2016 yapımı Carnage Park, “Pod” ve “Darling” gibi
enteresan filmlerle adını duyurmuş olan Michael Keating’in yazıp yönettiği son
filmi. Diğer filmlerine göre oldukça farklı ve sıradışı bir yapısı olan Carnage
Park, izlerken pek çok filmi de aklınıza getiriyor. Açılış sahnesi başta olmak
üzere, filmin renk ve müzik seçimleri, ses tasarımı, hatta yazı stilleri bile
tamamen Tarantino filmleri kıvamında. The Hills Have Eyes’daki (Tepenin
Gözleri) gibi yüksek kontraslı kızıl rengin hakim olduğu bir çölde geçen
Carnage Park’ın sinematografisi gerçekten takdire değer.
1978 yılında bir banka soygunu sırasında iki kişi tarafından
rehin alınan bir kızın (Vivian) içine düştüğü dehşeti anlatan filmin, ilk sahnesinden
son ana kadar temposu hiç düşmüyor. İlk başlarda soygun filmi gibi başlayıp,
ortasından itibaren piskopat bir şekle dönüşen film, gerçekten içten içe artan
bir gerilime sahip. Vivian’ın soygunculardan kurtulma çabası sırasında verdiği
mücadelenin yanına, ilerleyen dakikalarda bambaşka bir bela daha ekleniyor. Bu
bela, California’nın Carnage Park adındaki arazisinin belli bir kesimini
kapatarak kendine mekan edinen vatansever eski bir asker olan Wyatt’dır.
Elindeki sniper silahı ile etrafa dehşet saçan ve akli dengesi yerinde olmayan
Wyatt, hem soyguncular hem de Vivian için tam bir kabus olur.
Soygun ve rehine olayı ile başlayıp, suç filmi havasında
ilerleyen film sonrasında, Leatherface’in yaşadığı ürkütücü eve benzeyen bir
mekana taşınarak adeta farklı bir tarza geçiyor. Eğlence parkına gelindiğinde,
etraftaki hoparlörlere yansıyan müzik ve ses tasarımı izleyenlerin sinirini
bozacak kadar da başarılı. Gaz maskeli Wyatt ile Vivian arasında geçen
kedi-fare kovalamacasını andıran tünel sahneleri ise, My Bloody Valentine (Sevgililer
Günü Katliamı) tadında. Ayrıca tünelde devamlı yanıp sönen ışıklar ve kızın karanlıktaki
çaresizliği, gerilimin dozunu yükselterek filmi finale kadar taşıyor.
The Last Exorcism I ve II’de izlediğimiz Ashley Bell
devamlı kaçan, hırpalanan ve hayatta kalmak için her türlü çılgınlığı göze alan
vahşi bayan kahraman rolüne bürünerek gayet iyi bir iş çıkarmış. Filmin
merkezine oturtulan mücadeleci kadın karakter,
gerilim filmlerinde sıkça rastladığımız saçma sapan davranışları olan, sürekli
ayağı takılıp düşen modellerin aksine bu defa tam bir savaşçı, tam bir femme fatale.
Ani ve hızlı bir girişle başlayan Carnage Park’ın,
aralara yerleştirilen kısa flashbackleri, konunun dağılmasını önleyerek hikayenin
bütünlüğü de koruyor. Baştan sona kadar ilginç bir şekilde ilerleyen filmin en
büyük artısı ise, farklı türlere geçiş yaparak yarattığı tarzı koruması. Tabii
ki içinde korku/gerilim filmlerinde yer alan pek çok klişe sahne mevcut, fakat
filmin kendine ait bir stile sahip olması ve ilginç sekansları barındırması, bu
klişelerin göze batmasını azaltıyor. Yönetmen Michael Keating, kısa olan filmin
süresini, soygunun nedenine, piskopat Wyatt’ın nasıl o hale geldiğine ve
karakterlerin tahlillerine harcamayarak, bu süreyi tamamen hızlı ve akıcı bir
tempo için kullanmış. Böylece film boyunca durağan sahne neredeyse yok. En
heyecanlı ve aksiyonu bol sahneler, filmin son 20 dakikasına sığdırılmamış. Tam
tersine film boyunca devamlı bir koşturmaca ve sessiz bir gerilim mevcut. Final
sahnesi ise, çok fazla tatmin edici olmamasına rağmen yine de vasatın üstünde.
Hatta yazılardan sonra çıkan klasikleşmiş bir sahne, devam filminin geleceğini
de işaret ediyor.
Carnage Park’ın, korku gerilim filmleri arasında çok
büyük yer edinecek kadar bir şöhreti olmayacak belki, ama en azından yönetmenin
değişik bir tarzı deneyerek hikayeyi farklı yere taşıması açısından seyredilmeyi
hak ediyor.
Bu Yazım Popüler Sinema da yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder