Bir korku filmini izlemeden
önce yönetmenine bakarım diyenlerdenseniz, o zaman Scott Derrickson’ın yaptığı korku
filmlerine biraz göz atalım. 1990 yılında Hellraiser: Inferno ile yönetmenliğe
başlayan Derrickson, 2005 yılında rüyalarımıza giren, mahkemesi bol, sinir
bozucu ve gerçek bir olaydan uyarlanmış şeytan çıkarma filmi “The Exorcism of
Emily Rose” ile ortalığı karıştırdı. Başarılı olan bu filmin ardından 2014
yılında “Deliver Us From Evil” ile seri cinayetleri şeytan çıkarma olaylarıyla
birleştirdi ve ortaya sıkı bir bir polisiye/gerilim filmi çıkarttı. Uğursuzluk
ve felaket getirici anlamına gelen Sinister (Lanet) ise, yönetmenin bu iki
filmin arasında çektiği 2012 yapımı bir korku/gerilim denemesi. Hikayesi çok da
değişik olmamakla beraber yine de seyirciyi
ürperten bir atmosferi vardır Sinister’ın. Hatta filmin giriş kısmındaki
sahne zaten baştan size filmde başınıza gelecekler hakkında biraz göz kırpar. Sinister,
çok da yabancı olmadığımız klasik bir şablon olan; yeni eve taşınan aile teması
üzerinden ilerleyen bir konuya sahip.
Suç ve gerilim romanları ile
tanınan bir yazar, ailesi ile birlikte yeni bir eve taşınır. Yazar Ellison
Oswalt evde bulduğu bir takım film makaralarını izlemeye başladıktan sonra evin
geçmişine ait sırlarına vakıf olur. Videoları izledikçe daha da tuhaflaşmaya
başlayan yazar, kendisini tamamen bu işe adayıp ailesinden bu sırları saklar.
Bir yandan yeni romanı için kaynak bulduğuna sevinirken bir yandan da
geçmişteki olayların perde arkasını araştıran Ellison, gitgide hırslanmaya ve
aile içinde gerginlik yaratacak kadar kendini iyice kaptırmaya başlar.
Araştırmasına yardımcı olarak bir polisi de yanına alan Ellison, cinayetler
zincirini çözmeye başladıkça kendisini ve ailesini lanetli bir varlık
karşısında tehlikeye attığını fark etmez.
Seyrettikçe daha fazla ipucu
ile seyirciyi meraklandıran bir yapıya sahip olan Sinister, korkudan çok gerilimle gizemi
harmanlayan bir film. Filmin başlarında yazarın durumunu gözlemlediğimizde
Sinister, The Shining'e yakın bir çizgide dursa da ilerledikçe öyle olmadığı
anlaşılıyor. Aslında her korku filminde
gözümüze çarpan klişeleri içinde barındıran karanlık bir film. Odalarda
gezinirken ya da tavan arası kontrolü yapılırken bile ışıkların asla
açılmadığı, sadece fenerle gezilen bir evde tabii ki zifiri karanlık bir
atmosfer hakim oluyor. Durum böyle olunca da, film başından sonuna kadar
nereden ne çıkacak şüphesiyle seyirciyi koltuğa çiviliyor. Filmin ortalarına
kadar ilerleyişinde fazla bir değişiklik yokken, finale doğru gizemli hava
sirkülasyonu yerini gerilime bırakıyor. Ve yaşanan olayların yavaş yavaş açığa
çıkmasıyla birlikte gerginliğin hızı daha da artıyor.
Sinister, korku/gerilim türüne bir değişiklik katmasa bile hızlı
kurgusunun yanı sıra yönetmenin sade ve özenli çalışmasıyla ilerde hatırlanacak
bir film olmayı başarmış. Filmde hırslı ve başarılı bir yazar olan Ellison
karakterini canlandıran Ethan Hawke bugüne kadar yer aldığı rollerin dışında
artık korku/gerilim filmlerinde de rahatlıkla oynayabileceğini kanıtlamış. Hem
şaşırtıcı hem de ürkütücü bir şekilde ilerleyen film, bir başyapıt değil belki
ama, sizi son dakikaya kadar ekran karşısında esir edecek kadar gizemi ve gerilimi
yerinde bir film.
Bu Yazım Popüler Sinema da yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder