2000’li yıllarda yükselmeye başlayan uzak doğu korku
filmleri, aralarında kaliteli olduğu kadar oldukça vasat yapımlara da el attı.
Bizde olduğu gibi, uzak doğuda da aynı sistem ön planda tabii ki. Önüne gelen
bol hayaletli korku filmi çekti. Uzadıkça kendini tekrarlayan The Grudge (Garez)
serisine benzer pek çok klişesi bol, vasat yapım ortalarda dolaşır oldu. Ben o
aralar, hepsi birbirinin aynısı ve asla ayırt edilemeyen her çekik gözlü
oyuncunun bulunduğu korku filmlerini izler olmuştum, ama bir süre sonra
yavaştan uzaklaştım. Yalnız son yıllarda Güney Kore sinemasında gerilim ve
dramanın iç içe olduğu harika filmler ortaya çıkmaya başladı ve yeniden
aralarda rastladığım iyi filmlere göz atar oldum. Sadece gerilim ve korku
değil, savaş, felaket, intikam ve slasher (seri katil) türündeki filmler de
bolca ortaya döküldü. Özellikle The Terror Live (2013) ve The Flu (2013) filmlerini
çok başarılı buldum. Hollywood filmlerinden aşağı kalmayan başarılı efektleri ve gerçekçi savaş
sahneleri ile göz dolduran Tae Guk Gi (The Brotherhood of War, 2004) ve Mai Wei
(My Way, 2011)’i de savaş filmi sevenlere tavsiye etmeden geçmeyelim.
Gelelim öncesinde iki adet
anime çeken Sang-ho Yeon’ın, ilk uzun metrajlı film deneyimi olan Train to
Busan (Busan Treni,2016)’a. Gerçekten zombi kıyamet filmleri diye
tanımladığımız film furyasının içinde iyi bir yere sahip olacak kadar sıkı bir
yapım var karşımızda. Film, ülkede salgının başladığı sırada durumdan haberdar
olmayan bir grup yolcunun Busan’a giden hızlı trendeki macerasına odaklanıyor. Öyle
bir macera ki bu, durmak bilmiyor ve film de trenle aynı hızda ilerliyor. Tren
yolculuğu sırasında ülkede inanılmaz bir kaos başlıyor ve kimyasal bir
sızıntıdan doğan salgın giderek büyüyor. Ve bu salgına yakalanan bir genç, trene
gizlice kendini atınca film orada başlıyor ve sonuna kadar bitmek bilmeyen bir
yaşam mücadelesi ile devam ediyor. Lise beyzbol takımı, sinir sisteminizi
alt-üst edecek tren şefi, korkak iş adamı bir baba-ufak kızı ve hamile eşiyle
yolculuk eden iri kıyım, kas torbası bir eşten oluşan grup, filmin ön plana
çıkan karakterleri.
Filmde aslında salgına
yakalananlara zombi demek yanlış olur. Enfekte olan insanlar sadece sese
duyarlılar ve karanlıkta göremiyorlar. Film boyunca da, birbirlerini ısırmaya
meyilli değişime uğramış insanlar görüyoruz. Yalnız asla The Walking Dead’deki
gibi yavaş yürüyen walkerlar yok ortada. Parçalanan etler, bağırsaklar ve kan
revan bir görüntü kalabalığına da yer verilmemiş. Isırılan insanların ani
değişimleri, hızlı hareket etmeleri ve koşturmaları filmin gerilimin dozunu fazlasıyla
arttırmış. Zombilerin makyajları da, Hollywood filmlerini aratmayacak kadar son
derece başarılı. Gerçekten 2 saatlik süre boyunca filmdeki heyecanın dozu asla
azalmadığı gibi, sonlara doğru ise yükselişe geçiyor. Sadece aksiyon ve gerilim
dolu bir zombi filmi değil Train to Busan. Hikayenin içine güzelce dramatik
ögeler de itinayla yerleştirilmiş. Fedakarlık, bencillik, yardımseverlik ve
ihanet gibi pek çok farklı kavram da, film boyunca seyirciye eşlik ediyor. Tam
gaz devam eden yaşam mücadelesinin yanında, bencil bir baba ve kızı arasındaki
ilişki, aile üzerine kurulu güzel mesajlar veren şık diyaloglar da filme renk
katıyor.
Train to Busan’daki oyunculuklara
gelirsek, en önemli kısmı The Flu (2013)’daki gibi sevimli ve harika performans
gösteren minik kız çocuğu (Soo-ann Kim) oluşturuyor. Bunun yanı sıra başrol
sayılan bencil babanın (Yoo Gong) performansının yerine, iri kıyım eş dediğimiz
Dong-seok Ma’nın oyunculuğu çok daha fazla göz dolduruyor. Filmin hikayesine
göre dağıtılmış olan farklı karakterlerin, seyirciye o heyecanın arasında
değişik duygular yaşatması kesinlikle doğru düşünülmüş bir olay. İzlerken en
azından o diyalogların ve planların yapıldığı kısımlarda biraz da olsa nefes
alıyorsunuz.
Yönetmen Sang-ho Yeon,
salgının çıkışı ve yayılması ile ilgili fazla detaya girmeden direk filmi
gerilimle ve bol aksiyonla süslemiş. Filmin bazı yerlerinde World War Z’yi
andıran çekimler ve üst-üste yığılan balık istifi şeklindeki zombilere de
rastlamak mümkün. İlk başlarda çekik gözlü oyuncularımızın değişime uğrama
sahneleri biraz komik dursa da, bir süre sonra başlayan ve hızlanan gerilimle
birlikte bu yadırgama hadisesi unutulup gidiyor. Filmin en can alıcı ve en iyi
çekilmiş sahneleri bana göre, zombilerle dolu vagonları tek tek aşmak için
grubun verdiği mücadele bölümü. The Walking Dead’den her ne kadar alışkın olsak
da bu duruma, bir Güney Kore filminde bu kadar itinalı çekilmiş sahnelere
rastlanması şık olmuş.
Train to Busan, son
zamanlarda izlediğim, bitmek bilmeyen aksiyonu ve yaşattığı gerilimi ile
unutulması zor bir film oldu benim için. Güney Kore filmlerini sevmeseniz bile
ön yargılı davranmayın, korelilerin itici şivesini ve konuşmalarını bir kenara
bırakıp izlemeye başlayın. Pek çok Hollywood yapımı zombi filmlerinden kat kat
üstün bir film. Salgın, virüs, kıyamet ve zombi temalı filmlere düşkün olanlara
Train to Busan, ilaç gibi gelecektir. Bu arada bir zombi filminde ağlanır mı
diye düşünmeyin elbette ağlanır.
Bu Yazım Popüler Sinema da yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder