmiştim. Diğer gerilim filmlerini çekenlerde bizim arkadaşlarımız, en önemlisi kendisi de bir yönetmen olan John Gulager; özveriyle filmde rol aldı ve tekniğini bizimle paylaştı. John kameranın şairidir ve ekiple eşsiz bir uyum içinde çalıştı.
KE-
The Collector ve The Collection birbirini tamamlayan ve akıl almaz tuzaklarla
dolu bir seri film. Testere’de olduğu gibi akıl oyunları içeren tuzaklar
üzerine hikayelerde oldukça başarılı bir ikilisiniz. Beraber yazacağınız bu
tarz hikayeleriniz ve projeleriniz var mı?
MD- Son birkaç yılda yazar olarak bilim kurgu (Rise, Outliers) ve
aile hikâyeleri (The Stuff of Legend) gibi farklı filmlere odaklanmıştım. Her
proje kendimizi geliştirmek için bir meydan
okuma ve bu deneyimleri sinema salonunun karanlığında
izleyicilerle bu zenginliği paylaşmak istiyorum. Televizyona güçlü bir giriş
yapmasını beklediğim Monstropolis, televizyonda korkunun altın çağında terörü
ve hikâyenin karışıklığı ile dikkat çekip keskin kenarını oluşturacak. Biz
Universal’in ikonik karakterlerini yeniden ele alıp onlara taze kan getirme
konusunda heyecanlıyız, insanlar her bölümde yeni bir canavarı görecekler bunun
için sabırsızlanıyorum.
KE- Bir
John Carpenter klasiği olan Halloween’in yeni versiyonunda adınız geçiyor.
Yönetmenliğini yapacağınız Halloween Returns projesi hakkında bilgi alabilir
miyiz? Bu oldukça heyecan verici bir durum.
MD- Umarım
Halloween gerçekten döner ve dönüşü
hemen olur. Bu yolda bazı duraksamalar olsa da vizyon şansı bulma
konusunda biz, yapımcı Malek Akkad ile işbirliği yaptık. Böylece dönüş filmi, 1978
yılındaki orijinal halini oluşturması ve bu duruma gelmesi için 30 yıl beklemiş
gibi oldu.
KE-
The Collector ve The Collection set tasarımı da çok başarılı olan filmler. Her
saniyesi gerilim dolu olan bu sahneleri çekerken sette en çok nelere dikkat
ettiniz?
MD- Koleksiyoncu
filminin set tasarımı evde gizlenmiş kötülük fikrine dayanıyordu. Gün ışığında
evde yürümek tehlikeli görünmezdi ama gece ev ölümcül görünüyor, her gölgede
saklanan ölümcül bir tuzak gizli. Ermanno Di Febo-Orsini set tasarımlarının
yanında Michael Barton ile beş farklı lokasyondan ev tasarımı sundular. Bunlar;
Bir hukuk firmasının bodrumu, bir çiftlik evi, başka bir evin iç mekânı ve
koridorunu inşa ettiler ve beklentilerin üzerinde mükemmel set tasarımları
yaptılar. Konsept tasarımını yapan Norman Rockwell, hikâyedeki evin tasarımını
ilginç tutmak için tekniğini söylemiyordu ve ayrıntılar aşırı yakın çekimlerde
ortaya çıkıyordu. Koleksiyon filminde, bir katilin sığınağına girme fikri
muazzam şekilde eğlenceli olmuştu. Argento Hotel hikâyede Koleksiyoncunun
dünyaya nasıl baktığını başka şekilde anlattı. Set tasarımcısı Grace Walker,
sanatçı Anthony Leonardi ve heykeltıraş Gary Tunnicliffe sayesinde set
tasarımları filmde bir karakter haline geldi.
KE-
Bu kadar titizlik gerektiren çekimler sırasında yaşadığınız en zor anlar
nelerdir? Bizimle paylaşır mısınız?
MD- Her bir
film bir dayanıklılık testidir. Her film bir kar tanesi gibi eşsizdir. Her
filmin en zor anı bitirmektir. Üretim böyle kapsamlı bir deneyimdir. Ben
bitirmek için zorlanma kısmını seviyorum. Her şey iyi giderse geriye bakıp
gülümsemek için umut ederim, çünkü hepimiz kameranın diğer tarafında benzersiz
bir deneyim paylaşıp beyaz perdede karanlık bir film ortaya çıkarmak için
uğraşıyoruz.
KE-
En beğendiğiniz 2 korku filmini ve 2 yönetmeni yazar mısınız?
MD- 3 FAVORITE MOVIES 1. John Carpenter's THE THING / 2. SUSPIRIA / 3. ALIENS
3 FAVORITE DIRECTORS 1. Dario Argento / 2.
John Carpenter / 3. Brian DePalma
Bu Yazım Popüler Sinema da yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder