Uzun zaman önce çok uzak bir galakside yaşanan destansı
ve epik bir serüvenle hayatımıza giren, dünyanın
en büyük fan kitlesine sahip Star Wars efsanesi, Return of the Jedi filminin yaklaşık
30 sene sonrasını anlatan son filmi Star Wars: The Force Awakens (Güç Uyanıyor)
ile yeniden ortalığı ayağa kaldırıyor. Disney’in eline geçtikten sonra atağa
kalkan Star Wars, George Lucas’ın eski köye yeni adet mantığıyla yarattığı
Prequel filmlerinin ( Episode I-II-III ) yapısından uzak ve tamamen eski bir
kalıpla, bu defa J.J. Abrams’ın elinden geçiyor. George Lucas’ın rengarenk, ışıltılar
içinde çektiği animasyon filmlerinden farksız son üçlemesi her ne kadar yeni
nesile hitap etse de, eski Trilogy’i seven kuşağın beğenisini maalesef
kazanamamıştı. Hikayenin geçmişine inerek güzel bir fikri ortaya çıkartan
Lucas, eski tarz çekimlerden ve sadelikten uzak, tamamen CGI tekniğiyle
playstation oyunları havasında bir Star Wars ortaya çıkarmıştı. Seri
tamamlandığında ise, izlenme sırasına göre seyrettiğinizde, iki üçleme arasında
görsel bakımdan uçurumlar vardı. Eski serinin en güzel filmlerinde senaristlik
yapan Lawrence Kasdan’lı yeni hikaye “The Force Awakens”, J.J.Abrams’ın
kontrolü ele almasıyla bu kez tam bir Star Wars havasına bürünmeyi başarmış.
Eski üçlemenin nostaljik yapısına sadık kalmak üzere işe
koyulan yapım ekibi, Han Solo & Chewbacca’nın külüstür gemisi Millenium
Falcon başta olmak üzere, X-Wing ve Tie Fighter gemilerini birebir boyutlarda yeniden
yaratmışlar. Yeşil ekrandaki setlerin yerine filmin tüm setleri sıfırdan inşa
edilmiş. Ayrıca filmdeki tüm yaratıkların gerçek kostümler ve plastik makyajlar
ile tek tek yeniden üretilmesi işin gerçekçilik boyutunu üst seviyeye taşımış. Filmi
seyrederken Episode IV’de Han Solo’nun başını belaya bulaştırdığı Cantina’daki
yaratıkların birçoğunu ve benzerlerini yeniden görmek bile bizi yeniden eski
günlere götürüyor. R2-D2 ve C-3PO’nun yanı sıra, yaşlanmış olmalarına rağmen
hala yeteneklerinden bir şey kaybetmemiş olan Han Solo (Harrison Ford) & Leia
(Carrie Fisher)’ı hikayenin en can alıcı yerinde tekrardan izlemek, istemeden
yüzümüzde tatlı bir tebessüme yol açıyor. Ortadan kaybolmuş olan Luke Skywalker
‘ı nerede göreceğiz beklentisi ise, filmin gizemine gizem katan en büyük faktör.
Aradan geçen 30 yıla rağmen Galaktik Senato’da yine
karanlık bir durum hakim ve ortada “İlk Düzen” adında yeni bir askeri
organizasyon var. En gelişmiş silahlarla donatılmış stormtrooperlarla dolu olan
İlk Düzen’in tüm ekibi, bu defa Death Star’dan çok daha büyük bir yıldız
destroyeri olan Finalizer’da toplanmışlar. Birliğin başında büyük bir lider
olan Snoke ve onun yanında yardımcısı olan Kylo Ren (Adam Driver) bulunuyor. Kylo
Ren, Luke Skywalker’ın öğrencisi iken karanlık tarafa geçerek Ren Şovalyelerine
katılan yeni serinin eski Sith’i yani kötü karakteri. Darth Vader’ın izinden
giden Kylo Ren, oldukça güçlü yanları olmasına rağmen, birliğin içinde kompleksli
ve kendine güveni olmayan bir çırak şeklinde takılıyor. Ren Şovalyeleri ve
Trooperlar ise, asilerin elinde bulunan bir haritanın peşindeler. Trooperların
artık isimleri yok, onun yerine seri numaraları var ve eskisine göre taktik
olarak çok daha iyiler, ekipmanları ise daha fazla. Leia Orgena, asiler birliğinin
başında ve komutanın merkezinde. Han Solo ve Chewy yine ortalarda gezinen, ona
buna borcu olan iki kaçakçı. Rey (Daisy Ridley ), Finn(John Boyega), Poe
Dameron (Oscar Isaac) ise yeni filmin ön planda olan kilit karakterleri. Rey,
Jakku gezegeninin çöllerinde yalnız başına yaşayan ve uzay gemilerinin hurdalarını
toplayıp satan bir kız, aynı zamanda ise deneyimli bir pilot. Finn, asilik
yaparak direnişçilerin arasına geçen ve geçmişinden kaçan bir trooper. Poe
Dameron, direnişçilerin en iyi ve en deneyimli X-Wing pilotu. Yanında ise Wall-E’yi
andıran sevimli ve sadık bir droid olan BB-8’i var. BB-8 film boyunca yaptığı
sevimli halleri ile adeta yeni serinin R2D2’si olma yolunda.
Yeni karakterlerin oyunculukları çok üst düzeyde olmasa
bile, üstlendikleri rollere çok yakıştıkları bir gerçek. Force Awakens’a hiç
yakışmayan tek karakter ise, filmin nostaljik yapısına ters düşen ve Darth
Sidious havasına bürünmüş olan Snoke. Filmin birçok yerinde eski filmlere
yollanan ufak mizahi göndermeler çok keyif verici. Senaryo ise, karışık ve
içinden çıkılmaz bir şekilde değil, tam tersine hikayede her şey çok sade ve
net işlenmiş. Tatooine, Hoth ve Endor’a benzeyen mekanların ve Jakku’daki yaratıkların
tasarımı, X-Wing ve Tie Fighter’ların kovalamaca sahneleri, Destroyer’ın
koridorları gibi detaylar adeta Episode IV ile köprü görevi yapıyor.
Yeni serinin bu ilk filmi The Force Awakens ile
J.J.Abrams yeni nesilden çok eski kuşağın sesine kulak veriyor. Yarattığı
karanlık atmosferin yanı sıra, yeşil ekrana sadık kalınmayan eskitilmiş çekim
teknikleri sayesinde, filmi retro bir havaya sokarak o eski nostaljiyi
tekrardan yaşatıyor. Ayrıca Abrams, dozu yerinde olan romantizmi ve mizahı da filmde
iyi kullandığından hiçbir sahne gözümüze batmıyor. Filmin sonunda ise, gelecek filmlerde
kullanmak üzere açık kapı bıraktığı çok fazla sahne de mevcut. Çok önemli
sürpriz sahnelerin de içinde bulunduğu The Force Awakens, eski filmlere oldukça
sadık kalan, özlediğimiz Millennium Falcon’u seyirciye bol bol gösteren
gerçekten Güç’ün uyandığı bir film olmuş.
Bu Yazım Popüler Sinema da yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder