Nereye
bakarsak bakalım internet olan her yerde
insanlar dağılmış durumda. Kiminin elinde tablet, kiminde cep telefonu, yanındakinde
laptop birisi sosyal medya peşinde,
diğeri başkasına eft yapıyor. İçinde internet bulunan her şey iyiden iyiye
hayatımıza hükmetmeye başladıktan sonra attığımız her hareket her eylem gün
geçtikçe takip edilebilir hale geldi. Teknoloji çağı her geçen gün daha ileri
boyutlara ulaştıkça senaristler, yönetmenler internetin başımıza neler
açabileceğine dair birçok yapımlar ortaya sunmaya başladılar. Bilgisayar
korsancılığında çığır açan hackerlık eylemlerini anlatan filmler hepimizin çok
ilgisini çekmeye başladı. Seyrederken filmlerin büyüsüne kapılmamak elde değil.
Acaba mı, gerçekten böyle mi dedirten filmlerin
hikayesinin yüzde doksanında gerçeklik payı bulunmakta.
Sneakers (1992)
, Hackers (1995), Swordfish (2001) gibi yapımlar bilgisayar korsancılığı
üzerine az çok bizi bilgilendirmiş içimize şüpheler sokmaya başlamıştı. Artık neredeyse
federal polislerin sunucularından tutun, bankaların sistemlerindeki her türlü
detaya hakim olabilen bilgisayar dehaları ve bunların kurdukları gruplar tüm
dünyada son yıllarda kendini göstermeye başladılar bile. Adeta sistemle dalga
geçen bir hal takınan hacker grupları, istedikleri her bilgiye sahip
olabildikleri gibi artık bu maharetlerini bir eğlence haline getirmeye de
başladılar. Örneğin, hackerların başını çeken grupların ne meşhur olanları
Anonymous ve RedHack’in neler yapabildiğine tüm dünyaca hala şahit olmaya devam
ediyoruz. Böylesine gündemde olan bir konuyu bu defa daha önce adından pek söz
ettirmeyen alman bir yönetmen “Baran bo
Odar” hayata geçirmiş.
Film 25
yaşında antisosyal biri olan Benjamin’in ünlü bir hacker olan Max’in dikkatini
çekmesiyle başlıyor. Benjamin üstün
zekası sayesinde kafaları dağıtan projeleri ile kısa zamanda Clay
adındaki bir hacker grubuna dahil edilir. Vendetta misali birer maske takarak
kendilerini önce ufak işlerle eğlendirerek vakit geçiren Clay grubu gün
geçtikçe tüm dünyaya güçlerini ispatlama gereği duyarlar. Bu hırsları artık bir
oyundan çıkar ve olaylar gittikçe büyümeye başladıkça herkesin dikkatini
çekmeyi başarırlar. Polis ve İnterpol Clay’in peşine düşer, fakat evdeki hesap
çarşıya uymaz ve başka bir hacker grubu da başlarına bela olur.
Filmde
yönetmenin başarısını görmemek elde değil. Özellikle metro sahnesindeki
karanlık atmosfer, takılan maskelerin ürkütücülüğü , arka fonda çalan ve filme
oldukça yakışan techno parçalar , takıldıkları mekanların tasarımları Who Am I
‘ı diğer eşdeğer filmlerden farklı kılan nedenlerden birkaçı. Bu arada filmin
ilk başlarda klasik hacker macerası şeklinde gösterilip sonlarına doğru
olayların farklı yönde ilerlemesi, gerilimin artması ve finalde ters köşe üzerine
ters köşe zincirlemesi, yönetmenin çok iyi iş çıkardığının bir kanıtı.
Başroldeki, sıkıntılı ve hafiften sıyırmış Benjamin karakterinin tam anlamıyla
hakkını veren genç oyuncu Tom Schilling’in performansı gerçekten izlenmeye
değer. Who Am I, her ne kadar bir grup hikayesini anlatsa da aslında tüm
detaylar ve konunun ağırlığı Benjamin üzerinde toplanmış.
Önümüzde, son
zamanlardaki klişe Hollywood filmlerinden sonra sağlam bir senaryoyla yazılmış
bomba gibi bir yapım duruyor. Alman sinemasından hoşlanmam diye ön yargılı
olanlara tavsiyem , böylesine heyecanlı ve gerilimi yerli yerinde olan Who Am I
‘a bir şans vermeleridir. Bu arada 2015 yapımı Mr.Robot adlı dizinin de bu
filmden fazlasıyla etkilendiğini de söylemek gerekiyor.
Bu Yazım Popüler Sinema da yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder