“Barışta
oğullar babalarını gömer, savaşta babalar oğullarını”
Gelibolu ve Bir Zamanlar Askerdik (We Were Soldiers) gibi
savaş filmlerinde oyuncu olarak seyrettiğimiz ünlü aktör Mel Gibson, bu defa
ilginç bir savaş/dramasını beyazperdeye taşıyor. Yönetmen koltuğuna daha önce
oturmuş olan Gibson, Cesur Yürek (Braveheart) gibi oldukça başarılı bir filmle
kendini kanıtlamış, ardından dini meseleleri fazlasıyla sorgulayan yapımlara
yönelmişti. Özellikle Hz. İsa’nın Çilesi (The Passion of the Christ) filminde
aşırı dini propaganda yapması Gibson için hiç de iyi olmamıştı.Hem film oldukça
kötü eleştirildi, hem de Gibson Yahudi karşıtı olarak neredeyse ağır laflarla linç
edildi. Sinema dünyasında bir kenara atılan ve kariyeri için karanlık bir
döneme giren Mel Gibson, çektiği son filmi Apocalypto’dan tam 10 yıl sonra huylu
huyundan vazgeçmez misali yine dini olguları içine yerleştirdiği Hacksaw
Ridge(Savaş Vadisi) ile geri döndü.
Hacksaw Ridge, Okinawa’da bulunan Japonların savunduğu
geçilmesi zor bir tepe. Bu tepeyi ele geçirmeye çalışan Amerikan askerlerinin
1945 yılında verdiği kanlı mücadeleyi anlatan film içinde gerçek bir öyküyü de
barındırıyor. Desmond Doss, savaşta sihhiye olarak görev almak isteyen ve
gönüllü olarak orduya yazılan bir genç. Tek istediği savaş sırasında silaha
dokunmamak ve eline almamak. Şiddet, öldürmek gibi kavramlar Desmond’ın dini ve
ahlaki fikirlerine çok ters düşen bir olgu. Bunun içinde kendine göre geçerli
sebepleri var fakat önemli olan bu durumu ordudaki üst rütbelilere nasıl
anlatacağı.
Filmin ana hikayesi aslında diğer savaş filmlerinde sıkça
gördüğümüz savaşalım Japonları yenelim Amerika yine kazansın değil. Olaylar
tamamen İncille yatıp kalkan dinine bağlı, savaş karşıtı, yakın zamanda
evlenmeyi düşünen sevimli, hassas ve yardımsever Desmond’ın üstüne kurulu.
Savaş boyunca eline hiç silah almadan sadece inançlarıyla hareket eden, cephede
tek başına kalarak tüm yaralılara yardım eden Desmond’ın nasıl gerçek bir
kahraman olduğunu başarıyla anlatan bir film Hacksaw Rıdge. Yaptığı tüm
fedakarlıklarla ordunun gönlünü fetheden ve tarihe ilk “vicdani retçi” olarak
adını yazdıran alçakgönüllü Desmond Doss’ın bu dramatik hikayesi gerçekten
savaş filmlerinde çok rastlanan bir durum değil.
Filmin ilk yarısı alkolik baba, dini inançları kuvvetli
bir anne ve kardeşi ile birlikte yaşayan, sıhhiyeci olmak isteyen ama bunun
eğitimini almak yerine sadece kitap okuyarak öğrenen Desmond’ın orduya
yazılması ve kendini kabul ettirme mücadelesi üzerine kurulu. İlk yarıda Mel
Gibson’ın Desmond karakterini ön plana çıkartmak ve seyirciye sevdirmek için
dramayla eğlenceyi bir arada tutması kesinlikle doğru bir karar. Filmde eğer
Desmond karakterine içiniz ısınmazsa yandınız, çünkü Hacksaw Ridge tamamen onun
üstüne kurulu. Amazing Spider man’den tanıdığımız uzun boylu ve boyunlu, sevimli
suratlı Andrew Garfield’ın Desmond rolünün hakkını verdiğini söylemek gerek.
Özellikle cephede gösterdiği oyunculuğu çok başarılı. Bu arada ordudaki eğitim
sahneleri, sert davranışlar ve şiddete maruz kalınması gibi pekçok sahne Full
Metal Jacket’ı da aklımıza getirmiyor değil.
Filmin ikinci yarısı ise, yavaş ilerleyen gidişi tersine çeviren
sert, sarsıcı ve bol kanlı savaş sahneleriyle dolu. Bu kısımda Er Ryan’ı
Kurtarmak (Saving Private Ryan) filminde gördüğümüz kol, bacak ve gövdelerin
havada uçuştuğu sekansların daha uzun sürdüğü ve muazzam bir çekim tekniğiyle
süslenmiş görkemli bir savaş manzarası ile karşı karşıya kalıyoruz. Gibson’ın
özellikle çok fazla önem verdiği bu savaş sahnelerinin fazlasıyla gerçekçi
olmasında tabi ki görüntü yönetmeni Simon Duggan’ın da payı çok büyük. Sinemada
izlerken adeta o vadidesiniz. Patlayan el bombaları yanınızdan geçen kurşun
sesleri çok gerçekçi. Görüntüler inanılmaz. Bu sahneleri zamanında Medal of
Honor oyununu oynayanlar çok daha iyi anlayacaklardır. Japon mevzilerine
saldırı, onların sığınaklarını yok etme çabalası, birebir dövüşler ve savaş
stratejisi belirleme gibi pekçok sahne direk Medal of Honor oyunu ile neredeyse
aynı. Oyuncu seçimleri ise, asla göze batmıyor. Sam Worthington ve Luke Bracey
üstlendikleri rolleri için gayet iyi düşünülmüş. Genelde komedi filmlerinden
tanıdığımız, aslında oyunculuğunun yanı sıra yapımcılık ve senaristlik de yapan
(benim pek sevmediğim) Vince Vaughn bile filmde hiç sırıtmıyor.
2.Dünya savaşı sırasında yaşanan dini inançları ön planda
olan böylesine dramatik bir hikayeyi savaş filmine (özellikle savaşa
sahnelerinin arasına bile) güzelce çiçek
gibi yerleştirmek tam Mel Gibson’a yakışan bir iş. Hatta asıl anlatmak istediği
ise, şiddetin ve savaşın destelenip desteklenmediği değil, inançların günlük
yaşamın dışında savaşta bile çok işe yaradığı. Gibson’ın filmin gerçek
hikayesinin altında yatan “savaş sırasında herkes birbirini öldürürken bir kişi
de kimseyi öldürmeden hayat kurtarsa nasıl olur, neden olmasın ki” mantığını
çok benimsediği ve bunu da seve seve hatta kendini vererek filme yansıttığı bir
gerçek.
Hacksaw Ridge, onur, sevgi,inanç , kahramanlık ve vicdan
üzerine kurulu yeri geldiğinde gözleri dolduracak kadar etkili, görkemli savaş
sahneleri ile yüklü son zamanların en iyi ve en sarsıcı savaş dramalarından
birisi. Umarız Mel Gibson’ın yönetmenlik adına geri dönüşü sayılan bu filmi
gerektiği ilgiyi görür ve Gibson sinema dünyasından yitirdiği kredisine tekrar
kavuşur. Hatta akademinin de gözünden kaçmazsa seviniriz.
Bu Yazım Popüler Sinema da yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder